Gezi olaylarının başladığı Haziran 2013 tarihi iktidar gücünün zirve yaptığı bir döneme denk düşmekteydi. Askerin vesayetini sona erdiren, muhalefeti silikleştiren, ekonomide büyüme gerçekleştiren, dış politikada önemli başarılara imza atan devasa iktidar gücünü Gezi Parkındaki birkaç ağaç ve bir avuç genç insan mı durduracaktı? Mutad olan karınca hükmündeki "birkaç çapulcunun" buldozer gibi üzerine gelen "Mutlak İktidar"ın altında ezilmesiydi.
Ancak hepimizin bildiği gibi sonuç böyle olmadı. Gelişen olaylar karşısında Hükümet önce öyle bir projesini olmadığını açıkladı ardından geri adım atmak zorunda kaldı. Belki de ilk defa böyle bir durumla karşılaşan iktidar, bu durumu önce kendisine sonra kamuoyuna açıklamak üzere uygun bir gerekçe arayışına girdi. Birkaç ağaç ve bir avuç çoluk çocuk kendisini durdurmuş olamazdı, mantıklı da değildi. Ve çok gecikmeden de kendisine denk bir gücü buldu. Bunlar "faiz lobisi ve dış güçler"di. Ardından da faiz lobisinin yanına "vaiz lobisi" yani cemaati ekledi. Fakat bu gerekçeye kendisi dışında pek kimse inanmış gözükmediği gibi bahsedilen lobilerde olayı üstlenmediler.
Aslını soracak olursanız hükümet haklıydı. Böyle bir iktidar gücünü ancak dengi veya üstü durdurabilirdi. O halde bu "güç" neydi? Şimdi gelin cinayet mahallini inceleyen bir dedektif titizliği ile olayı ve arkasındaki gücü birlikte araştıralım. Bunun içinde olay yerini ve hadiselerin patlak verdiği ana kadar olanları birlikte inceleyelim.
Taksim olayın çıkış yeridir ancak olay yeri bütün İstanbul'dur. Ve husumet çok önceye dayalıdır. Hükümetin olay öncesi tavırlarına bakıldığında tahrik edici nitelikte olduğu görülmektedir. Olayları ve delilleri inceleyerek takip edelim olan biteni. Bu incelemeyi yaparken delillerin iyi anlaşılması için önce farazi bir örnek verelim. Ardından varsayımı gerçekte olanla mukayese edip delillerin ispat gücünü sorgulayalım.
1.örneğimiz "EyüpSultan Port" projesi. Eğer hükümet büyük Sahabe Eyüp Sultan Hz.lerinin bulunduğu Eyüp bölgesini "Galataport projesi"nde olduğu gibi Yahudi Ofer'e 49 yıllığına 5 yıldızlı otel, bar, gece kulübü ve marina yapmak üzere kiraya vererek bütçeye bilmem kaç milyar dolar gelir getirecek bir proje ortaya atmış olsaydı ne olurdu? Bu projenin hayata geçmesiyle bölgenin Batılı turistlerin yoğun olarak ziyaret ettiği eğlence mekanına dönüşmesi ihtimali karşısında bırakın dindar kitleyi, dinle bağları en zayıf durumda olanlar bile nasıl tepki gösterirdi?
EyüpSultan Port sadece bizim varsayımımız olarak kaldı ancak "Galataport projesi" hayata geçirildi. Proje mahkeme iptal etmeden önce ihaleyle Ofer'e verildi. Burada bilinmesi gereken Galataport projesinin sınırları içerisinde u2013Karaköy Yeraltı Camiinde- iki Sahabe ve Tabiin'den zatların mezarları var. Bunlar yanında İslam tarihi açısından önemli insanların kabirleri ile Cami vs. sanat eserleri var. İşte böyle bir yer eğlence ve turizm merkezine dönüştürülmek istendi ve halende çalışmalar devam etmekte.
2. örneğimiz "Topkapı Palace Hotel projesidir." Farazi olarak ürettiğimiz bu projeye göre Osmanlı devletinin birkaç yüzyıl idare edildiği Topkapı Sarayı'nın müze olarak 2012'de yaklaşık 57 Milyon TL gelir getirdiğini öğrenen ABD'li bir işadamı, 150 Milyon Lira karşılığı olarak otel yapmak üzere Kültür Bakanlığına başvurur. Teklif üzerine harekete geçen Bakanlar Kurulu ise açtığı uluslar arası ihale sonucunda yaklaşık 350 Milyon TL'ye dünyaca ünlü Dolar milyarderi Rus işadamına uluslararası oteller zinciri yapmak üzere kiraya verilir. Şayet bu varsayım gerçek olsaydı tepkiler nasıl olurdu? Hükümetin durumu ne olurdu? Bilemiyoruz. Ancak bildiğimiz İktidarın "Haydarpaşa Hotel ve AVM Projesi"ni hayata geçirmeye çalıştığıdır. Bu projeye göre Haydarpaşa'ya artık trenler gelmeyecek burası turizm ve eğlence merkezine dönüştürülecek.
