Hoş geldin Ya Şehr-i Ramazan

A.TALİP KOKTAŞ

Diyet değil niyet ederek sana merhaba diyoruz Ey Ramazan!

Sırrın körü körüne aç kalmakta değil, o aç kalmışlığı idrak etmekte gizlidir Ey Ramazan!

Manevi iklimin feyiz ve bereket kapısısın Ey Ramazan!

Başı rahmet, ortası mağfiret, sonu da cehennemden kurtuluş olan en kıymetli zamansın Ey Ramazan!

Hayat rehberi, yaşam kaynağı, Allah’a varan bu yolda kılavuzumuz olan Kur’an-ı Kerim’in indirilmeye başlandığı aysın Ey Ramazan!

Bir ömre bedel, bin aydan daha hayırlı, meleklerin yeryüzüne indiği, kadrimizin bilineceğinin ümidini içimizde yaşatan o mübarek gecenin sahibisin Ey Ramazan!

Rahmetin, huzurun, ihsanın, sevabın, bağışlanmanın, ibadetin, paylaşmanın, kardeşliğin dualara karışıp göğe yükselip sağanak sağanak üzerimize yağmasının vesilesisin Ey Ramazan!

“Allah sabredenlerle beraberdir” ayetini hayatımıza nakşederken sabrı bize en güzel şekilde öğreten öğretmensin Ey Ramazan!

Hoş geldin Ya Şehr-i Ramazan!

* Nerde o eski Ramazanlar?

İftar sofralarımız lüks ve gösterişin nişanesi oldu. Rızkımız yiyebildiğimiz kadar iken envai çeşit yemeklerle donattık sofralarımızı. Midemizden ziyade gözümüzün doyması önceliğimizmiş gibi.

Ramazan adı altında hiç bir masraftan kaçınmaksızın kurduğumuz masaların üstünde orucumuzu açarken aynı masanın altında nice fakir ve gariban bir bardak su ile iftar edebilmenin çabasıyla çırpınıyordu.

Bilmem kaç bin liralık o iftar masalarının altında nice garibanın ezildiğinin bilincinden yoksun oruçların açıldığı zamanlara erdik. ‘Komşusu aç iken kendisi tok yatan bizden değildir’ hadisini unutarak iftar çadırlarına mahkûm ettik garibanlarımızı, garibanlığımızı.

Çocukluğumuzda iftara dakikalar kala annelerimizin elimize tutuşturduğu tabaklarla kapı kapı dolaşır yediğimizden komşumuza da yedirmenin mutluluğunu yaşardık. Şimdilerde ise sadece komşularımızla değil, bütün insanlar ile paylaşıyoruz iftar sofralarımızın fotoğraflarını!

“Kim bir oruçluyu iftar ettirirse, oruçlu kadar sevap kazanır” ilkesiyle birbirimize ikram ettiğimiz iftariyeliklerimiz vardı, bir oruçluya iftar ettirmenin mutluluğunu duyduğumuz. Mahalle iftarlarımız vardı, sokakların manevi iklime büründüğü ve paylaşmanın hazzının bütün ruhu kapladığı. Şimdilerde ise ‘Aman kimse gelmesin, hazırladıklarımız anca bize yeter.’ acizliğinde yaşıyoruz iftarları.

Teravihlerde çocuk neşesi ve kahkahasıyla şenlenen cami avlularımızda o çocukların kıymetini bilemediğimiz için midir bilinmez, lakin şimdi biz bile giremez olduk o camilerin avlularına. Yoksa “Başınıza gelen her musibet kendi yapıp ettikleriniz yüzündendir...” ayetine mi muhatap olduk? Şimdi ne çok istiyoruz çocuklarımızla birlikte o camilere girip omuz omuza, yürek yüreğe bir vakit bile olsa cemaatle teravih kılıp, salâvatlar getirebilmeyi.

* Karantinada Ramazan

Mahyalar bu ramazanda ‘Evde Kal’ derse hiç şaşmamak gerek.

Camilerin kapalı olduğu, teravihlerin evlerde kılınacağı, orucun tutulup tutulamayacağı tartışmalarının gündeme geldiği bir Ramazana erdik.

Yaşça benden büyüklerin bile ilk defa tanıklık edeceği bir dönemden geçiyoruz. Minarelerin bize, bizim de camilere mahzun mahzun baktığımız bir zamanda karşılıyoruz Ramazanı.

İki adım ötemizde duran camiler şimdi o kadar uzak ki bize. Daha acısı kıblemiz Kâbe bile hüzün kokuyor bu Ramazanda.

Bir virüs terbiye ediyor orucun terbiyesinin kıymetini bilmeyen ruhlarımızı. Resmi binlerce kez büyütsek bile acıdan başka bir şey göremeyeceğimiz şu zamanlarda boğazımızda duruyor ve yutkunamıyoruz acıyı.

* Ramazan bize hoş geldi mi acep?

Biz ‘Hoş geldin Ya Şehr-i Ramazan’ demesine diyoruz da, Ramazan bizi hoş buldu mu acaba? Bunu hiç kendimize sorduk mu? Ramazan hoş gelirken bizi hoş bulması için on bir ay boyunca hiç bir hazırlık yaptık mı, yoksa daha şevvalin ilk günlerinde bayram telaşı ve neşesiyle onu bir anda unuttuk mu?

Ramazanı sadece midemizin aç kalması olarak anlayıp, dilimizi, gözümüzü, elimizi, kalbimizi, hâsılı bütün ruhumuzu günahlardan arındırıp aç kalmasını sağlayabildik mi?

Oruçluyken kimseyle tartışmayın, “Biri size oruçluyken sataşırsa, ‘Ben oruçluyum’ deyin” diye buyuran Peygamberin, sabrı ve sükûneti unutup oruçlu olduğumuzun arkasına sığınıp gereksiz kavgaların baş aktörü olan ümmeti(!) oluverdik.

* Yeniden iman edelim!

“Ey iman edenler! ... iman edin.” (Nisa Suresi, 136. Ayet) ayetini kendimize şiar edinerek yeniden ve gönülden iman ederek ruhumuzu tazeleyip huzura öyle varmanın huzuruna erelim bu ramazanda.

İnsanlığımız, Müslümanlığımız hala ölmemişken, fırsat elimizden henüz kaçmamışken paylaşmanın kıymetini bilip kardeşliğimizin yeniden tesisi için elimizi değil, bütün gövdemizi bu yükün altına koyalım. Eski Ramazanları yeniden canlandırıp yaşamak ve yaşatmak için imkân varken üzerimize düşeni yapalım.

Herkes kendi içindeki şeytana kilit vurursa o vakit zincire vurulmuş olur bütün şeytanlar.

Vahdetimize sebep olunca Ramazan, aynı anda açılan iftarlar anlam bulur bir hurmanın güzelliğinde.

Bir sıcak Ramazan pidesi tadında yüreğimizi açalım gönül dostlarına. İftar sofralarımızdan bir tabak yemeği eksiltip komşumuza göndermekle aç kalmayız.

Bayram tadında yaşanır, idrakine varılmış Ramazanın nihayeti.

* Dua!..

Sahurun hazırlığımız, imsakın miladımız, iftarın da felahımız olacağı bir Ramazan geçirmek dileğiyle...

Peygamber Efendimizin (SAV) Kadir Gecesinde yaptığı duaya gelin hep birlikte ‘Âmin’ diyerek merhaba diyelim Ramazana:

“Allahümme inneke afüvvün tühibbü'l-afve fa'fu annî ”

“Allahım sen affedicisin, affetmeyi seversin, beni (bizi) de affet.”

Âmin.