HABER: ÖZLEM DOĞAN
Türkiye Doğu Akdeniz’de sismik ve sondaj faaliyetlerine devam ediyor. Terörle mücadele noktasında terör örgütlerine göz açtırmazken yıllardır süren iç savaş sebebiyle büyük bir keşmekeşin yaşandığı Suriye’de de ülkenin güvenliğini tehdit edecek hiçbir adıma izin vermiyor. Bölgede yaşanan son gelişmeleri Savunma, Strateji ve Güvenlik Uzmanı Yusuf Alabarda Milat’a değerlendirdi.
Doğu Akdeniz İsrail için çok önemli
Doğu Akdeniz’in ticaret yollarının üzerinde bulunması hasebiyle önemini hiç yitirmediğini ifade eden Yusuf Alabarda, “Son dönemde Doğu Akdeniz’de ekopolitik, jeopolitik ve teopolitik eksende çok daha hızlı gelişmeler yaşanıyor. Özellikle İsrail’in kendi kurgulamak istediği düzen doğrultusunda Ortadoğu’da Suriye de dâhil olmak üzere birçok taşın altından çıktığını biliyoruz. Kıbrıs Adası İsrailiyat kavramı için büyük önem taşıyor” dedi.
İsrail’in Türkiye’deki varlığını AK Parti önledi
İsrail’in kendisine stratejik derinlik kazandıracak bir stratejinin peşinde olduğunu vurgulayan Alabarda, “İsrail şu an bulunmuş olduğu coğrafyada kara parçası anlamında kendi hava muharip uçaklarına bir eğitim verebilecek kadar dahi derinliğe sahip değil. Bu açığını özellikle Türkiye’de 28 Şubat sonrasında ele geçirmiş oldukları mekânsal düzenlemenin sonucunda Konya Ovası’nda icra etti. Fakat 2002 yılında AK Parti’nin iktidara gelişi ve İsrail’le yaşanan anlaşmazlıklar neticesinde İsrail’in Konya’da yaptığı askeri manevralar ve tatbikatlar iptal edildi. Bu yüzden Doğu Akdeniz’de İsrail’in kazanacağı etki alanı kendi stratejik derinliğini artıracaktır” diye konuştu.
Türkiye’nin bölgede her anlamda hakkı var
Münhasır ekonomik bölgenin sadece doğalgaz ve petrol yataklarından ibaret olmadığının altını çizen Alabarda, “MEB, bir ülkenin her türden balıkçılık, güneş ve rüzgâr enerjisi panelleri, denizin içindeki her türlü üründen istifade edip ekonomik anlamda faaliyet icra edebileceği çok özel bir bölgedir. Türkiye MEB’i deklare etmedi ama uzun yıllardan bu yana kıta sahanlığıyla ilgili koordinatlarını BM’ye bildirdi” ifadelerini kullandı.
Kıta sahanlığı MEB’in temelidir
Kıta sahanlığının bugün ülkelerin ilan etmiş olduğu MEB’in temelini oluşturan kavram olduğuna dikkat çeken Alabarda, “Uluslararası Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne göre MEB ilanı kavramının literatüre girmeden önce işler kıta sahanlığı üzerinden yürüyordu. Çünkü MEB ölçümlenemez ama kıta sahanlığı anakaranın denizdeki uzantısı olarak tabir edildiği için ölçümlenebilir bir olgudur. Türkiye MEB’i ilan etmese de kendi anakarasının uzantısı konumunda olan bölgeyi kıta sahanlığı olarak MEB boyutunu da içeri alacak şekilde BM’ye duyurdu” şeklinde konuştu.
Yunanistan’ın son umudu Doğu Akdeniz
10 milyonluk nüfuslu Yunanistan’ın üretmeyen ekonomisi, olmayan sanayisi ve 490 milyar dolar civarında borcuyla Doğu Akdeniz’i kestirme bir çözüm olarak gördüğünü belirten Alabarda, “Türkiye’nin MEB konusunda karşılıklı çözüm noktasında göstermiş olduğu hüsnüniyeti GKRY ve Yunanistan’dan görmek mümkün değil. Çünkü Yunan Devleti kurulduğundan bugüne dek sürekli olarak Avrupa’daki köklerini Yunan’da arayan Avrupa medeniyeti tarafından koruyup kollanmış ve şımartılmıştır. Bu yüzden Yunanistan’ın en büyük motivatörleri Avrupa Birliği ülkeleridir” dedi.
