İhanet hep tetikte, sadakat hep gaflette

Merhum Erbakan'ın vefatından iki yıl önce, Zaman gazetesi kendisiyle bir röportaj yapıp yayınladı. Erbakan Hoca ilk soruya cevap vermek yerine, muhabire: "Önce sen bir besmele çekip Fatiha'yı oku bakalım" diyor. Çok şaşırmış, anlam vermekte zorlanmıştık. Besmele tamam, niçin Fatiha? Bunu ancak 2013'te anlayabilmiştiku2026

İbrahim BALCI

(ibrahimikizdereli@outlook.com)

Doğru söylüyordu Fethi Ağabey (yaşayan Fethi abi): "Siz Ehli Sünnet (kendisi de Ehli Sünnet), hep iyi niyetli ve safsınız ve herkes sizi kandırıyor." Doğru söylüyor.

Yoksa 1977'de kandırıldığımız gibi, bir daha, bir daha, 2013'te nasıl kandırılırdık? Yıl 1977... Genel Seçimler yapılacak Türkiye'de. Ve Türkiye "makus talihini", "tarihi yanılgı" ile yenmek üzere. 1974'den 1977'ye Türkiye maddi ve manevi alanlarda müthiş kalkınma hamleleri planlıyor. Türkiye bir uçak gibi, "tak-of" noktasına gelmiş. Tabii şeytan ve avenesi de yaman işbaşı yapmış.. 1977 Genel Seçim sonuçları. MSP 24 Milletvekili.. MHP 24 Milletvekili.. Diğer sonuçlar da önemli ama bu çarpıcı tablo karşısında ayrıntı gibi. Bir de yazıyı uzatmak istemiyorum. 1977 Milletvekili Seçim sonuçlarındaki tablonun çarpıcılığını anlamamız için, 1973 Genel Seçim sonuçlarına bakmamız gerekiyor. Yıl 1973.. MSP 48 Milletvekili. MHP 1 Milletvekili. Evet, yazıyla bir milletvekili. Yıl 1977.. MSP 24 Milletvekili. MHP 24 Milletvekili. Kullanılan sahte oy sayısı: 3.5 milyon. Milli Görüş'e gönül verenler, o gün bu fotoğrafı çok dar ve kısır okuduk. Ne okuduk: "AP (Adalet Partisi) ve MHP, MSP'ye katakulli yaptılar, oylarını çaldılar, milletvekili sayısını 48'den 24'e indirdiler." Bu bakış: "Erbakan ve MSP'ye, AP ve MHP'nin yaptığı büyük oyun." Bu işvereni görmeyip taşerona takılıp kalmak. Sağ olsun Mehmet; 2013 ihanetinin ardından bu olayın dünya ölçekli çok berrak bir değerlendirmesini yapıyor: Oyun sadece Türk Milletine, İslam Ümmetine, makus talihini yenmek üzereyken bir kez daha İngiltere tarafından oynandı." Büyük Şeytan.. Hayır Amerika değil. İngiliz.. Amerika, İngiliz'e hep yamaklık ve çıraklık yapıyor. Büyük Şeytan, fille, eşeği çekiştirip çayıra salıyor, sonra da yan gelip seyrediyor. İsrail, bunların nesebi gayrisahih, gayrimeşru çocuğu.. Peki ne oluyor da 1973'ten 1977'ye geliyor Türkiye. Ve Türkiye 1977'den sonra kediler gibi yavrularını yiyor. 1977'den sonra Türkiye sokaklarında gençler birbirlerini öldürüyor, hem de "aynı silahla". 12 Eylül (1980) Çetesi 1979'da "Bayrak Planı" yapıyor, bir yıl sonra yönetime el koyacaklar. Evren hatıratında yazıyor: "Bayrak Planı gereği 1980 Mayıs'ında dağıtılan zarfları açıyor ve değerlendirmede bulunuyoruz. 