Bu yıl 16.’sı düzenlenen İstanbul Bienali sözünü doğa üzerine söylüyor ve yaşadığımız dünyaya, insanın doğa ve iklim üzerindeki etkisine ve etkileşimine odaklanıyor. “Yedinci Kıta” temasıyla düzenlenen bienalde doğa üzerinde yarattığımız tahribat, iklim değişikliği, insanın doğaya müdahale süreci ve bu sürecin yine insanla etkileşimini irdeleyen işlerle karşı karşıyayız. Bu kapsamda yok olan bitki örtüsü, hayvan çeşitliliği, dereler, akarsular, kirlenen okyanuslar ve bunların karşılığı üzerine düşünmeye başlıyoruz.
Elmas Deniz’in Resim Heykel Müzesi’nde sergilenen işi dikkat çekenler arasında. Sanatçının üç boyutlu rölyeften oluşan “Kayıp Sular” adlı çalışması ortadan kaybolmuş akarsularla ilgili. İstanbul’u topolojik ve coğrafi-tarihi bir alan olarak ele alan bu iş, suyun tarihine ve geleceğine bakarak doğanın uğradığı tahribatı inceliyor.
İstanbul’un Şişli, Bomonti ve Taksim Meydanı’na kadar olan bölgesini kapsayan üç boyutlu topografik rölyef günümüzde üzerinden yolların geçtiği nehir ve dere yataklarını gösteriyor. Sanatçı şehrin eski akarsu kollarının, akış, geçim ve hareket rotalarının bir psikocoğrafyasını çıkarıyor. Özellikle İstanbul’un geçmişten bugüne sahip olduğu doğal güzellikleri ve bugün gelinen noktayı göstermesi bakımındanoldukça önemli “Kayıp Sular”ı Elmas Deniz ile konuştuk…
İSTANBUL BİR SU ŞEHRİYDİ
İstanbul’un bugün artık olmayan sularını inceleme fikri nasıl çıktı?
İstanbul aslında bir su şehri. Ama bize fazla kalmamış. Çok büyük ve görünür bir kayıptan bahsedip günümüzdeki kötü kentleşmenin üzerine konuşmak istedim. Hepsi bizim bu coğrafyaya müdahalemizle olmuş şeyler. Çocukluğumu İstanbul dışında geçirdim ama evimin yanından bir dere akıyordu. İstanbul’da da sokak isimlerini görünce çağrışım yaptı. Dolapdere’nin önceden dere olup olmadığı sorusu gibi. Evet burası bir dereymiş ve 1925’e kadar akıyormuş. Çıkış noktam bunlar oldu.
Neler çıktı peki karşınıza?
Jacques Pervititch 1920’lerde İstanbul için bir sigorta haritası yapıyor. Burada detaylar var. Akarsuları ve dereleri görebiliyoruz. Tabi henüz yapılaşmamış o zamanlar. Belli binalar da var. Yer tayin etmek mümkün. Biraz o haritalara da baktım. Sözlü tarih çalışmaları da işi besledi. Oturduğum yerin taksi durağındaki bir şoför “Ben 50 yıldır taksiciyim. Eskiden şurada bir dere vardı” dedi mesela. Akar caddesi, Bulanıkdere sokak gibi yerlerin isimlerinin bir dereden mi geldiği sorusu üzerine yaptığım araştırmalar var. Bunlar dikkatimi çekmeye başladı ve sayıca fazla olduğunu fark ettim. Tabi ki bu akarsuları kaybettiğiniz zaman çevresindeki bitkileri ve hayvanları da kaybediyorsunuz. Kuşlar, ağaçlar gidiyor. Biz şimdi belediye ne ekerse onu seyrediyoruz.
Yaptığım iş üç boyutlu sembolik bir harita. Küçük bir yere bakıyoruz ama şehirleşme dünyanın her yerinde olan bir şey. Tahribat her geçen gün büyüyor.
50’LERİN ATIKLARI BUGÜN GIDAYA KARIŞIYOR
Su haritasına baktığımız zaman neler çıkıyor peki karşımıza? Su yatakları şehrin nerelerine yoğunlaşmış? Bizim bugün bilmediğimiz nereler var?
