Hz. Fatıma''nın hayatı...

Peygamber efendimizin kızı, Hz. Ali''nin eşi Fatıma annemiz nasıl bir yaşam sürmüştür? Fatıma annemiz Hz. Hasan ve Hüseyin''in anneleridir. Efendimiz’in soyunu devam ettiren gül neslinin anası Hz Fatma''nın hayatına dair yazımıza bakabilirsiniz..

Peygamber efendimizin kızı, Hz. Ali'nin eşi Fatıma annemiz nasıl bir yaşam sürmüştür? Fatıma annemiz Hz. Hasan ve Hüseyin'in anneleridir. Efendimiz’in soyunu devam ettiren gül neslinin anası Hz Fatma'nın hayatına dair yazımıza bakabilirsiniz..

Hz. Fâtıma (r.a.) Nebîler Efendisinin son çiçeği… Peygamber Efendimiz’in dünyada neslini devam ettiren nur yumağı… Kızlarının en küçüğü… Cennet gençlerinin efendileri Hz. Hasan ve Hüseyin’in (r.a.) anneleri… Hz. Ali’nin (r.a.) zevcesi… Eli değirmen döndüren “Fâtıma ana” diye anılan bir sultane anne… Beyi ve çocuklarıyla Ehl-i Beyt’i teşkil eden ümmetin hanımlarının seyyidesi… Cennet hanımlarının efendisi…

Hz. Fâtıma, İslamiyet’in gelmesinden yaklaşık bir yıl önce Mekke’de doğdu. Resûl-i Ekrem Efendimiz ona “Fâtıma”adını verdi. Deylemî’nin Ebû Hureyre’den (r.a.) rivayet ettiği bir hadis-i şerifte: “Onu sevenleri, Allah’ın Cehennemden uzaklaştıracağı için kızıma Fâtıma adını verdim.” buyurdu. Fâtıma, “sütten kesilmiş” anlamına gelmektedir.

CENNET HANIMLARININ EFENDİSİ FÂTIMATÜ’Z-ZEHRA

O, Zehra ve Betül lakablarıyla meşhurdu. Zehra; “Ak yüzlü, nur yumağı, beyaz, parlak, ve aydınlık yüzlü kadın”manasına, Betül ise; “Dünyevi heveslerden uzak, ibadet için kendisini Allah’a yönelten, iffetli ve namuslu kadın” anlamına gelmekteydi.

O, yaşının küçük olması sebebiyle ve bilhassa anneciği Hz. Hatice’nin vefatından sonra babacığının yanından hiç ayrılmadı. Bazen babasının elini tutup Mekke sokaklarında gezdi. Bazen da babasının peşini takip etti. Müşriklerin işkencelerine maruz kalan babacığına yardımcı olmaya çalıştı. Bir gün babasıyla Kâbe’ye gitmişlerdi. Kureyş Müşrikleri onları görünce toplandılar ve fısıltı halinde birbiriyle konuşmaya başladılar. Babacığı Kâbe’nin yanında namaza durdu. Secdeye vardığında Ukbe İbni Ebî Muayt adındaki azgın müşrik, bir deve işkembesi getirerek babasının sırtına koydu. Geriye çekilip uzaktan birbirleriyle gülüşmeye ve dalga geçmeye başladılar. Buna çok öfkelenen küçük Fâtıma babacığının sırtından o ağırlığı kaldırıp elbisesini temizlemedi. Fahr-i Kâinat Efendimiz secdeden başını kaldırdı ve o azgın kişilere ellerini açarak: “Allah’ım bu azgınları sana havale ediyorum Ya Rabbî! Kureyşi sana bırakıyorum” buyurdu.

Abdullah İbni Mesûd (r.a.) Kâbe hareminde Peygamber Efendimiz’e bu tür eziyet edenlerin sonlarının çok fecî olduğunu şöyle anlatır: “Allah Hakkı için o azgın müşrikleri Bedir günü gördüm. Hepsini katlettiler. Bir kısmını sürüyerek Bedir kuyusuna attılar.”

“RABBİM ALLAH’TIR DEDİĞİ İÇİN BİR ADAMI ÖLDÜRECEK MİSİNİZ?”

Hz. Fâtıma Mekke’de babacığının yanından ayrılmadığı için bu tür ezâ ve cefâları çok gördü. Yine bir gün Kâbe’ye varmışlardı. Müşrikler baabacığının etrafını sararak: “Şunu şunu söyleyen sen değil misin?” diye hakaret ettiler. Hatta azgın bir müşrik İki Cihan Güneşi Efendimiz’in yakasından tutup sıkıştırdı. Küçük Fâtıma çok korktu ve titreyerek yere yıkıldı. Efendimiz ise hiçbir telâşa gerek duymadan hak olarak söylediği sözleri tekrar ederek: “Evet bunları söyleyen benim” buyurdu. Bu esnada Hz. Ebûbekir yetişti ve: “Rabbim Allah’tır dediği için bir adamı öldürecek misiniz?” diyerek müdahale etti ve azgın müşrikleri oradan uzaklaştırdı.

