Hanım Sahabelerden Ümmü Haram kimdir?

Hanım Sahabeler örnek yaşamları, cesaretleri ve İslamiyete katkılarından dolayı öğrenmekte ısrarcı ve dirayetli olmamız gereken kişilerdir. Özellikle kadınların yakından tanıması ve idol edilmesi gereği açısından önemlidir. Sizler için Ümmü Haram''ı araştırdık. Ümmü Haram kimdir? Ümmü Haram nasıl bir hayat sürmüştür? Ümmü Haram''a dair merek edilen her şey bu yazıda. Allah ondan razı olsun!

“Kıbrıs’ın manevi bekçisi” olarak bildiğimiz “Hala Sultan”ın asıl adı “Ümmü Haram”dır (r.anha). Re­sû­lul­lah’ın müjdesine mazhar olabilmek için yaşlı hâlinde Me­di­ne’den kalkıp Kıbrıs’a kadar gelen ve orada şehit olan bu büyük İslam mücahidesi, meşhur sahabi Enes bin Mâlik’in (r.a.) teyzesidir. Yine büyük sahabi Haram bin Mil­han’ın (r.a.) kız kardeşi, Peygamberimizin de teyzeleri tarafın­dan akrabası, aynı zamanda sütteyzesidir. İslam’dan önce Amr bin Kays ile ev­lenmişti. İslamiyet’in Medine’de yayıldığı ilk yıllarda Müslüman oldu. Kocasını da Müslüman olmaya davet etti. Fakat o bunu kabul etmedi. Bir müşrikle haya­tını devam ettirmek istemeyen Ümmü Haram (r.anha), kocasından ayrılmakta te­reddüt göstermedi. Bir müddet sonra da meşhur sahabi Ubâde bin Sâmit’le (r.a.) evlendi.

PEYGAMBER EFENDİMİZİN RÜYÂSI

İki Cihan Güneşi Efendimiz zaman zaman süt halası bulunan Ümmü Haram (r.anhâ)’nın evini ziyaret ederdi. Bazan öğle üstü kaylûlesini orada yaptığı olurdu. Bir gün Resûl-i Ekrem (s.a.) efendimiz bu evde biraz sohbet ettikten sonra uykuya daldı. Bir müddet sonra gülümseyerek uyandı. Efendimizin tebessüm ederek kalkışına hayret eden Ümmü Haram (r.anhâ): “–Ya Rasûlallah! Anam-babam sana fedâ olsun. Niçin gülüyorsunuz?” diye sordu. Efendimiz de: “Ey Ümmü Haram! Ümmetimden bir kısmının gemilere binip kâfirlerle savaşmaya gittiğini gördüm.”buyurdu. İleride olacak deniz savaşlarına işaret etti.

Ümmü Haram (r.anhâ) şehâdet özlemiyle yanmaktaydı. Bu beşâreti duyunca heyecanlandı. O sefere katılacaklar arasında bulunmayı arzu etti ve: “Ya Resûlallah! Duâ etseniz de ben de onlardan biri olsam” diye ricada bulundu. İki Cihan Güneşi Efendimiz de onun istediğine: “Ya Rabbi! Bunu da onlardan eyle” diye duâ ederek karşılık verdi. Sonra yeniden istirahat etmek üzere sağ yanına doğru uzandı.

Fazla bir zaman geçmemişti ki, Efendimiz yine tebessüm ederek kalktı. Ümmü Haram (r.anhâ) yine gülümsemesinin sebebini sordu. Efendimiz: “Bu defa da ümmetimden bir kısmının padişahların tahtlarına kuruldukları gibi debdebeli bir halde gazâya gittiklerini gördüm.” dedi. Ümmü Haram (r.anhâ) tekrar dua etmesi ricasında bulundu. Kendisinin de onların arasında olmayı arzu ettiğini söyledi. Rasûlullah (s.a.) Efendimiz ona: “Sen öncekilerdensin” buyurdu. Onun deniz seferinde bulunacağını haber vermiş oldu.

Zaman çabuk geçmekteydi. İki Cihan Güneşi Efendimiz dünyadan ayrılmış, dâr-ı bekâya irtihal eylemişti. Ümmü Haram (r.anhâ)’nın kocası Ubâde İbni Sâmit (r.a.) Humus’da tebliğ vazifesinde bulunmak üzere görevlendirildi. Birlikte Humus’a gittiler. Uzun bir müddet orada İslâm’ın yayılması için gayret gösterdiler.

Peygamberimiz, sütteyzesi olan bu büyük İslam kadınının evini şereflendi­rir, zaman zaman ziyaret ederek gönlünü alırdı. Bazen “öğle uykusu”nu orada uyuduğu da olurdu. Ümmü Haram da (r.anha) Re­sû­lul­lah’a ikram ve izzette kusur etmez, ona hizmet etmeyi kendisi için büyük bir şeref sayardı.

Bir gün yine Peygamberimiz onu ziyaret etmiş, biraz sohbet ettikten sonra uyumuştu. Biraz sonra uyandı. Tebessüm ediyordu. Ümmü Haram (r.anha) buna bir mana veremedi. “Yâ Re­sû­lal­lah, anam babam size feda olsun! Niçin gülü­yorsunuz?” diye sordu. Peygamberimiz cevap verdi: “Ey Ümmü Haram, üm­metimden bir kısmının gemilere binip kâfirlerle savaşmaya gittiğini gör­düm.”