1977'den 1980 Mayıs'ına kadar 2500 genç olmuş. Darbe için gerekli olgunluğa ulaşılmadığına karar veriyoruz." Evet, 12 Eylül 1980'e gelindiğinde darbe olgunlaşıyor, çete yönetime el koyuyor (yine bir Cuma günü). Darbe nasıl olgunlaşıyor: 1977'den (Yani MSP devre dışı bırakıldıktan sonra) Mayıs 1980'e kadar; Ölen gençlerin sayısı: 2.500 1980 Mayıs'ından, 12 Eylül 1980'e, Ölen gençlerin sayısı: 2.500. Tabii darbenin gerekçesi olarak; İsrail'in Kudüs'ü başkent ilan etmesi üzerine, MSP'nin bir hafta önce Konya'da yaptığı Kudüs Mitingi gösteriliyor. Darbe şartlarının oluşması için 5.5 ayda 2.500 gencin daha ölmesi gerekiyordu. Yani 1977'den, 1980'e kadar 5.000 (Yazıyla beş bin, dile kolay) gencin ölmesi gerekiyordu ki "çetemiz" işbaşı yapabilsin. İşbaşı yapan çete binlerce iş yapıyor. Fakat dikkatlerden uzak üç önemli iş yapıyor "bizim çocuklar": 1- Hiçbir pazarlık ve taviz koparmadan Yunanistan'ın NATO'ya dönmesi sağlanıyor. 2- Kürtçe konuşmak yasaklanıyor. Sanırsınız Kürtçe Türkiye'nin resmi dili, sokaklarda, radyolarda, okullarda bangır bangır konuşuluyor. Yok öyle bir şey. Türkçe bilmeyen kadıncağız evinde kocasıyla Kürtçe konuşuyor. "Çetemiz" Kürtçe'yi yasak ediyor. PKK başka nasıl operasyonel hale getirilebilir. 3- "Çetemiz" İran Şiasıyla hiç alakası olmayan Alevilerimizi çaktırmadan Safevi Şiasına eklemleyerek, uluslararası yeni bir pazar kuruyor. Peki, 1973'ten 1977'ye MSP'yi kim sıkıca takip edip, 1977 sonrası ve 1980 darbesinin zeminini hazırlıyor? 1974'te MSP'nin Koalisyon ortağı olarak yaptığı hamleler Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni ürkütüyor. Devletin izin verdiği, adına "tarihi yanılgı" dediği, devlet organlarında görev yaptığı bu parti devleti niçin ürkütüyor? Devlet MSP'nin söylem ve eylemlerini radikal buluyor. Bunu "ılımlı" bir şekilde dengelemesi gerekir. Buluyor denge unsurunu, Kestanepazarı'nda... Herkes yapılan teklifleri reddederken Kestanepazarı balıklama atlıyor. Devlet biriyle iş tutar da hele o günlerde uluslararası simsarlar hiç geri kalır mı? Biz kestanelerin 2013'te patladığını sanıyoruz. Hayır, kestaneler Kestanepazarı'nda pişti, 1977'de patladı, 2014'de patladı. Bir daha, bir daha... Akıllanmaz ders almazsan, yine bir daha, bir daha... İki simsar şimdi İstanbul'da kestaneci arıyor. Artık Kestanepazarı deşifre oldu. 1973'de Bediüzzaman'ın öğrencisi Hüsrev Efendi ve talebeleri büyük bir kitle halinde MSP'yi desteklediler. Kestaneci; MSP-CHP koalisyonunu çok iyi bir kumaş buldu, kesti biçti; 1977 seçimlerine gidilirken İhvan'a mensup 24 milletvekilinin seçim arifesinde kısa aralıklarla istifalarını temin ederek; çökertmenin temel psikolojik algısını oluşturdu ve felaketin başlangıcı 1977 darbesi yapıldı. Gafil olmaya ve rehavete kapılmaya gelmiyor. Bir anlık gaflet, bir anlık rehavetle 2013 oluştu. Milli Görüş'ün Lideri Merhum Erbakan'ın vefatından bir buçuk veya iki yıl önce, Zaman gazetesi kendisiyle bir röportaj yapıp yayınladı. Röportajın girişi çok manidar. Zaman muhabiri, Erbakan'a ilk sorusunu soruyor. Erbakan Hoca soruya cevap vermek yerine, muhabire: "Önce sen bir besmele çekip Fatiha'yı oku bakalım" diyor. Muhabir söyleneni yapıyor. Röportaj böyle başlayıp devam ediyor. Çok şaşırmış, gülmüş, anlam vermekte zorlanmıştık. Besmele tamam, başlangıçta Besmele