Resûl-i Ekrem Efendimiz’in Mekke dönemi böylesine çetin geçti. İslâm’ın yayılması için bütün bu ezâ ve cefâlara sabretti. Zira zafer, sabırdan sonra idi. Bu sebepten o kendine yapılanlara aldırmaz, kin tutmaz ve kişileri Allah’a havâle ederdi. Bir gün yine yolda giderken azgın bir müşrik, Efendimizin üzerine toz toprak ve pislik attı. Üstü başı toz-toprak olan ve elbiseleri kirlenen Efendimiz eve döndü. Nur topu yavrucuğu Fâtıma, kapıyı açınca babacığını tanıyamadı ve ağlamaya başladı.

Ablaları da ağlıyordu. Peygamber babacığı ise kendilerine gülümsüyordu: “Zararı yok, su ile temizlenir” diyordu. Böylece nur parçası yavrularını sukûnete kavuşturmaya çalışıyordu. Fakat küçük Fâtıma ise hıçkırıklarını tutamıyordu. Onu susturabilmek için: “Ağlama kızım. Yüce Allah, babanı koruyacaktır.” buyurdu ve ona Allah’ın hıfz u emânında olduğunu duyurdu. Bu şekilde onun korku ve endişelerini gidermeye gayret etti.

İFFET VE İZZET-İ NEFS NÛMÛNESİ

Hz. Fâtıma, Peygamber babasının engin sevgisi ve bol şefkati altında büyüdü. Babacığındaki merhameti ve güzel ahlâkı, anneciğindeki asâleti, cömertliği, babacığına karşı hizmet, hürmet ve muhabbeti gördü. İslâm uğruna çektiği sıkıntılara nasıl katlandığını ve o yolda fedakârlığın en güzel örneklerini bizzat yaşayarak öğrendi. Tam bir iffet ve izzet-i nefs nûmûnesi olarak bütün güzellikleri hayatına nakşederek kendisini yetiştirdi.

O şanslı bir genç hanımefendiydi. Peygamber babası ve anneler sultanı Hz. Hatice’nin yanında onların gözetiminde eğitimini tamamladı. Rahmet ve şefkat pınarından doyasıya içti. Fakat küçük yaşta çok çileler çekti. Çocukluğu Kureyş’in zulüm, baskı ve ambargoları altında geçti. Daha henüz ömrünün baharını yaşarken anneciğini kaybetti. Mekke’de Müslümanlara ezâ ve cefalar arttı. İşkenceler dayanılmaz hal aldı. Bunun üzerine babacığına hicret izni verildi. Daha sonra da aile efradı ile birlikte kendisi de Medine-i Münevvere’ye hicret etti.

PEYGAMBERİMİZİN SON ÇİÇEĞİ

Hz. Fâtıma, bu göç ile çocukluk ve gençlik yıllarını geçirdiği Mekke-i Mükerreme’ye vedâ etti. Medine-i Münevvere’de huzurla yaşamaya başladılar… Babacığı Hz. Ayşe ablaları da Hz. Osman ile evlendi. Kendisi de evlilik çağına ulaşmış 16-17 yaşlarına girmişti. Nebiler Sultanı Efendimiz’in son çiçeği olarak ona tâlib olanlar çoğalmıştı.

HZ. FATIMA’YA (R.A.) TALİP OLANLAR

O, hassas ruhlu, zayıf yapılı idi. Yaşından beklenmeyecek derecede yüce bir ahlâka sahipti. Üstün bir zekâsı, halîm ve selîm bir yapısı vardı. Son derece mütevaziydi. Söz ve davranışlarında vakurdu. Çok az konuşurdu. Ağzından çıkan sözler inci danesi gibi hikmetler saçardı. Cömertti, zâhidâne yaşamayı severdi. Ev işlerinde maharetli ve becerikliydi. İki Cihan Güneşi Efendimizin bir parçası ve kalbinin meyvesiydi. Bu sebepten ona Peygamber’e hısım, akraba ve damat olabilme şerefine erebilmek için Ashâb-ı Kiram’ın büyüklerinden dahi talepler gelmişti. Önce Hz. Ebûbekir sonra Hz. Ömer dünür olmuştu. İki Cihan Güneşi Efendimiz bu yakın dostlarına: “Fâtıma hakkında Allah Teâlâ’nın emrini bekleyelim.” buyurmuştu. Bu haberler Medine’de yayılınca Ebû Tâlib ailesi Hz. Ali’yi bu konuda acele davranması için uyardı. Onun da gidip tâlip olmasını istediler. Fakat o: “Ebûbekir ve Ömer’den sonra bana verirler mi?” diye çekindiğini söyledi. İkna ederek onu istemeye râzı ettiler.