Türkiye’de siyasi irade çok güçlü
Türkiye’nin iki sondaj ve iki sismik araştırma gemisiyle bölgede faaliyetlerine başlaması ülkede siyasi iradenin ne kadar güçlü tecelli ettiğini göstergesi olduğunu söyleyen Alabarda sözlerini şöyle sürdürdü: “Ekonomik anlamda milyar avroya yaklaşan rakamlarla sismik ve sondaj gemileri satın alıp bölgede faaliyetlere başlamış olmak büyük bir önem taşıyor. Ayrıca Türkiye bu gemileri hem hava, hem deniz kuvvetleri unsurlarıyla, insansız hava araçları ve kapı gibi duran siyasi iradeyle koruyup kolluyor. Bu çalışmalar neticesinde doğalgaz elde edersek bugün Türkiye’ye üst perdeden konuşanların pragmatik bir akılla kazan-kazan çerçevesinde masaya oturmak istediklerini göreceğiz. Çünkü Türkiye’yi Doğu Akdeniz’de askeri anlamda etkisiz hale getirmek mümkün olamayacağına göre geriye sadece uzlaşmak kalıyor.”
Esed’in gitmesini İsrail istemez
Doğu Akdeniz’le Suriye sorununun bütüncül bir yaklaşımla ele alınması gerektiğini ifade eden Alabarda, “Mezhepsel ve etnisite temelli temizliğe maruz kalan Suriye insansızlaştırılırken bunun ekonomik, sosyal ve demografik anlamda en büyük yükünü çeken taraf Türkiye oldu. PKK ve Esed’in zalimane metodolojisinden en çok Esed’in gitmesini istemeyen İsrail yararlandı. Zira Esed gittiği takdirde Suriye halkının kendi iradesiyle seçeceği bir yönetim, tıpkı Mursi yönetiminin Mısır’da işbaşına gelmesi gibi bir sonuç üreteceğinden İsrail ve ABD’nin asla kabul etmeyeceği bir netice olur” şeklinde konuştu.
Suriyeliler üzerinden kışkırtma tutmaz
Türk halkının merhametinin Suriyelilere de diğer mültecilere de eksilmeyeceğini belirten Alabarda, “Bölgedeki mekânsal düzenlemelerin bir diğer amacı Türkiye’nin demokrasisi, ekonomisi ve özgür düşünen hür bireyleriyle diğer Ortadoğu coğrafyasındaki halklara ilham veren bir kaynağın kurutulması için darbelerle birçok yöntem denendi. Türkiye’ye ekonomik saldırılar devam ederken bir taraftan da Suriyeli sığınmacılar üzerine bir siyaset geliştirilmeye çalışılıyor. Bu siyaset bu topraklarda hiçbir zaman tutmaz zira bu topraklar her zaman her türden göç hareketlerine teşne olmuştur” dedi.
Yeni gizli planların engelleyicisi Türkiye
Suriye coğrafyasına tekrardan bir mekân düzenlemek için gelenlerin önündeki yegâne engelin Türkiye olduğunu vurgulayan Alabarda şöyle devam etti: “İşte bu yüzden 15 Temmuz gecesinde bu ülkenin iradesine kastedenler hâlâ Avrupa topraklarında koruma görüyor. Bu ülkede demokratik iradeye yönelik olarak silahlı kakışma yapanlar Paris’te, Berlin’de Cumhurbaşkanlığı sarayında, İngiltere’de askeri lojmanlarda hali hazırda ağırlanıyorlar. 1910’lu yılların Türkiyesiyle 2019’lu yılların Türkiyesi birbirinden çok farklı değerler taşıyor.”
‘Suriye’de ne işimiz var’ diyenler hain
Türkiye’nin terörle mücadele ve güvenliğini korumaya yönelik operasyonlarına karşı çıkan zihniyete de değinen Alabarda sözlerini şöyle noktaladı: “‘Suriye’de ne işimiz var’ söyleminin bu ülkeye, bu coğrafyaya, bu insan yapılmış en büyük ihanettir. Bu zihniyetin ısrarlı bir şekilde ortaya koyduğu tezlerin ya ayağı basmayan açıklamalar ya da kökleri dışarda olan açıklamalar ve alıcısı da var. Bu açıklamaları yapanlardan muhalefet lideri de yaratıldı.”