Ümmü Haram heyecanlanmıştı. Onlardan biri olmayı arzu etti. “Yâ Re­sû­lal­lah, dua etseniz de ben de onlardan biri olsam!” diye ricada bulundu. Re­sû­lul­lah (a.s.m.) onu kırmadı, “Yâ Rabbi, bunu da onlardan eyle!” diye duada bulundu. Sonra yeniden uyumak üzere tekrar uzandı.

Fazla bir zaman geçmemişti ki, yine tebessüm ederek uyandı. Ümmü Haram, gülmesinin sebebini sordu. Re­sû­lul­lah (a.s.m.), “Bu defa da ümmetimden bir kısmının, padişahların tahtlarına kuruldukları gibi debdebeli bir hâlde gazaya gittiklerini gördüm.” Ümmü Haram, Peygamberimize tekrar dua etmesi ricasın­da bulundu. Kendisinin de onların arasında olmayı arzu ettiğini söyledi. Fakat Re­sû­lul­lah (a.s.m.) bunu kabul etmedi. “Sen öncekilerdensin.” buyurdu.

Aradan yıllar geçti. Peygamberimizin vefatından sonra, kocası Ubâde bin Sâmit (r.a.), Humus’ta tebliğ vazifesinde bulunmak üzere görevlendirildi. Bir­likte Humus’a gittiler. Uzun bir müddet orada İslamiyet’in neşri için gayret gös­terdiler.

Hz. Osman’ın halifeliği devriydi… Hz. Ebû Bekir devrinden beri yapılan fetihlerle İslam Devleti’nin hudutları bir hayli genişlemişti. Fakat fethedilmesi gereken daha birçok yer vardı. Bunlardan biri de stratejik önemi sebebiyle Kıbrıs’tı. Şam Valisi Hz. Muâviye bu adayı fethetmeyi çok arzuluyordu. Bunun için teklifte bulunduysa da, Hz. Osman, henüz vaktinin gelmediği düşüncesiyle bu­nu kabul etmedi. Fakat Muâviye’nin ısrarı neticesinde buna izin verdi.

Hz. Muâviye bu izne çok sevindi. Kısa zamanda bir donanma düzenledi. Ubâde bin Sâmit ile (r.a.) hanımı Ümmü Haram da (r.anha) bu orduya iştirak etti­ler. Hz. Ümmü Haram o sırada 86 yaşında bulunuyordu.

Kıbns Seferi, Müslümanların ilk deniz seferiydi. Dolayısıyla yolculuk esna­sında birçok güçlükle karşılaşıldı. Ümmü Haram (r.anha), yaşından umulmaya­cak şekilde gayet sakindi. Yolculuğun verdiği meşakkatten dolayı şikâyette bu­lunmuyordu. Re­sû­lul­­lah’ın kendisine verdiği müjdeyi hatırlıyor, o müjdenin ta­hakkukunu arzuluyordu. Cenâb-ı Hakk’ın şehitlere ihsan edeceği ikramları dü­şünüyor, sıkıntılara aldırış etmiyordu. Bu hâli mücahitlere örnek teşkil ediyor, sabırlarını artırıyordu.

Uzun ve yorucu bir yolculuktan sonra donanma Kıbns’a ulaştı. Önce Kıbrıslıları Müslüman olmaya davet ettiler. Kabul edilmeyince cizye vermeleri tekli­finde bulundular. Rumlar buna da yanaşmadılar. Artık savaş kaçınılmazdı. Ümmü Haram (r.a.) yerin­de duramıyor, bir an önce neticeye varmak için sabır­sızlanıyordu. Nihayet savaş baş­la­dı. Mücahitler yıldırım hızıyla taarruza geçti­ler ve kısa zamanda Rum donanmasını mağ­lup ettiler. Sonra da bir çıkarma yap­tılar. Artık savaş karada devam ediyordu. Rum­lar daha fazla karşı koyamadılar.

Cizye vermeyi kabul ederek barış teklifinde bulundular. Böylece Kıbrıs, Hicret’in 28. yılında fethedildi.

Savaş sonrasında İslam ordusu Şam’a dönüyordu. Ümmü Haram (r.a.), şehitliğe nail olmamanın üzüntüsünü yaşıyordu. Fakat şehitlik bu mübarek hanım için takdir edilmişti ve mutlaka gerçekleşecekti. Nitekim birdenbire atı huysuzlandı. Ümmü Haram (r.a.) düşerek, çok özlediği şehadet mertebesine kavuş­tu. Böylece Cenâb-ı Hakk’ın “Ölüler demeyiniz.” buyurduğu şehitler kervanına o da katıldı.[1]

Kıbrıs’ın fethinin sembolü Ümmü Haram’ın (r.anha) kabri, Larnaka yakınlarında bulunan Tuz Gölü kıyısındadır. Yüzyıllardır oradan feyiz ve bereket saçmakta­dır. Kabri devamlı ziyaret edilir.

Kıbrıs uzun yıllar Müslümanların idaresinde kaldı. Bir ara tekrar Hıristiyan­ların eline geçti. Fakat 1570 yılında Osmanlılar tarafından fethedilerek yine Müslümanların eline geçti. Osmanlılar Ümmü Haram’ın (r.anha) kabrini imar etti­ler. Türbe yaptılar ve “Hala Sultan” ismini koydular. Yıllarca da Hala Sultan’ın kabri hizasından geçerken, hür­meten top ateşiyle onu selamladıkları rivayet edilir.

Allah ondan razı olsun!