HZ. ALİ’NİN FATIMA’YI (R.A.) İSTEMESİ

Evliliği ile ilgili olarak Hz. Ali (r.a.) kendisi şöyle anlatır:

“Halk arasında konuşulanları duyan azadlı kölem bir gün bana: “Ey Ali! Fâtıma’nın Resûlullah’tan istendiğini biliyor musun?” dedi. Ben de: “Bilmiyorum.” dedim. Tekrar bana: “Ey Ali! Resûlullah’a gidip Fâtıma’yı sana nikâhlamasını istemekten seni alıkoyan nedir?” dedi. Ben de: “Yanımda birikimim yok.” dedim. O da: “Resûlullah’a gidersen, muhakkak sana Fâtıma’yı nikâhlar!.” diyerek bana gitmemi ısrar etti. Ben ise bu konu için Resûlullah’ın huzuruna çıkmaktan çekiniyordum. Fakat akrabalarımın hepsi bana: “Fâtıma’yı Resûlullah’tan bir de sen iste.”diye teşvik ediyordu. Sa’d ibni Mu’az (r.a.), bu hususta beni ikna eyledi. Nihayet çekinerek, sıkılarak da olsa Resûlullah’a bu teklifi götürmek üzere evden çıktım.

HZ. FATIMA’NIN (R.A.) MEHİRİ

Resûl-i Ekrem Efendimiz’i, Ümmü Seleme (r.a.) annemizin evinde buldum. Kapıyı çaldım ve selâm verdim. İçeri buyur ettiler. Efendimiz bana yanında yer gösterdi. Ben de edebli, mahcup ve heyecanlı bir vaziyette başımı öne eğip oturdum. Halimi anlayan Efendimiz “Ya Ali! Öyle zannederim ki bir murâdın var.” buyurdu. Ben de: “Ya Resûlallah! Anam-babam sana fedâ olsun. Senin bereketinle sırat-ı müstakimi bulduk. Hayatımın sermayesi sensin. Nice zamandır ona cüret edip söyleyemedim.” diye söze başlayınca bana tebessüm etti ve: “Herhalde Fâtıma’yı istemeye geldin.” buyurdu Ben de: “Evet” dedim. Bunun üzerine: “Fâtıma’ya mehir olarak verebileceğin neyin var?” diye sordu. Ben de: “Bir kılıcım, bir devem bir de küçük zırhım var.” dedim. Efendimiz: ”Kılıcın sana lazımdır. Deven bineğindir. Zırhını sat Ya Ali!” buyurdu ve sözüne devamla: “Hak Teâlâ kendi katında Fâtıma’yı sana nikâhladı. Senden önce melek gelip, bana bu hâli haber verdi.” dedi.

ALLAH’IN EMRİ

Hz. Ali, Resûlullah’ın huzurundan gayet neşeli bir şekilde çıkıp mescide vardı. Peşinden Efendimiz teşrif etti ve Bilâl’e yönelerek; Muhâcir ve Ensar’ı toplamasını söyledi. Ashâb-ı Kiram mescidde toplanınca Efendimiz minbere çıktı ve:

“Hamd olsun Allah’a ki, verdiği nimetlerle övülen O’dur! Kuvvet ve kudretinden dolayı kendisine ibadet edilen O’dur! Mülk ve saltanatından dolayı kendisine boyun eğilen O’dur! Azabından korkulan, yanındaki nimetleri umulan O’dur! Yerde ve göklerde hükmünü yürüten O’dur! Kudretiyle halkı yaratan, hikmetiyle mümtaz kılan ve izzetiyle sağlamlaştıran O’dur! Gönderdiği dini ve Peygamberi Muhammed’le (s.a.v.) halkı şereflendiren O’dur!

Yüce Allah, karşılıklı hısımlıklarla nesepleri birbirine katmayı emir buyurmuş ve bununla günahları ortadan kaldırmıştır.

Ey Müslümanlar! Yüce Allah Fâtıma’yı Ali’ye nikâhlamamı bana emir buyurdu. Sizler şâhit olunuz; Fatıma’yı 400 miskal gümüş mehirle Ali’ye nikâhladım.” buyurarak kısa ve öz bir hitabede bulundu. Sonra Hz. Ali kalktı ve: “Söze Hak Teâlâ’ya hamd ederek başladı. Peşinden Resûlullah kızı Fâtıma’yı bana nikahladı. Onun mehri benim küçük zırh gömleğimdir. Ben buna râzı oldum. Sizler de bu akde şahit olun” dedi. Ashâb-ı Kiram bu hayırlı işe çok sevindi. Cümlesi ayrı ayrı Hz. Ali’yi tebrik etti. Sonra Resûl-i Ekrem, Hz. Ali’nin evine geldi ve: “Ya Ali! Var git küçük zırh gömleğini sat, parasını bana getir.” buyurdu.