Konu Haydarpaşa garı olunca burayı yaptıran Sultan II.Abdülhamit Han Hazretlerinin şu sözlerini hatırlatmak isterim. "Bunca kilometre demiryolu yaptım memlekete, çelik rayların ucu Haydarpaşa'da. Koca binalarıyla liman yaptım, yine belli değil. Bana o rayların denize kavuştuğu yere öyle bir bina yapın ki, Ümmetim baktığında 'Buradan bindin mi hiç inmeden Mekke'ye kadar gidilir' desin ."
Sultan'ın sözlerinde ifade edildiği üzere Haydarpaşa'yı sadece bir tren garı olarak göremeyiz. Burası İstanbul'u İslam'ın tarihi başkentlerine ve mübarek şehirlerine yani Bağdat ve Şam'a, Mekke, Medine ve Kudüs'e bağlayan (İstanbul-Bağdat -Hicaz demiryolu ağı) tarih ve inanç bağı adeta atardamarıdır. Projenin hayata geçmesiyle durdurulan tren seferleri ile bu bağ koparılmakta, Haydarpaşa'nın otele dönüştürülmesiyle de adeta damarın toplandığı yer mikrop kapmış bir çıban haline dönüştürülmektedir. Diğer bir deyişle Topkapı Sarayı varsayımında olduğu gibi Haydarpaşa ruhundan, özünden koparılmaktadır.
Bunlar bizzat hükümet tarafından hazırlanan iki projeydi. Birde bunlar dışında göz yumduğu, seyirci kaldığı duruma gelelim.
Bilindiği üzere İstanbul yaklaşık dört yüzyıl hilafet merkezi olmuştur. Bu konuyu gündeme getiren Muhterem Üstat Sezai Karakoç'un ifadesiyle İslam dünyasının, bugün1,5 Milyarı aşan sayıdaki Müslümanın birliğini temsil eden siyasi başkenttir İstanbul. Üstadın pek yerinde ifade ettiği gibi Komünist Çin'in bile İmparatorluk döneminin başkentini koruma altına alıp "Yasak Şehir" ilan ettiği bir durumda, biz ne yapıyoruz? İstanbul'u korumak şöyle dursun tersine kimliğinden özünden koparmak adına proje üstüne proje üretiyor veya yapılanlara sessiz kalıyoruz. İslam tarihinde önemli bir yere sahip olan ve halen bir çok İslam büyüğünün kabrinin, Caminin, medresesinin ve hasıl sayısız eserlerinin bulunduğu başta Sultan Ahmet olmak üzere tüm Fatih ve Eyüp bölgesi görünmeyen bir el tarafından oteller bölgesi haline dönüştürülüyor, iktidar ve yetkililer seyirci kalmanın ötesinde adeta bu gidişatı hızlandırmak üzere teşvik ve destek veriyor.
Başka bir husus ise şehrin siluetidir. Silueti oluşturan Ayasofya ve Sultan Ahmet ve diğer camiler ve eserlerin oluşturduğu bölge yakınlarında plazaların yükselmesine yetkililer sadece sitemlerini dile getirmekle yetinmekte, Haliç'e Leonardo Vinci köprüsünün inşa edilmesine AK Parti Belediyeleri onay vermektedir.
Sonuca doğru gelirsek İstanbul, ne Başbakanın ne AK Partinin ve nede Belediye Başkanının gönlünce tasarruf edebileceği şahsi malıdır. İstanbul; Fatih'in, burada yatan sahabenin, alimlerin, şehitlerin, bugün yaşayanların, gelecekteki insanların ve 1,5 milyar Müslümanın üzerinde hakkı olan bir şehirdir.
İstanbul "Dersaadet" yani Mutluluğun kapısıdır. İslam geleneğine uygun şekilde diğer önemli İslam şehirlerinde olduğu gibi kimliği ve kişiliğini ifade etmesi adına bu isim verilmiştir.
Mutluğun yani huzurun, ilmin, irfanın ve edebiyatın şehridir. Ancak İktidar, İstanbul'u Mutluluk şehri olmaktan çıkartıp "Finans Kapitalin" küresel sermayenin kapitalizmin başkentine çevirmek istediğini bir övgü ifadesi olarak ifade ediyor. Sadece bu değil tabiiki İstanbul'a yapılanlar. Boş bulduğu veya ormanı yok ederek oluşturduğu arsaya Kentsel dönüşüm adı altında beton mezarlıklara döndüren TOKİ' canavarını, Plazaları, AVM'leri, piton yılanları gibi şehri yutmaya hazır çok şeritli yolları ile İstanbul üzerine yüklenmektedir.
Şehir gittikçe Manhattan'a çevrilmektedir ki, bu İstanbul'un ölümü anlamına gelir. İşte bu cinayet hepimizin gözü önünde işlenmekte, her gün İstanbul'un bir yerine bıçak saplanmaktadır.
Gezi Parkını AVM'ye dönüştürme projesi de bu bıçak darbelerinden birisidir. Fakat bu sefer öncekiler gibi olmadı cinayeti kör bir balıkçı gördü ve bu girişim bardağı taşıran son damla oldu.
Son olarak verilen imkanları barış için değil rant için kullanırsanız, ne gücünüz ne iktidarınız kalır yerinde. Unutmayın ki hesapların üstünde hesaplar vardır.
Uğur Yiğit / Demokrat Yargı Derneği Eşbaşkanı / uyigit13@yahoo.com