Ödüllü modern sehayathame: Kadim Şehirler

ESKADER 2023 gezi ödülüne layık görülen "Kadim Şehirler" kitabının yazarı Selvigül Kandoğmuş Şahin, gezdiği şehirler ile ilgili konuştu, ​"Nazlı bir gelin gibi duvağının açılmasını bekleyen Mescid – i Aksa beni çok etkiledi" dedi.

Münevver Kabaoğlu

ESKADER 2023 gezi ödülüne layık görülen “Kadim Şehirler” kitabının yazarı Selvigül Kandoğmuş Şahin kitabı yazma amacı, gezdiği coğrafyaların onda bıraktığı etkileri anlattı. Kandoğmuş, “Ben de bir edebiyatçı olarak gezdiğim tarihi ve kültürüyle iz bırakmış medeniyet şehirlerini yazarak, kendi dönemimde duyumsadığım, hissettiğim şehirlerin ruhunu ve o şehirlerin ruhuma sirayet eden hikâyelerini kaleme almak istedim” dedi.

Bir Yazarın Gözünden Dünya Mirası: Kadim Şehirleri Yazma İsteği

Kadim Şehirler kitabını kaleme alma amacını anlatan yazar Şahin, “Kadim Şehirler kitabımız gezi yazılarımızın yer aldığı bir kitap. Asırlar önce hayatını, gezmeye, gezerek öğrenmeye, keşfetmeye adayan büyük Osmanlı seyyahı Evliya Çelebi’nin 10 ciltlik, 40 bin sayfadan oluşan büyük bir seyahatnamesi vardır. Bu eser dünya kültür mirasının en önemli eserlerinden olduğu gibi, yaşadığımız İslam coğrafyasına, medeniyetimize dair eşsiz bilgiler sunar, anlamlı bir izlek oluşturur. Yedi iklim, on sekiz padişahlık görür ve ömrünün 51 yılını seyahat ederek geçirir. Bu bir nasiptir diye düşünüyorum. Ve gezdiklerini de kayıt altına alır. Bizler şimdi bu seyahatnameleri okuyoruz ve çok şeyler öğreniyoruz.

Ben de bir seyyah duyarlılığıyla gezdiğim şehirleri yazmaya çalıştım. Yazar olduğum için gerek davet edilerek, gerekse azmederek, yurt içinde ve yurt dışında pek çok yeri gezmek nasip oldu. Gezerken de notlar aldım. Dönüşte bu notları büyük bir heyecanla, araştırmalar da yaparak yazdım. Bu yazılar bana büyük bir heyecan verdi. Elimden geldiğince bir kültür kitabı olmasına özen gösterdim. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın nefis üslubu ve seçkin diliyle kaleme aldığı “Beş Şehir” beni çok etkilemiştir. Yine Ahmet Haşim’in “Frankfurt Seyahatnamesi” adıyla, böbrek rahatsızlığı sebebiyle gittiği Almanya’da anlamlı bir gezi kitabı yazması... Ben de bir edebiyatçı olarak gezdiğim tarihi ve kültürüyle iz bırakmış medeniyet şehirlerini yazarak, kendi dönemimde duyumsadığım, hissettiğim şehirlerin ruhunu ve o şehirlerin ruhuma sirayet eden hikâyelerini kaleme almak istedim” ifadelerini kullandı.

“En çok Mescid – i Aksa’da kıldığım Bayram Namazından etkilendim”

Şahin, Kadim Şehirler olarak nitelendirdiği coğrafyalarda gezerken en çok Mescid-i Aksa’da kıldığı namazdan etkilendiğini belirterek, şöyle konuştu:

“Endülüs’e, İspanya’ya gittiğimizde dantel gibi işlenmiş İslam mimarisini, yaşanmış medeniyetin muhteşemliğini görünce çok etkilendim doğrusu. Böylesine bir medeniyeti kaybetmenin ve yaşanılan savaşlar sonu Müslümanların uğradıkları soykırım beni çok sarstı. Mutlaka fırsatı olanlar oraları görmeli. Sonra Bosna’nın cennet güzelliği, doğası beni çok etkiledi. Ve yine burada yaşanmış olan soykırımı müzelerde izliyorsunuz, doğrusu büyük üzüntü duyduk. Paris’i gezerken kiliselerden, putperest inancı yansıtan resim ve heykel müzelerinden, taş ve soğuk mimariyle gezdiğim Paris sokaklarından sonra ziyaret ettiğimiz Paris Büyük Cami beni derinden etkiledi. Orada karşılaştığım ve sarıldığım Müslümanları görmek ayrıca beni çok mutlu etti.