Hz. Ali zırhını alıp çarşıya çıktı. Yolda Hz. Osman ile karşılaştı. Zırhını satacağını söyleyince Hz. Osman istediği bedeli 480 dirhemi verdi ve satın aldı. Sonra ona: “Ya Ali! Bu zırha sen benden daha lâyıksın. Lütfen hediyem olarak kabul eyle.” diyerek geri verdi. Hz. Ali, bu muhabbet ve hediyeye çok sevindi. Zırh gömleğini ve parayı alarak İki Cihan Güneşi Efendimiz’e getirdi. İki seçkin ashâbının karşılıklı muhabbetinden ve yardımlaşmasından pek memnun kalan Efendimiz. Hz. Osman’a dua etti. Onun nazik davranışını takdir etti.

HZ. FATIMA’NIN (R.A.) ÇEYİZİ

Resûl-i Ekrem Efendimiz, o paradan bir miktarını alıp Bilâl’e verdi. Bununla çarşıdan koku almasını tenbih etti. Düğün için gerekli zarûrî ihtiyaçları çeyizleri almak üzere bir miktar daha aldı ve Hz. Ebûbekir’e uzattı. Paranın kalan kısmını da müminlerin annesi Ümmü Seleme’ye (r.a.) emanet olarak gönderdi. Hz. Ebubekir, Selman ve Bilâl (r.a.) yardımcıları birlikte çarşıya çıkıp çeyizlik eşyaları ve diğer ihtiyaçları temin ettiler. Çeyiz olarak alınan eşyalar şunlardı:

1 adet kadife yorgan, 1 adet yüzü deri içi lif dolu yastık, 3 adet minder. 2 döşek, 1 koç postu, 1 adet topraktan yapılmış su testisi, 1 su tulumu, 1 elek, 1 kilim, 2 adet Yemen işi, üzerleri gümüşle işlenmiş elbise, 2 adet el değirmeni, 1 meşin su bardağı, 2 adet çanak çömlek, 1 adet hurma yaprağından örülmüş sedir.

HZ. ALİ İLE FATIMA’NIN (R.A.) DÜĞÜNÜ

Zaman su gibi akıp gidiyor, günler bir bir geçiyordu. Hz. Fâtıma’nın çeyizleri alınmıştı. Düğün hazırlıkları tamamlanmış fakat günü belirlenmemişti. Hz. Ali ile kardeşi Akil düğün mevzuunda görüşmek üzere birlikte Resûl-i Ekrem Efendimiz’in hanesine geldiler. Kapıda Ümmü Eymen’e rastladılar ve durumu ona açtılar. O da: “Bu iş için bana biraz müsade edin. Ben size yardımcı olayım. Meseleyi önce Resûlullah zevcelerine açar ve bir cevap almaya çalışırım.” diyerek onları geri döndürdü.

Resûlullah’ın hizmetinde bulunan dadısı Ümmü Eymen bu meseleyi Ümmü Seleme annemize söyledi. O da Hz. Âişe’nin (r.anha) evinde toplandıkları bir sırada Peygamber Efendimiz’e durumu arzetti ve: “Yâ Resûlallah! Haticetü’l-Kübrâ hayatta olsaydı bize söz düşmezdi. O bu işi tamamlardı.” diyerek söze başladı. Vefâkar Efendimiz, Hz. Hatice annemizin ismini duyunca; “Onun gibi hatun nerde bulunur? Herkes beni yalanlarken o tasdik etti. Bütün malını İslâm yoluna sarfetti.” buyurdu. Onun hizmetini ve büyüklüğünü bu vesileyle tekrar duyurdu.

