Dilimiz tıpkı bir .bir matbaa gibidir .İnsanlar arasındaki anlaşmayı dilin konuşması sağlar, Konuşmamış olsaydık, fikir ve düşüncelerimizi, istek ve arzularımızı dile getiremez, bebekler veya konuşmayan sağırlar gibi anlamsız sesler çıkarırdık.
İnsanlar konuşacaklarını yazıya da dökebiliyor. Uzakta olanlara bazen yazı ile hitap ediyoruz. Arzularımız, isteklerimizle beraber alış veriş yapmak için de fikir, düşünce ve taleplerimizi kaleme alıp, belgeli ve sağlıklı hale getiriyoruz.
Telefon olmadığı dönemlerde gerektiğinde mektup yazmak bir mecburiyetti.
Bilhassa devlet dairelerinde yazı daha çok geçerlidir Yazılı olmayan hususlar belge niteliğini taşımamaktadır.
Karakollarda, mahkemelerde evvela sözlü ifade alınır ve yazıya dökülerek belge haline getirilir.
Bir de hal dili vardır ki, sağır ve dilsizler gibi bütün kainat: bu dille konuşuyor.
Bakınız incecik iplik gibi olan ağaçların damarları en sert olan toprak ve kayayı delerek onları parçalıyor. Bu ince bir damarların böyle bir mucizeye mazhar olması elbette kendi güç ve kabiliyetlerinin eseri olamaz. Burada mucizede İlahi bir ferman var ve bizlere bir dersi ibret olarak şu mesajı veriyor "ey insanlar dikkat ediniz, bu incecik damarlar kendinden daha sert olan bir cisimleri nasıl da delip geçiyor" Bu olayı ibretle seyredenler son derece açık ve berrak bir sonuca varıyorlar.
Bir hamal elli ve yüz kiloluk bir eşyayı taşıyabilir, amma binlerce tonu asla taşıyamaz. İşte bu incecik damarlar kendilerinden binlerce defa daha sert olan kayaları parçalamaları elbette perde-i gayb arkasında bütün bunları yaptıran birinin marifetidir.
Doğum yapan bütün insan ve hayvanlar, doğum gerçekleştikten sonra dünyaya gelen yavru veya yavrulara kırmızı kan ve pislik içinden laboratuar ve kimya hanelerden süzülen safi, temiz ve bembeyaz bir sütün o yavrunun ihtiyacına göre hazırlanması açıkça gösteriyor ki, memeler musluğundan akan bu sütün imalatından haberdar olmayan ve nasıl yapıldığını bilmeyen annelerin eseri değildir.
İnek,deve, keçi, koyun gibi mübarek hayvanlar ve diğer hayvanlar ot yerler amma bu hayvanların fabrikasında o otlar bembeyaz süte inkılap eder.
Doğan yavruların ihtiyacına göre bembeyaz sütün ummadık bir rızık halinde gelmesi, o yavruların ihtiyacına göre özel olarak hazırlanmış tam bir ihsan-ı İlahidir. Yoksa o yavrulara sütten başka ne verilse hayatlarını devam ettiremezler.
Doğurmayan bir hayvan veya insandan süt gelmemektedir. Bir bayan evlense hatta yüz yaşına da gelse şayet doğurmamışsa asla göğüslerinden süt gelmez. Kaç doğum yapsa, o kadar da süt gelir.,
Bütün bunlar lisan-ı hal ile diyorlar ki bunları biz yapmıyoruz, bunları bize yaptıran perde-i gayb arkasında İlahi rahmettir. Çünkü ortada bir fiil ve sanat vardır. Öyle ise bu fiil ve sanatın hakiki sahibi ancak Allah tır.
Odun parçaları olan ağaçlar bizim midemizin yapısını ve vücudumuzun ihtiyacını nereden biliyorlar ki, ona göre imalat yapıyorlar. Bu akılsız yaratılmışların akıllı gibi çalışmaları açıkça gösteriyor ki ellerine verilen nimetler onların eseri değildir. Onlara yaptırılıyor.
Kütüphanelerimizi dolduran bir çok eserler kainatta yaratılan varlıkların lisan_ı hallerini bize anlatmaktadır. Astronomi gökyüzündeki cisimleri, botanik zooloji yeryüzündeki bitki ve hayvanları, tıp ilmi insanı ve daha bir çok ilimleri kitap haline getiren bilim adamları varlıkların lisan-ı hallerini anlatmaktadırlar. Ve bu araştırmalar gittikçe genişlemektedir. Artık hücre bilimleri devreye girecek ve bir hücrede sonsuz bir umman gibi mana yüklü İlahi tecelliyi görecek ve onu çözmeye ömrümüz yetmediğinden etrafında dolaşıp duracağız. Onun içindir ki bütün denizler mürekkep olsa, ağaçlar kalem olsa yine Allahın bu aleme koyduğu manaları yazmaya yetmez.
Birde kendimize bakalım ;
Gözle okuduğumuz yazılar anında beyine gidiyor ve beyin bütün harfleri tanığından dile sesli olarak okuduklarımızı ifade etmek üzere emir veriyor ve dilimiz ufacık bir mağarada sesle bütünleşip yazılı olanları sözlü hale çeviriyor.
Allah bu sistemi yaratmamış olsaydı, ne yazılanların nede okunanların hiçbir kıymeti olmayacaktı.
Dil konuşmayı sağlarken aynı zamanda bir müfettiş gibi ağzımıza koyduğumuz yiyecek ve içecekleri, hassas ölçüler sayesinde tadına bakıp ayırt ettikten sonra anında dimağa bildiriyor. Dimağdan gelen emir sayesinde bu defa da dil bir kürek görevini üstlenerek mideye gönderiyor. Zararlı maddelerden vücudu korumak için bir karakol görevini yapıyor.
Vücudumuzun bütün organ ve hücreleri arasında sessiz bir konuşma cereyan ediyor. Nerede neye ihtiyaç varsa, o ihtiyaç giderilmeye çalışılıyor. Bu işlerden haberimiz olmuyor, bizler sadece mideye yiyecek ve içecekleri gönderiyoruz, görevimiz burada sona eriyor. İrademizin dışında Milyarlarca hücrelerin neye ihtiyacı varsa vücuda giren yiyecek ve içecekler akıllara durgunluk veren bir ayrışmaya tabi tutuluyor ve o ihtiyaca cevap veriliyor.
Harikalar diyarı ve mucizeler aleminde yaşamaktayız.
Ziya paşa boşuna dememiş
İdraki meali bu akla gerekmez.
Zira bu terazi bu sıkleti çekmez.
Evet insanın güç ve kuvveti sınırlı olduğu gibi aklıda sınırlıdır. Ancak sanata bakıp sanatkarı anlayabilir. Çünkü yazılan bir kitap yazarın o
ilmini, irfanını, seviyesini gösterir. Öylede yaratılan her şey tıpkı birer kitap gibi sahib-i kainat olan sanatkarın yarattığı mucizeleri açıkça gösterdiği halde bazıları bu harika mucizeleri inkar etse bunlar birer kör, sağır ve akılları olduğu halde, akılsız değiller mi?.
İmtihan için şu dar-ı dünyaya gönderilen insan dar-ı ahırete intikal ettiğinde bu kadar mucizeyi inkar etmenin bedelini ağır bir şekilde elbette ödeyecek, tasdik edenlerin mükafatını ise ancak Allah takdir edecektir.
Abdulkadir İkbal