Kudüs’ü gezerken bir sinema filminin içinde gibi hissettim kendimi. Fanatik Yahudiler ’in silindir şapkaları, kulaklarının kenarlarından sarkan uzun zülüfleri, simsiyah kıyafetleri, Hıristiyanların devasa büyüklükte haç taşımaları ve tabi Müslümanların sonsuz, cesur, eşsiz teslimiyeti. Nazlı bir gelin gibi duvağının açılmasını bekleyen Mescid – i Aksa beni çok etkiledi. En çok Mescid – i Aksa’da kıldığım Bayram Namazından etkilendim. Mekke, Medine’yi yazsam buraya sığmaz. Mübarek beldelerin her bölgesi, orada yaşadığım her an çok kıymetliydi…"

Paris’in bir de arka sokakları var!

Farklı ülkelere yolculuk yapan yazar Şahin, özenilen batının perde arkasına da değindi. Şahin, “Yolculuk içimizi genişletir. Aslında yaşamın da bir yolculuk olduğunu en iyi yolculukta anlıyoruz.” Diyor üstat Nuri Pakdil. Bir yolculuktasınız ve yolcu olduğunuz şehirler var. Batı şehirlerindeki hayatları görmek mümkün değil aslında. Yani o hayatların görünen, vitrindeki yüzünü görüyorsunuz. Paris’in gözalıcı güzellikte caddelerinin, ışıltılı mağazalarının, görkemli mimarisinin bir de bohem, arka sokakları var. Bu sokakları gezerken keşfetmeniz pek mümkün değil. Ama hissedebiliyorsunuz tükenmiş insanlığı, maneviyat yoksunu hayatların çırpınışını. Viyana’yı gezerken, eşsiz peyzaj mimarisi, yine geniş caddeler, konforun en üst düzeyde yaşandığı şehir mekânları sizi büyülüyor adeta. Özenebiliyorsunuz evet bu intizama, bu düzene, yeşil alanların çokluğuna. Ama rehberimiz diyor ki “burada intihar oranı yüzde seksen.” Konfor var, rahatlık var, teknoloji üst düzeyde, batının her şeyi var ama huzuru yok. Bunu yakinen hissedebiliyorsunuz. Almanya’nın boş ve terkedilmiş sokaklarında, Paris’in taş mimarisinin soğukluğunda, İspanya’nın yoksullaşmaya başlayan halkının yozlaşmasında bunu görebiliyorsunuz aslında. Tüm heyecanını yitirmiş, tüm yolları tüketmiş, yozlaşmış, çalışma saatleri saatlerle ayarlı robotlaşmış insanların diyarı gibi geldi batı bana'' şeklinde konuştu.

“Paris bana doğru yürüdü ama ben Paris’e yürüyemedim…”

Bir konuşmasında “Paris bana doğru yürüdü ama ben Paris’e yürüyemedim.” diyen yazarımız;“Sanatçı duyarlılığıyla şehre bakışını anlatır Nuri Pakdil. Paris’i anlatırken ve şehirde yaşarken. Doğulu olarak kalmanın eşsiz mücadelesini verir. Yürüdüğü yollarda, ıssız parklarda, kalın gövdeli ağaçların gölgeliklerinde Doğu’ya yürür adeta. Batı’da Müslüman kimliğiyle varolma bilincini yaşamak gerektiğini sürekli okuyucuya yazdıklarıyla hatırlatır. Paris sokaklarına sığınan göçmenlere, azınlıklara, Cezayirli, Tunuslu ’ya bakışı bambaşkadır. Onlarla muhataplığında ait oldukları coğrafyanın sıcak güneşini, büyük davalarının eşsiz heyecanını göçmen yüreklere taşıma derdindedir. Ben de bu duyarlılıkla Paris’i ve tüm batı şehirlerini gezmeye çalıştım. Ama nihayetinde bu şehirlere tam olarak yürüyemedim, şehirlerin ruhuna yabancı bir ruhla yürüdüm. Ta ki Paris’te Paris Büyük Cami’yi ziyaret edene dek… İşte tam o zaman kendime yakın, ruhumu rahatlatacak insanlarla olduğumda Paris’e yürüdüğümü hissettim” ifadelerini kullandı.

“Kaybolmak her yere gidebilmektir”

“İnsan için önüne çıkan bütün yollar “yürünebilir” yollar ise o insan artık kaybolmuştur. Diyen Şahin, “Kaybolmak nereye gideceğini bilememek, yani her yere gidebilmektir” Diye anlamlı ifadeleri vardır İsmet Özel’in, Waldo Sen Neden Burada Değilsin kitabında.