Ümmü Seleme annemiz söze devamla: “Ya Resûlallah! Hakîkaten Hatice dediğiniz gibiydi. Cenâb-ı Hak onu ve bizleri Cennet’te cemeylesin. Şimdi onun kızı Fâtıma’yı düşünsek. Amca oğlun Ali düğünlerinin yapılmasını istiyor. Siz ne buyurursunuz?” dedi. Efendimiz: “Ali bana böyle bir şey söylemedi.” buyurdu. Ümmü Seleme annemiz de: “Ya Resûlallah! Ali mahcûbiyetinden, edebinden size söyleyemez.” dedi. Fahr-i Kâinat Efendimiz: “Öyleyse Ali’yi çağırın.” buyurdular. Ümmü Eymen (r.a.) koşup Hz. Ali’yi çağırdı. Mahcubiyetinden sıkılarak huzura giren Ali (r.a.) bir kenara oturdu. Fahr-i Kâinat Efendimiz: “Yâ Ali düğününüzün olmasını arzu ediyor musun?” buyurdu Ali (r.a.) de: “Evet” dedi. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem Efendimiz: “Fâtıma’nın çeyizi tamamdır. İnşallah bu vazifede yerine gelecektir.” buyurdu. Ümmü Seleme annemize haber gönderip 10 dirhem istedi. Gelen parayı Hz. Ali’ye uzattı ve: “Ya Ali! Bir miktar hurma, biraz tereyağı biraz da yoğurt al gel” buyurdu.

HZ. ALİ’NİN (R.A.) DÜĞÜN YEMEĞİ

Hz. Ali siparişleri alıp huzura getirdi. Efendimiz hurmaları bir kaba boşaltıp mübarek elbisesiyle ezdi. Biraz un, yoğurt ve tereyağı ile karıştırarak tatlı bir düğün yemeği yaptı. Arapların meşhur “Hays” adını verdikleri bu yemeği tabaklara koydu. Bu velîme hazırlığından haberdâr olan Sa’d İbn Ubâde (r.a.) katkı olmak üzere derhal bir koyun kesti getirdi. Bir başka sahâbî yağ, un v.s. getirdi. Hazırlıklar tamam olunca Efendimiz: “Yâ Ali! Ashab-ı Kiram’ı davet et! Dostlarını davet et!” buyurdu. O da dışarı çıkıp ashâbı davet etti. Gelenler onar onar içeri alınıp sıra ile sofraya oturtuldu. Bu şekilde sofralar dolup taştı. Gönülleri bereket, rahmet kuşattı. Hz. Ali o gün velîme yemeğinden 700 kişinin yediğini nakletmiştir.

İki Cihan Güneşi Efendimiz, Ümmü Seleme annemizle Ümmü Eymen’den Fâtıma’yı (r.anha) giydirip kuşatmalarını istedi. Bir deve getirilip süslendi. Hz. Fâtıma bindirildi. Yuları Selman-ı Fârisî’nin (r.a.) eline verildi. Huzur ve neşe içerisinde Hz. Ali’nin evine getirildi. Böylece kadınlık âleminin hanımefendisi Hz. Fâtıma şânına yakışan bir sadelik içinde gelin oldu. Bu mesut düğün hicretin 2. yılının Zilhicce ayında yapıldı.

PEYGAMBER EFENDİMİZ’İN EVLİLİK DUASI

Ümmü Eymen’in anlattığına göre Resûl-i Ekrem Efendimiz kendisi gelinceye kadar Hz. Ali’nin Fâtıma’nın yanına gerdeğe girmemesini emir buyurmuştu. Efendimiz gelip kapıyı çaldı. Dadısı Ümmü Eymen karşıladı. Selam verdi. İçeri girmek için izin istedi. İzin verilince girdi ve: “Kardeşim burada mı?” diye sordu. Ümmü Eymen: “Ya Resûlallah! Kardeşin kim?” dedi. Efendimiz de: “Ali ibni Ebî Tâlib” buyurdu. Dadısı: “Sen kızını onunla nikâhladığına göre o nasıl kardeşin olur?” dedi. Efendimiz: “Evet! o öyledir.” buyurdu. Yani o benim dinde kardeşim olur. Fâtıma ile evlenmesinde bir sakınca yoktur dedi. Sonra bir kapla su getirtti. Abdest aldı ve Hz. Ali’yi çağırdı. Abdest suyundan göğsüne iki omuzunun arasına serpti. Sonra Hz. Fâtıma’ya da aynı şekilde davrandı ve: “Allahümme bârik fîmâ ve bârik lehüma fi neslihimâ= Allah’ım bu evliliği mübarek kıl! Onlara ve nesillerine mübarek kıl.” buyurdu ve: “Ey Allah’ım ! Fâtıma ve zürriyeti hakkında kovulmuş şeytandan sana sığınırım.” diye duâ etti. Hz. Ali için de aynı duâyı tekrar ederek: “Allah’ın ismi ve bereketiyle gir zevcenin yanına.” buyurdu.

Fahr-i Kâinat Efendimiz evlenecek bir kimseyi tebrik edeceği zaman “Allah bunu senin için mübarek kılsın! Allah’ın bereketi senin üzerine Olsun! Allah ikinizi hayırda birleştirsin!” diye duâ ederdi.