okunur. Niçin Fatiha? Bunu ancak 2013'te anlayabilmiştik. Kalın kafalılık böyle bir şey. Niçin Fatiha? Hoca, aleyhindeki her türlü fitne ve fücura karşı, 36 yıl fitneye yol açacak hiçbir davranışta bulunmamıştı. Şimdi fırsat doğmuştu; fitneye yol açmayacak çok kimsenin ruhunun duymayacağı şekilde, taşı gediğine oturtuyordu Hoca: "Önce bir Besmele çekip Fatiha'yı oku bakalım. (Yani) Bre gafiller, hidayeti kararmışlar önce bir hidayete gelin bakalım." Yaaa... İşte öyle. Anlayana. 2013'te "Gezi olayları" başladığında, babamla köye gittik. Tercihen televizyonumuz yoktu. Radyo getirmiştim, radyo da köyde çekmiyordu. Olup biteni merak ediyorum. Vilayete indim halaoğlunu evinde ziyarete gittim. Samanyolu TV Gezi olaylarını veriyor, ben fıttırdım, ağzımı bozmamak için kendimi zor tutuyorum, hesapta hocayız ya. Yine de öfkemi dışa vuruyorum. Halaoğlu öfkenin Samanyolu TV'ye olduğunu farkedince perişan oluyor. Nasıl perişan olmasın; zekatları, fitreleri, sadakaları, kurban derileri, himmet ve burslarıyla oluşan bu yapı nasıl Gezi'yi destekler? Beni ikna etmeye, yanlış anladığımı saygın bir dille ispata çalışıyordu. Ben de: "Bak sevgili halaoğlu, Samanyolu taraf değilmiş gibi, normal haber gibi, yorum katmamış gibi haberi veriyor. Evet mış gibi yapıyor. Muhabir "Gezicilerin" baskınlarını sevinç ve heyecanla veriyor. Haber, tarafsız haber gibi, ama spiker beden diliyle habere öyle bir yorum katıyor ki, haberin mantığından anlayan gerekeni anlıyor." Halaoğlu, şaşkın, mahcup ve çaresiz kurcalayamıyor. Benzer bir olayı şimdi nevzuhur çıkışlar yapan gazetenin yetkilisiyle yaşamıştık. Velinimetlerinin öyle bir fotoğrafını basmıştı ki dört beş yıl önce... "Bu ne arkadaş?" diye sorduğumda; "Fotoğraf, ne var o fotoğrafta." Benim yine cinlerim tepeme üşüşmüştü: "Ayıptır, günahtır, bu fotoğrafta bir şey olmadığını bari bana söyleme" dedim, tabii sustu, o fotoğraf öylesine, okunsun diye konmuştu. Fotoğraf neydi? Arkada kallavi üç papaz, velinimetleri de onların himayesinde, onlara yaslanmış gibi. Çok çirkin bir fotoğraf. Bunu niye yayınladılar? Muhteris patronları doymak bilmiyordu, herhalde isteklerinden bir ikisi yerine getirilmemişti. Karun'la yarışacak hale gelen bu muhteris patrondan 1989'a ait bir fotoğraf da ben vermek istiyorum. 1980'da, iki ortak açtığımız büro mobilya mağazasına, bu muhteris patron çulsuz halinde gelmiş, kendisine çul düzmeye, büro kurmaya çalışıyordu. Bürosuna gidecek bir masayı beğenmiş, gerekli indirimi yapmamıza rağmen, ısrar ettiği rakama vermeyince bırakıp gitmişti. Gereksiz ve mahrem bir fotoğraf gibi duruyor. Ama "Kibirliye kibir sadakadır (Hadis-i Şerif)." Muhterisler ve avanelerine: "Ne oldum deme" diye hatırlatmada bulunmak lazım. Başlığa dönersek; ihanet hep tetikte, ama sadakat hep rehavet ve gaflette. Bazı gafletler var ki; ihanetten çok daha büyük zarar ziyana yol açar. Elini, gövdesini, başını; taşın altına koyanların yanından sıvışan veya taşın üstüne çıkıp tepinenleri seçim sonrasına bırakalım...