İmtizac

Özgürlüğümüzü çoğunlukla nefsimizin keyfi biliriz. Daima yasakları çiğneme alışkanlığımız bir tarafa, helal/serbest, meşru, makul olduğundan emin olduğumuz bir şeyi biri yasaklasa karşı çıkmadan duramayız. Kan seferiliği terk eder, beynimizde mukim olur mu, olur.

AYŞE ŞENER

Halbuki oruç aslında "oo çoktan" serbest olan, "hiç te bile" yasak olmayan her şeyi bize yasaklıyor. Suyu, günlük ırmak serinliğini... Çayı; asil kan deveranını... Ekmeği, böreği, çöreği. Karnın tok, sırtın pekliğiniu2026 Düştük düşeceğizi oynuyoruz o değilden, acaba merhamete gelir mi diye... Mızmızlık yapıyoruz. Hasta olduk olacağız. Yoksa ölecek miyiz açlıktanu2026 Yok! Hiç bir yumuşama gözlemlenmiyor. Ne zaman ezan "Allah'u Ekber!" der. O zaman herkes ne yiyecekse yer. Kutlu kafiyelerimiz de kar etmiyor.

Hangi akşamı böyle bekledik ki biz? Sefamız elinde avcunda olan akşamıu2026

Önce bir tatlı itiraz "La!/Hayır!"ın arkasına saklanıyor ve oradan slogan atmaya başlıyor. Sonra yavaş yavaş susuyor. O yasakladıysa vardır bir bildiği. İşte tam o anda hikmet kürsüye geçiyor. Ne güzel hatiptir hikmet! (İmam Hatip mezunu değil) Hiç bir sözü anlamsız değil. Niçincibaşı. Bilincin süslü tokmağı. Konuşursa susturur. İcbar ile değil. İlham ile...

Baş; kaldırır tutup boynundan kendini. Bir çiçeğin ilk uyanışı gibiu2026 Uzayabildiği kadar uzar ufka bakışlar. Bir karıncanın "varamasam da ölürüm" aşkınau2026 Bir mevzunun yol boyunca duraklarına, molalarına... En nihayetindeki dağına; en yüce düşünülmüş haline. Yetmez. Ufuk daima el etmektedir. Gaybın ipuçlarındau2026 Arkadan el sallayan ise meraktır. Su döküp yolculayan sırlı kaşif. Tam sobelemiş gibi olduğumuzda; sesler düşer omzumuza yüceden. Yükler biner, bizi taşıyan. Ve hikmetler, hikmetler kanat çıkarır oradan buradan.

"Kalp; yeni çilenmiş yufka ekmek. Katığımız hikmet. Varlığa dürülelim. Uzay uzatmasın. Alsın kaçırsın bizi" deriz, o vakit. Ne zaman bir hikmet duysak kökümüz havalanır. Ağacımız silkelenir. O vakte dek zor gelen her emre, "iyi ki vaki olmuş emirler" demeye başlarız. "Başka bir emrin var mı?" sorusuyla titrer kirpiklerimiz.

Bütün çocukça isyanların tadını kul olmaktan çıkarırız.

Bütün ateşlenmelerin, kırkımızı çıkaramamanın tadını kül olmaktan... Çıkarırız.

Bu yazıyı ada vapurunda biraz üşürken ve canım çok fena çay çekiyorken klavyeye aldım. Fakat "Hayır! Şimdi olmaz!" diyen bir ses vardı içimde. Ses hem benimdi, hem O'nun... Seslerimiz O'nun sözünde durdu, sarıldı, hangisi ses/mayi, hangisi söz/tane bir daha asla ayırt edilemeyecek kadaru2026 Tevhide erdi.

Meğer hakiki murat tevhid imiş. Hu Allah!

Bir bardak çayı içtiğimdeki tatla, içmediğimdeki tat; iki denizin birbirine karışmadan barış içinde yaşadığı gibi, 'şükürle-sabırdan, teşekkürle-olsun varsın'dan hazırlanmış nadide karışımı hatırlattı bana. Ab-ı hayat bu mu ki? Farklı bir çaydı. Adını İmtizaç koydum o an. Mizacıma değsin diyerek afiyetle içtim.

Bu uçmalar ve konmalar esnasında bir de baktım. Klavyesi pırıl pırıl başka bir dostum da benzer bir meşrubatı yudumluyor. Ve bir saku00ee gibi etrafa ikram ediyor.

İşte Said Köşk' ün kupası...

"Az önce hasta kızım için yemek hazırlarken düşündüm de bu hazırladıklarımdan ben yiyemeyecektim. Yani yiyebilirdim. Yemekten alıkoyan bir rahatsızlığım yoktu. Üstelik iştahım da yerindeydi. Ve de oldukça açtım. Ama gel gör ki ben irademi yememek yönünde kullandım. Çünkü emir büyük yerdendi. Gecenin bir yarısında "Yeter bu kadar yediğin." dedi. Bıraktım kaşığı. "Ben ye demeden de yemeyeceksin." Boynumu büktüm. "Emriniz olur." dedim. Şimdi O'nu sevenler ve O'nun sevdikleriyle birlikte "Yiyebilirsin" iznini bekliyoruz."