“O BENDEN BİR PARÇADIR”

Yeni gelin ve damata bu duâları yaptıktan sonra onların arasındaki muhabbeti kuvvetlendirmek için kızına: “Vallahi Ey Fâtıma! Ben seni, ailemin en hayırlısına nikâhladım! Allah hakkı için erin iyi erdir. Sahâbenin evvelidir. İslâm’ın büyüğüdür. İlim de en derinidir. İmamların kadısı, İslâm’ın kahramanıdır. Zinhar ona isyan eyleme ve emrine muhalefet etme!” diye nasihatta bulundu. Damadına da: “Ey Ali, Fâtıma’nın hakkına riâyet eyle! Onu hoş tut. O benden bir parçadır. Eğer onu üzersen, beni üzmüş olursun.” buyurdu. Her ikisini de Allah’a emanet ederek oradan ayrıldı.

Yeni bir hayat başladı. Nurlu bir ocak kuruldu. İki Cihan Güneşi Efendimizin neslini devam ettirecek bir nur yumağı oluştu. Bu mesut evlilikten “seyyid” “şerif” ünvanlarıyla anılan bahtiyar insanlar dünyaya geldi. Cennet gençlerinin efendileri ve cennet hanımlarının efendileriyle nurlu nesil devam etti.

Seyyidler neslinin kaynağı olan bu aile muhabbet dolu sıcacık bir yuva oldu. Orada sevgi, saygı şefkat, merhamet, hizmet, firaset, nezâket ve nezâhet gibi üstün ahlâkî meziyyetler yeşerdi. Acısıyla tatlısıyla hayatı olduğu gibi kabul eden aile ferdleri, dünyanın sıkıntılarını da birlikte sabır ve rıza ile göğüslediler. Evin içindeki hizmetler Hz. Fâtıma’ya dışardaki işler de Hz. Ali’ye bırakıldı. İç ve dış hizmetleri paylaşma yönüyle onlar bir bütünün iki parçası haline gelmişlerdi. Hz. Fâtıma yerine göre el değirmeninde arpa öğütüp ekmek yaptı. Yemeğini pişirip, temizliğini yaptı. Ev işleriyle uğraştı. Değirmeni çevirmekten avuçlarının içi kabardı. Ama yokluktan, yoksulluktan hiç şikâyet etmedi. Zâhidâne bir hayat yaşayıp kimseye dert yanmadı.

“HAYDİ NAMAZA!”

Fahr-i Kâinat Efendimiz damadını ve kızını evliliklerinin ilk altı ayında devamlı sabah namazına çıkarken kapılarının önünde durup: “Ey Muhammed’in ev halkı! Haydi Namaza!” diye çağırmış ve peşinden; “Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden günah kirini gidermek, sizi tertemiz yapmak ister.” meâlindeki Ahzâb Sûresi 33. âyetini okumuştur. Bir defasında da sabah namazı dönüşünde damadının evine uğramış ve kızını uykuda bulunca, namazını kılmadı zannederek şöyle seslenmişti:

“Kızım Fâtıma! Muhammed Mustafa’nın kızıyım diye sakın namazı terk edeyim deme. Beni hak Peygamber olarak gönderen Allah’a andolsun ki, beş vakit namazı vakti içinde kılmadıkça cennete giremezsin” buyurdu.

Resûl-i Ekrem Efendimiz bir gün kızının hastalandığını duydu ve ziyaretine gitti. İmran İbni Husayn (r.a.) da yanında idi. Kapıya varınca tıklattı ve selâm verdi. Hz. Fâtıma derhal kapıyı açtı ve : “Buyurun babacığım” diyerek içeriye aldı. Sevincinden hastalığını unutmuş gibiydi Efendimiz: “Kızım yanımda İmrân İbni Husayn var başını ört!” buyurdu. Hz. Fâtıma: “Babacığım bundan başka örtüm yok. Onunla başımı örtsem vücudum açıkta kalıyor.” dedi. Efendimiz:“Örtüyü düz olarak değil, değirmi köşeli olarak ört ki her tarafını kapasın” buyurdu Sonra İmran İbni Husayn da içeri alındı. O da “geçmiş olsun” dileğinde bulundu dua ederek izin istedi.

Hz. Fâtıma böylesine yoksul ve fakirlik içerisinde bir hayat sürdü. Bir gün arpa öğütmek için el değirmenini çevirmekten avuçlarının içi kabardı. Bunu Hz. Ali’ye göstererek bir çare aramasını arzu etti. Hz. Ali da dilersen babacığına durumu açabilirsin dedi. Medine’ye esirlerin getirildiğini duyan Hz. Fâtıma babacığından bir hizmetçi vermesini istedi. Rahmet Peygamberi Efendimiz kızına: “İstediğinden daha hayırlısını size haber vereyim mi?”