Vatan Caddesi’nde Antik Likos nehrini görüyoruz. Sulukule’nin adı çevresindeki sulardan geliyor. Çağlayan aslında o büyük derenin aktığı derenin çağlayanı… Beşiktaş’taki Ihlamurdere Caddesi ismini orada akan dereden almış. Anadolu yakasında da var. Söylemek istediğim şu; biz insanlar neye değer verirsek onu koruruz. Yapmak istediğim biraz da buydu. Derelerle ilgili “ıslah edilmesi lazım, kapatılması lazım” deniyor sürekli. Halbuki insanların ıslah edilmesi gerek. Ve o derenin hayatımız için önemli bir değer olduğunun kavranması gerekiyor. Coğrafyayı insan eliyle değiştirmek biraz insanlığın şımarıklığımızın sonucu. Bütün dünyanın ortak sorunu bu… Dikkat edince Sıraselviler’de selvi ağaçlarının, Sıracevizler Caddesi’nde cevizin olmadığını fark edebilirsiniz.
Daha önceki işleriniz de doğaya atıfta bulunan işlerdi. Tuzlu Su temasıyla düzenlenen bir önceki bienalde de bu değişim ve dönüşüme dikkat çekmiştiniz. Bu konu üzerine eğilen sanatçı olarak çağrınız ne olur peki? Çünkü bu konunun muhatabı sadece sanat izleyicisi değil herkes sonuçta…
Bu doğayı bu hale getiren biz olduğumuz gibi kurtaracak olan da biziz. Bunlar bizim kararlarımızla olacak şeyler. Öncelikle var olanı korumakla ilgili ciddi adımlar atılmalı. İkincisi “Güneşlendirme” dediğimiz sistemle dereleri yeniden açmak gündeme gelebilir. Onları temizleyip günışığına kavuşturmak gerekiyor. Birkaç ülkenin yaptığı bazı güzel çalışmalar var. Şehir tasarımını hayvan ve bitkileri geri getirmek üzerine çalışmalar yapıyorlar. Bu Türkiye’de de yapılabilir.
Herkesin hem fikir olmadığı birkaç alandan biri sanat, bir tanesi de çok Batı merkezli ve geleneksel olmayan antropoloji. Bu iki alan başka bir türlü olabilir mi sorusunu düşünen, önermeler yapan ve fikirler üreten alanlar. Sanatçıları buradan çektiğiniz zaman geriye pek bir şey kalmıyor. Artık öyle bir noktadayız ki yiyecek temiz yemeğimiz kalmıyor. 50’lerin okyanusa atılmış plastikleri şuan gıda zincirine karıştı. Balıklarla tuzla her şey bir miktar plastik yemeğe de başladık. Bunu değiştirebiliriz. Bunun heveslisi de biraz sanatçılar.
Dereler ya akmıyor ya da yerin altında
Projeyi şekillendirmeden tamamlanma aşamasına kadar nasıl bir araştırma yaptınız peki, şaşırtıcı neler çıktı karşınıza?
Aslında baktığınız zaman çok görülmese de araştırma odaklı bir iş bu. Araştırırken önce su haritalarına baktım. Sonra fark ettim ki derdimi ifade etmem için ne varsa hepsini koymanın bir anlamı yok. İsmi kayıp sular. İşin ismi de kendisini etkileyen bir şey sonuçta. Bahsettiğim gibi Pervititch haritasından yararlandım. Bahsettiğim gibi sokak isimlerini araştırdım. Mesela Ortaköy’ün ortasına koca bir derenin aktığını görüyoruz. Dolapdere ve Akar Caddesi araştırma sürecinde çok belirleyiciydi. Kurtuluş’ta büyük bir dere var, Harbiye Askeri Müze’nin önündeki alanda da bir dere olduğunu gördüm. Bomonti’deki Feriköy Pazarı’nın olduğu yerde de bir derenin kolu var. Akıyormuş. Ama şuan binalar var üstlerinde. Bu 3 boyutlu topografik rölyefin üzerinde işaretlediğim derelerin hiçbiri şuan akmıyor. Ya da yerin üzerinde değil. Bir tanesi de var ama kapanmak üzere. İsmi İncirlidere… Yenişafak