Albayzın sokaklarından geçiyoruz, bu bölge 10. Asırdan itibaren Müslümanların yerleştiği bir bölge. Ayrıca şehrin idaresinde etkili olan bir bölge. En fazla zulme maruz kalan, yine en fazla zulme karşı duran, direniş gösteren insanların yaşadığı bölge… Hristiyanların, bu bölgede Müslümanların mahremiyetine kadar yaptıkları her türlü işkenceler, soykırımlar, 1614 köklü sürgüne kadar devam eder… 2. Beyazıt’a gönderilen, “Sakalları yolunan ihtiyarlardan selam olsun, namusları çiğnenen temiz kızlarımızdan selam olsun, katledilen delikanlılarımızdan selam olsun” diye yürek dağlayan selamlama ile başlayan, Feryatname olarak bilinen mektup bu bölgede yazılmıştır... Sokaklar birbirine değecek kadar yakın. Sanki Anadolu’nun sakin, küçük bir kasabalarının sımsıcak sokaklarını adımlıyoruz. Kırmızı, beyaz, pembe sardunyalar, mevsim çiçekleri ile bezenmiş, beyaz badanalı evlerin bulunduğu dar sokaklar bizi büyülüyor. İşte tam bu sokaklarda Binnur Feyizli ablamızla kaybolduk. O kadar güzeldi ki bir an buralarda kalsak, bizi kimse arayıp sormasa diye düşündük. Sonra rehberimiz bizi almaya geldi. Bir de Viyana’da arkadaşlarımı beklerken, şarjım bitti, harçlığımı da az almışım yanıma bayağı tedirgin oldum. Kadim kilisenin dibinde arkadaşlarımı bekledim tabi geldiler ve rahatladım” diyerek anlattı, Kadim Şehirler’de kaybolduğunu.

“Bosna’nın hüzünlü bir güzelliği var”

Bosna gezisinin kendisinde derin izler bıraktığını söyleyen Şahin;, sözlerini kullandı:

“Kuşatma boyunca Saraybosna’nın temel ihtiyaç maddelerine ulaşımı, Saraybosna Uluslararası Havalimanı’nın altında kazılan 800 metrelik Umut Tüneli sayesinde sağlanmış. Burayı görünce etkilenmemek mümkün değil.

Sonra soykırımın nişanesi gibi Bosna’nın muhtelif bölgelerindeki toplu şehitlikler beni çok etkiledi. Aliya İzzet Begoviç’in mütevazı kabri, oradaki şehitlikten etkilenmemek mümkün değil. Soykırımı anlatan müzeleri gözyaşları içinde gezdik.

Bosna’nın hüzünlü bir güzelliği var. Bu hüznü her bir köşede gördüğünüz tabiat harikalarıyla, tarihi yapılarıyla, büyük bir mirası nasıl bağrında sakladığını hissettiğinizde yaşıyorsunuz adeta. Ve bu hüzün sizi de sarıp kuşatıyor. Gezerken bir taraftan cennet böyle midir diye düşünüp bunca güzelliğe hayranlık duyarken yüreğiniz heyecanla atıyor, yerinizde duramıyorsunuz, bir taraftan da yaşanmış onca insanlık dışı acıyı bu topraklar nasıl taşımışlar, nasıl dayanmışlar bu büyük soykırıma diye durup durup ağlamak geliyor içinizden. Bir hüzün iklimi sarmış dağı taşı, evi, ovayı, yaylayı, kuleyi, camiyi, medreseyi… Bunu yüreğinizi yasladığınız, geçmişten günümüze kadar bir masal büyüsü içinde dağların yamacında, yalçın kayalıklara sırtını vermiş, gözyaşı ırmağı gibi önünden akıp giden nehre tüm derdini tasasını anlatmaya çalışan Blagay Tekkesinin bir köşesine oturduğunuzda daha iyi anlıyorsunuz. Biz de öyle yaptık. Sırtımızı ve dahi yüreğimizi yaslayarak, cennetten bir köşe gibi dağların dibine kurulmuş, bu nazenin, kutlu yapının içinde adeta kendimizi eşsiz bir rüyada gibi hissettik… Blagay Tekkesi’nden çok etkilendim doğrusu…

Poçitel Osmanlı Köyü, Neredva Nehri’nin kenarında, tamamen taştan inşa edilmiş eşsiz güzellikteki kadim köy, nehrin kıyısında dik bir yamaç boyunca tepeye doğru yükseliyor ve olağanüstü güzelliği ile sizi içine çekiyor, etkilenmemek mümkün değil.”