ALLAH ZİKRİNİN FAZİLETLERİ

Cebrâil’in bana öğrettiği şu kelimeleri her namazın sonunda okursan, hizmetçiden daha iyidir. Bunlar: Otuz üç defa: “Subhânallah” otuz üç defa: “Elhamdülillâh” otuz üç defa da: “Allahü Ekber” demenizdir.

Hz. Ali ile Fâtıma arasında kurulan evlilik ümmete ibretler dolu örnek bir yuva oldu. Karı ile koca arasındaki sevgi saygı, samimiyet, hizmet ve güzel geçime en iyi örnek bir yuva. Bu yuvanın fertlerinden birisi üzgün olsa diğeri onun üzüntüsünü gidermek için gayret eder ve evdeki eksikleri görmezden gelerek musâmaha ile karşılardı. Müşterek hizmet ve sohbet zeminleri oluşturularak birbirlerini dinler ve dertleşirlerdi. Fakat beşer olarak küçük kırgınlıklar da olmaz değildi.

Bir gün Resûl-i Ekrem Efendimiz kızını ziyarete gitmişti. Damadını evde göremeyince kızına: “Amcanın oğlu nerede?” diye sordu Hz. Fatıma da: “Aramızda ufak bir şey geçti. O sebeple çıkıp gitti.” cevabını verdi. Bunun üzerine İki Cihan Güneşi Efendimiz dışarı çıktı ve Sehl İbni Sa’d’a (r.a.): “Ya Sehl git Ali’ye bak. Nerede ise bana haber ver.” buyurdu. Sehl doğru mescide koştu. Hz. Ali’nin orada uyumakta olduğunu gördü. Dönüp geldi ve mescitte yattığı haberini verince Efendimiz kalktı mescide gitti. Hz. Ali toprak üzerine uzanmış uyuyakalmıştı. Rahmet Peygamberi Efendimiz damadını bu vaziyette görünce mübarek elleriyle yüzündeki tozları sildi. Üstü başı toprak olduğu için “Ey Ebû Tûrâb kalk!” diye seslendi Efendimiz’in sesini duyan Hz. Ali derhal ayağa kalktı. Üstü başı toz toprak içinde olmuştu. Efendimiz elbisesini temizlemeye yardım etti ve elinden tutarak evine götürdü.

Peygamber Kızı Hz Fatma'nın Çeyizi Nelerdi

Hz. Peygamberimiz Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi vesellem efendimizin kızı hz Fatma. Hz Ali’nin eşi Hz. Hasan ve Hüseyinin Valideleri yani anneleridir. Efendimiz’in kızı Hz. Fatıma’nın, Hz. Ali ile evlendiğinde ömür boyu kullanacağı ev eşyaları arasında neler vardı? Hz Fatmanın mihri (mehri) neydi?

Hz. Fatıma (ra); Peygamber Efendimizin (sav) risaletinin beşinci yılında, hicretten sekiz yıl önce, Mekke’de dünyaya geldi. Hz. Fatıma İslam Peygamberi’ nin dördüncü ve en küçük kızıdır. O, Efendimiz’in soyunu devam ettiren gül neslinin anasıdır. O, “neslinden gelecek olanların cehennem azabından fersah fersah uzak olduğu” Fatıma’dır.

Cennet hanımlarının baş tacı olan Fâtıma validemizin ömrü boyunca kullanacağı ev eşyası da, bundan ibaret olacaktı. Bu çeyiz eşyasının parasını, müstakbel eşi Hz. Ali vermişti. Bunun İslam’daki adı mehirdi. Bakalım Hz. Ali’nin verdiği (dört yüz dirhemlik) mehirle, Re-sûlullah’ın muazzez kerimesi Fâtıma validemize nasıl bir Çeyiz eşyası alınacak; cennet hanımlarının baş tacı, günümüzdeki ha- nımlara örnek olan saâdethanesini nasıl bir çeyiz eşyasıyla süs- leyecektir?

Neden sonra İmam-ı Ali’nin evinin kapısına bir deve yükü olarak getirilen çeyiz (doğru adıyla cihaz) eşyası indirilmeye başlandı.

Ashabın her biri, bir hizmetin içindeydiler. Bu mutlu günün sevinç ve huzuru, her birinin mütebessim yüzlerinden okunuyordu.

Hz. Ali ile evliliğinde düğün, çok sade bir merasimle yapıldı. Misafirlere bal şerbeti, hurma ve gülsuyu ikram edildi. Daha sonra nikâhları da Mescid’de kıyıldı. Mehir olarak Hz. Ali’den dört yüz dirhem gümüşü uygun gören Efendimiz (asm), onun zırhı ve atından başka bir şeyinin olmadığını öğrenince zırhını satmasını söyler. Hz. Ali (ra) dört yüzseksen dirhem gümüşe zırhını satar ve bunun dört yüz dirhemi mehir olarak Hz. Fâtıma (ra)’ya verilir. Ancak Fâtıma (ra) bu mihri çok bulur; kendisine en güzel mihrin kıyamet günü İslâm ümmetinin Peygamber (asm)’in şefâatiyle affedilmesi olacağını söyler ve bu konuda dua eder. Ancak kendisi için ayrılan dört yüz dirhemi düğün masraflarına harcanmak üzere hibe eder.

