Hissetmeyen ruhlar için bir şehir faciası

XV. ve XVI. yüzyılda yaşayan Osmanlı Şeyhülislamlarından İbn-i Kemal (Kemalpaşazade) hukukçu, müfessir, müderris, felsefe ve kelamcılığının yanı sıra şair, edebiyat adamı ve döneminin önemli bir tarihçisidir. Yavuz Sultan Selim'in Mısır seferine Anadolu kazaskeri olarak katılmış ve sefer esnasında atının ayağından sıçrayan çamurlar padişahın kaftanına sıçrayınca, Yavuz Selim "Ulema ayağından sıçrayan çamurların medar-ı zu00eenet ve mefharet ola

u00c2şık Çelebi'nin anlattığına göre de, Mısır seferi sırasında Ordu Karaman'dan geçerken Yavuz'un kendisine o diyardaki şiddetli fırtınaların, gök gürültülerinin sebebini sorması üzerine İbn-i Kemal, "Karaman topraklarının merkezinin Mevlana'nın irşad mekanı olan Konya olduğu"nu "bundan dolayı o diyarın dağı, taşı ve toprağının sema halinde bulunduğunu" söyler.

Osmanlı'nın kemal devrinin bu kamil şahsiyetinin birçok Arapça, Farsça ve Türkçe eserleri vardır. Bunlar içerisinde oldukça önemli bir Osmanlı Kroniği olan Tevaru00eeh-i u00c2l-i Osman, Sultan II. Bayezid'in isteğiyle yazılmış ve padişaha takdim edilmiştir. Daha sonra Yavuz ve Kanunu00ee devirlerindeki vak'aları da eklediği bu büyük eserde "u2026Şehr-i Sivas yıkılduğını beyan eyler" başlığı altında anlattığı bir olay var ki, İbn-i Kemal bu hadiseyi yürekleri yakan bir şekilde kaleme alır.

Timur'un Sivas'ı ele geçirip yerle bir etmesi ve Yıldırım Bayezid'in oğlu ve veliahtı olan Şehzade Ertuğrul'un bu olaydan bir süre önce ölümü ilgili şunları söyler: "u2026Şehr kenarında bir çoban sürüsi yanında düdügini çaladururmış, yarın ve diyarın anup, nar-ı iştiyak-ı neyistan-ı firaka saladururmuş. Sultan Yıldırım Han berk-i te'essüf ü telehhüfle yanayorurken, darü'l-mülk-i Burusa'da yapdurduğı imaretün maslahatın görürken ol nay avazı kulağına çalmış, gu00fbş-ı huşinun dervazesini almış, eyitmiş: "Çal bire çoban çal! Ne canun yandı, ne cigerün yakıldı? Ertuğrul gibi oğlun mı öldi, Sivas gibi şehrün mi yıkıldı?"

İbn-i Kemal, aynı bahiste Timur'un Sivas'ı talanına dair bir de beyit yazar:

"Oldı Sivas ehlinün hali harab

Didiler ol yıl içün sal-i harab"

Bugünkü dille: Şehir kenarında bir çoban, sürüsünün yanında kaval çalıyormuş. Kavalına; sevdiğini ve memleketini anıp, hasretlik ateşini üflermiş.. Sultan Yıldırım Han göğsündeki hüzün, hasret ve kederle yanıp, tutuşurken; Bursa'da yaptırdığı imaretin işlerini gördüğü bir sırada kulağına o kavalın sesi çalınmış. Can kulağıyla dinledikten sonra şöyle demiş: "Çal bre Çoban, çal! Senin hangi canın yandı, hangi ciğerin yakıldı? Ertuğrul gibi oğlun mu öldü, Sivas gibi şehrin mi yıkıldı?"

Timur'un Sivas'ı istilasıyla birlikte şehirde müthiş bir yağma ve kıyım yapması ve şehri ateşe vermesi, tarihe "sana öyle bir kötülük edeyim ki Timur Sivas'a etmemiş ola!" şeklinde deyim olarak geçmiştir.

İçinde yaşadığımız şehirden habersizliğin verdiği şehir dertsizliği o hale geldi ki; kimliğinin yok olması, şahsiyetinin kaybolması ve giderek ruhsuz bir nesne yığınına dönüşmesi karşısında hayret etmek bir yana, aldırış bile etmiyor, yok olan şehirle birlikte kendimizin de yok oluşunu seyrettiğimizi anlayamıyoruz.

İbn-i Kemal'in yukarıda söylediği Mevlana'nın yurdundaki kasırgaların, ondan 300 yıl sonra bile o topraklardan yükselen sema hali olduğuna dair sözleri, Anadolu'nun bütün şehirlerinin aynı ihtizaz (titreşim)lara sahip olduğunu bize ihtar etmiyor mu? Yunus Emre'nin "Hor bakma sen toprağa. Toprakta neler yatur. Kani bunca Evliya. Yüz bin Peygamber yatur" dediği hikmet bu olsa gerek.

Onun için "şehrin ne olduğu" sorusu "şehrin, toprağı altında kimleri barındırdığı" ve "kimlerin ona sahip çıktığı"yla cevap bulur. Bu da ifadesini "şerefül mekan bil meku00een" (bir mekanın şerefi, o mekanda oturanlarla kaimdir) sözünde bulur.

