Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo, Sinema ve Televizyon Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Yusuf Ziya Gökçek ve Orta Doğu alanında uzman siyaset bilimci Dr. M. Reza Behnam, AA muhabirine, İsrail’in Hasbara siyasetini ve işlediği suçlara meşruiyet kazandırmak adına dizi ve filmleri propaganda aracı olarak kullanmasını değerlendirdi.
İbranice “açıklama” anlamına gelen Hasbara, İsrail Devleti'nin bakış açışı ve siyasetini uluslararası biçimde savunmaya çabalayan iletişim girişimlerini tanımlamak için kullanılıyor.
Hasbara siyasetinin güdüldüğü dizi ve filmlerde İsrail propagandası yapılırken Filistinliler uluslararası kamuoyu gözünde canavarlaştırılmak isteniyor.
- “İsrail’in Hasbara siyaseti, Gazze’de yaşananlara sessiz kalınmasına neden oluyor”
Doç. Dr. Gökçek, İsrail’in henüz kendini resmi olarak devlet ilan etmeden önce 1935'te Land of Promise (Vaad Edilen Topraklar) gibi propaganda filmleri yayınladığını hatırlatarak, “Bu belgeselde bölgenin Yahudilere ait olması gerektiği mesajı veriliyor. Buradaki haklarını ve meşruiyetlerini oluşturmak için sinemayı kullanıyorlar. Filistin, İsrail ekranında görünmez hale geliyor. Dolayısıyla İsrail'in Hasbara siyasetinin imajinatif olarak erken dönemde özellikle 20. yüzyıl içerisinde üretildiğini görüyoruz.” dedi.
İsrail’in propaganda filmleri sayesinde Avrupa’nın vicdanına dokunmak istediğinin altını çizen Gökçek, bunu Holokost endüstrisi sayesinde sağladıklarını ifade etti.
Holokost filmlerinin hala yayınlandığını anımsatan Gökçek, asıl sorunun filmlerin yarattığı imaj nedeniyle Filistinlilere yönelik soykırıma göz yumulması olduğuna dikkati çekti.
Gökçek, “Bu film siyaseti, 1948’den bu yana milyonlarca Filistinlinin yerinden edilmesine neden olan işgal gibi şu anda Gazze’de yaşanan katliamlara da sessiz kalınmasına neden oluyor. İsrail’in medyada yürüttüğü imaj yatırımı sayesinde Yahudilerin uğramış olduğu soykırım vicdanlara dokunurken, Gazze’de benzeri yaşandığında yalnızca istatistik olarak görülebiliyor.” diye konuştu.
- “İsrail, Filistinlileri 'baş belası' olarak konumlandırıyor”
Gökçek, Holokost filmlerinde kederli, ürkek, acınası Yahudi imajı çizildiğinin ancak son dönemde dijital platformlardaki İsrail yapımlarındaki İsrailli imajının sert, öfkeli ve galip gelen konumda olduğuna dikkati çekerek, sözlerine şöyle devam etti:
“İsrail kendisini 'anti terör' devleti olarak tanıtmak istiyor. Kendilerini kötülükleri ortadan kaldırmakla mükellef olarak görüyorlar, bu yüzden daha sert ve askeri diziler ortaya çıkıyor. Mesela Netflix isimli dijital platformda yayınlanan Fauda dizisinde İsrail’deki sosyal yaşamın farklı yönleri gösteriliyor. İsrail şeffaflaşıyor ve empati yapılmasını istiyor. İnsanların bir an olsun İsrail'e hak vermesi, ‘hasbara’ siyasetinin büyük ölçüde başarılı olduğunu gösteriyor.”
Fauda isimli dizide, gözü pek ve doğrudan hedefi yok etmeyi amaçlayan İsrail timinin hikayesinin anlatıldığına ve İsrail’in dizide kendisini güçlü gösterdiğini belirterek, “İnsanların yüreğine korku salan kimlik üretimine geçtiler. Dizide, Filistinli grupların bağımsızlık siyaseti pasifize edilmeye çalışılıyor. Müslüman gruplara ya da Filistinli gruplara asla güven olmayacağına dair İsrail kamuoyunu ikna edilmek isteniyor. Aynı zamanda Filistinlileri 'baş belası' olarak konumlandırıyorlar.” yorumunda bulundu.
7 Ekim’den bu yana on binlerce insanın öldürülmesine rağmen Gazze’nin hiçbir film festivalinde gündeme getirilmediğini hatırlatan Gökçek, dijital platformların da Filistin’e destek amacıyla henüz hiçbir adım atmadığını belirtti.
- "Hasbara’nın temelde açıklamayı amaçladığı şey İsrail'in doğuşu”
Dr. M. Reza Behnamda dizi ve filmlerde de İsrail propagandası şeklinde yansıması görülen ve kamu diplomasisi olarak bilinen Hasbara’nın temelde İsrail'in doğuşunu açıklamayı hedeflediklerini belirterek, Hasbara’nın pek çok versiyonu olduğuna değindi.
Behnam, Hasbara'nın doğuşunu çok daha sonraya dayandıran diğer akademisyenlerin aksine, 2 Kasım 1917'de yazılan Balfour Deklarasyonu'na uzandığına dair atıfta bulunarak, “Hasbara'nın, herhangi Avrupalı devlete ait olmayan Filistin topraklarını Siyonistlere vaat eden, Lord Rothschild'e gönderilen muğlak ve ırkçı sayılabilecek mektuptan sorumlu James Balfour'a kadar uzandığını düşünüyorum. Orada her kelime dikkatle seçiliyordu, tıpkı o zamandan bu yana geçen on yıllar boyunca yapıldığı gibi.” diye konuştu.
Hasbara siyasetine bağlı olarak, Amerika Birleşik Devletleri'nde 2009 yılında anketçi ve siyaset stratejisti Dr. Frank Luntz’a hazırlatılan “İsrail Projesi’nin 2009 Küresel Dil Sözlüğü” adlı kitaptan bahseden Behnam, İsrailli yetkililerin hangi konu hakkında nasıl konuşması gerektiğinin bu kitapta madde madde anlatıldığını vurguladı.
Behnam, sözlüğe ilişkin, “Bu sözlük, Amerikan halkının en çok hoşuna gidecek ve kabul görecek ifadeleri İsraillilere tavsiye etmesi için yazdırıldı. Bu durum temelde 1982 yılında Lübnan'daki korkunç Sabra ve Şatilla katliamında başladı. Ancak 2009'da Gazze birkaç gün boyunca ağır şekilde bombalandı ve kayıp sayısı arttı. Birdenbire ABD’deki Siyonist topluluk zemin kaybettiğini fark etti. Onlara tavsiyede bulunması için Frank Luntz'u tuttular.” değerlendirmesini yaptı.
Ülkelerin İsrail lobisinin ve Hasbara siyasetinin kontrolü altında olduğuna dikkati çeken Behnam, sözlerini, “Dolayısıyla bu kitap, Amerikalı politikacılara da ne söylemeleri gerektiği konusunda dikkatlice ve akıllıca yardımcı oluyor. Aslına bakarsanız kelimelerin kurgusu çok önemli, İsrail'de kullanılan kelimeleri aynen kullanıyorlar. Birkaçı hariç Amerikalı politikacıların konuşma şeklinde bu kelimeleri taklit ettiklerini görürsünüz, bu çok sinir bozucu.” diye tamamladı.