Nikâh mescidde Peygamberimizin (asm) bir hutbesi ile ilân edilir. Hz. Ali (ra)’nin şartları kabul etmesi üzerine, sâde bir törenle nikâh kıyılır ve misafirlere bal şerbeti, hurma ve gül suyu ikram edilir. Hz. Fatıma (ra) babasından ayrılıp Hz. Peygamber (asm) mescidine bitişik, zemini toprak eve yerleşmişti. Peygamberimiz kızını evlendirmekle ondan kopmadı,her sabah onları namaza kaldırır, bir yolculuğa, sefere çıkacağı zaman en son vedâlaşacağı kişi Fâtıma olur; döndüğünde ise hanımlarından önce ona uğrardı. Efendimiz bu yeni yuvaya çok önem veriyor; ümmetin geleceğini bu yuvanın etkileyeceğini bilerek onları yönlendiriyor, eğitiyordu. Hz. Ali (ra) ve Hz. Fâtıma (ra) arasında işbölümünü bizzat kendisi yapmıştı.

Dilerseniz, Hazret-i Ebû Bekir’in seçip, Bilâl-i HabeşP ile Sel-mân-ı Farisi’nin yardım ederek getirdikleri çeyiz eşyasına bir göz atalım. Bunlar nelerdi?

1- Üzerinde namaz kılınacak güzel bir seccade.

2- Üç adet üzerine oturulacak minder.

3- İçi hurma kabuğu lifleriyle doldurulmuş yastık.

4- Buğday öğütecek el değirmeni ile, su tulumu, su testisi, su bardağı.

5- Değirmende öğütülmüş buğdayın kepeğini ayırmaya yarayacak, yeni geliştirilmiş bir elek…

6- Elle örülmüş bir battaniye, havlu, üzeri yünlü deri, pösteki.

7- Sedir, yani divan.

8- Kadife yorgan…

9- Geliştirilmiş deriden ma’mul, yere serilecek sofra…

Fâtıma validemizin bu cihaz eşyası, Hazret-i Ali’nin evine indirilip içeri alınırken, durumu seyreden Allah’ın Resûlü, bunu onların çok göreceklerini, fazla bulacaklarını düşünmüş, ellerini kaldırıp, pırıl pırıl gözyaşı dökerek şöyle dua etmişti:

“-Yâ Rab! Senin sevmediğin israftan çekinen bu insanlara, bu eşyayı hayırlı eyle!”

İşte cennet hanımlarının seyyidesi olduğu hadislerle sabit olan Fâtıma validemizin cihazı bu idi.

O, bunlarla mutlu oldu. Bu eşyalarla ömrünü tamamladı. Bunlarla huzur bulup rahat etti.

Günümüzde nice ana-babalar, nice kız ve gençler vardır ki, çeyiz için karşı tarafı kasıp kavurur, soyup soğana çevirir; huzuru, saadeti birtakım mobilyada, koltukta, ev eşyasında ve sandık içinde ararlar. Halbuki, bunların hiçbiri huzurun tek şartı, esas unsuru olamazlar. Saadet birtakım odun parçası, çaput yükü ile vücut bulmaz.

Evlilikte, huzurun ilk şartı,, ana unsuru, fikirde birlik, değer ölçülerinde ortaklık, hayat anlayışında müşterekliktedir. Dinf ölçülere, İslamf kaidelere olan bağlılıktadır. Çevrenin kötü telkinine boyun eğmeyecek şahsiyete sahip olmaktadır. Bu şuura mâlik olan taraflar, bu iman ve iz’an birliğine sahip bulunan akraba ve karı-kocalar, ayaklarını yorganlarına göre uzatırlar, ne iyiden iyiye temel ihtiyaçlarını iptal ederler, ne de işi çığırından çıkartıp da karşı tarafı yıkmaya yönelir, ihtiyaç dışı isteklerde ısrar ederler. Belki, zararlı arzularını durdurur, fuzuli isteklerini terk eder, gönüllerdeki birliği, sevgi ve muhabbeti en büyük çeyiz olarak görürler.

İLGİLİ HABERLER

Ümmü Süleym (r.anha) hayatı ( Hanım Sahabeler )

Hind bint-i Utbe'nin hayatı...( Hanım Sahabeler )