Yıldırım Bayezid'in şehrin tarumar edilmesi karşısında, o yürekleri dağlayan "Ertuğrul gibi oğlun mu öldü, Sivas gibi şehrin mi yıkıldı!" sözündeki derin, yakıcı feryad bugün bize tesir ediyor veya ders veriyor mu?

Feryadın, elemin de derin bir dili var. Ne bu dile aşinayız, ne de bu feryatları işitebiliyoruz.

Şehirlerimiz, yani medeniyetin tecelligahları hızla yok ediliyoru2026 Kirlenmeyi aşmış bir yok ediliştir bu. Tanzimat'la başlayan tarih ve medeniyetinden tiksinme ve ona karşı kasırga afeti misali gösterilen düşmanlık tavrı, erken Cumhuriyet döneminde tarihu00ee mekan yıkımlarıyla cinnete dönüşmüş, daha sonra da fırtınalarla devam etmiştir. En son adına Kentsel Dönüşüm denilen yeni kasırgayla şiddetlenerek devam ediyor. Herhalde Buhara'ya, Semerkand'a, Bağdat'a, Sivas'a ve daha birçok medeniyet şehirlerine saldıran Moğollar modern zamanlarda yaşasalardı ancak böyle bir yıkım şekli düşünebilirlerdi. Artık, Kelam-ı Kadu00eem ve Peygamber kelamındaki "medine, belde, karye" olarak ifade edilen mamur şehir diye nitelendirilebilecek yaşanmaya değer mekanlar yok oldu. Baktığı her objenin kendisine varlık idrakini hissettirdiği, mekanların ihtişamındaki uyarıcı faniliği hatırlattığı şehirlerimiz tedricen arzı terk ediyor, yok ediliyor. Kimin yıktığının önemi yok. Ha dünün Moğolları ha bugünün!

Zihnimiz ve görüşümüz/bakışımız öylesine ifsat edildi, görme hassamızı öyle kaybettik ki; biyolojik canlılara mahsus bağırsaklar şeklinde uzayıp giden, üst üste yükselen tümörler topluluğuna şehir, bağırsak kurtları gibi sürüngen ve metabolitik nefes alış verişe de hayat diyoruz. Başta İstanbul, Konya, Bursa, Amasya, Trabzon olmak üzere birçok tarihu00ee şehrimizi görememekte bir kastımız veya miyopluğumuz yahut da bir zihin travmamız mı var da böyle kasvetli bir tablo çiziyoruz? Nasıl düşünülürse düşünülsün, bizce durum bu. Bir insanın bedeninden ruh ayrıldığında nasıl ki o artık insan değil sadece bir ceset ise, bir şehrin mekanlarının birbiriyle ve şehir bütünüyle olan ahengini-hayatiyetini sağlayan ruhu kaybolduğunda orası artık şehir değil, ruhsuz bir taş-toprak yığınından ibarettir.

Bugünün şehirleri de öyleu2026

Marka şehir, dünya kenti, Avrupa kenti, Olimpiyat kenti, kültür başkenti, sanat kenti gibi şahsiyetsizlik ve kompleks kokan yakıştırmalarla hakikaten şehir olunmuyor, aksine şehir ifsat ediliyor. Bu hal karşısında Yıldırım Bayezid'in ciğer yakan feryadını hatırlıyoruz tekraru2026

Yıldırım'ın Oğlu Ertuğrul'un ölümüyle Sivas şehrinin yıkılmasını özdeşleştiren derin acısını, bugün yok edilme sürecini yaşayan şehirlerimiz karşısında hissetmek bir yana, anlayamıyoruz bile! Çünkü katledilen şehirlerimize kendi gözümüzle değil, verilen takma gözle bakıyoruz.

Harap edilen şehri karşısında böylesine acı çeken bir siyasu00ee, şehir yöneticisi, belediye başkanı veya herhangi bir ilgiliye rastladınız mı? Rastlamak bir yana, şehrini tanıyan, şehrine meftun, şehrinin tarihi derinliğini idrak eden, toprağı altında kimlerin yattığını düşünüp her dem teyakkuzda olan bir şehir yöneticisi kaldı mı ki?

Hem şehirde eğlenmek varken niçin şehir için ağlasınlar ki?

"Onlar ki, her nefeste habersiz öldüğünden,

Gülüp oynamaktalar, gelir gibi düğünden!"

Yıldırım Bayezid'in teessürü bize çok şey hatırlatmalı, çok şey söylemeli. Çünkü bu teessürde şehir ve insana dair deru00een bir kavrayış yatıyor. İbn-i Kemal gibi biz de kentsel dönüşüm ve marka şehir kasırgası için bugünden tarih düşmeli miyiz dersiniz?

"Oldı şehir ehlinün hali harab

Didiler ol yıl içün sal-i harab."

Bir insanın bedeninden ruh ayrıldığında nasıl ki o artık insan değil sadece bir ceset ise, bir şehrin mekanlarının birbiriyle ve şehir bütünüyle olan ahengini-hayatiyetini sağlyan ruhu kaybolduğunda orası artık şehir değil, ruhsuz bir taş-toprak yığınından ibarettir.