Antibiyotik kullanan her hastanın probiyotik alması gerekmediğini ifade eden uzmanlar, probiyotik takviyesinin, daha önce antibiyotik kullanımı sonrası ishal öyküsü olan, altta yatan bağırsak hastalığı veya sık antibiyotik kullanımı öyküsü olan hastalarda kullanılabileceğini belirtti.
Gazi Üniversitesi (GÜ) Tıp Fakültesi Çocuk Enfeksiyon Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Hasan Tezer, yaptığı açıklamada, antibiyotiklerin bakteriyel enfeksiyon hastalıklarının tedavisinde kullanılan ve insan sağlığı açısından çok büyük öneme sahip ilaçlar olduğunu vurguladı.
İhtiyaç olmadığı halde bu ilaçların tüketilmesinin "gereksiz antibiyotik kullanımı" olarak isimlendirildiğini dile getiren Tezer, son yıllarda gereksiz antibiyotik kullanımının oldukça yaygınlaştığını ifade etti. Tezer, "Oysa ki gereksiz ve yanlış kullanıma bağlı olarak, antibiyotik direnci, yüksek ilaç maliyetleri ve yan etkiler ortaya çıkmaktadır. Antibiyotik direnci, bakterilerin herhangi bir antibiyotiğin varlığına rağmen üreyebilmesi ve enfeksiyon yapabilmesine neden olmaktadır." bilgisini verdi.
"Probiyotik, antibiyotik sonrası ishal öyküsü olan hastalarda kullanılabilir" Antibiyotik tedavisinde probiyotik kullanımı hakkında bilgi veren Prof. Dr. Tezer, probiyotiklerin yeterli miktarda verildiğinde sağlık yönünden yarar sağlayan canlı mikroorganizmalar olduğunu söyledi.
Tezer, şunları aktardı:
"Antibiyotikler, bağırsakların doğal dengesini bozar. Bunun sonucunda da ishal, bulantı, şişkinlik gibi sindirim sistemi sorunları ortaya çıkabilir. Probiyotikler zararlı bakterilerin çoğalmalarını engelleyerek dengesi bozulmuş bağırsak florasını normalleştirir.
Probiyotikler genellikle fermente gıdalarda bulunur veya takviye olarak da alınabilir. Birçok araştırmada, probiyotik kullanımının antibiyotik kaynaklı ishal oluşumunu azalttığı gösterilmiştir. Ancak antibiyotik kullanan her hastaya probiyotik kullanması önerilmemeli. Bu süreçte probiyotik takviyesini, öncelikle daha önce antibiyotik kullanımı sonrası ishal öyküsü olan, altta yatan bağırsak hastalığı veya sık ve geniş spektrumlu antibiyotik kullanımı öyküsü olan hastalarda kullanılabilir.
Hangi probiyotiğin kullanılacağı, iyi yönetilen kontrollü çalışmalarda belirlenmiş ve ajanın bileşimi ile içeriği kalite kontrole sahip üreticiden doğrulanmış olmalı. Probiyotiğin, ne kadar süre ve dozda, hangi antibiyotik alırken kullanılacağı hakkında veriler sınırlı olmakla birlikte kullanım süresinin antibiyotik kesildikten sonra en az 1 hafta devam etmesini öneren çalışmalar vardır."
"Her yıl yaklaşık 700 bin kişi, antibiyotik direncine bağlı yaşamını yitiriyor" İzmir Katip Çelebi Üniversitesi Tıp Fakültesi, Çocuk Enfeksiyon Hastalıkları Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Dilek Yılmaz Çiftdoğan da penisilinin keşfedilmesinin ardından, bakteriyel mikroorganizmaların neden olduğu enfeksiyon hastalıklarının tedavisinde kullanılmaya başlandığını hatırlattı.
Antibiyotiklerin çoğuna karşı bakterilerde direnç gelişmesiyle antibiyotik sonrası çağda ''antibiyotik direnci sorunu" yaşanmaya başladığını anlatan Çiftdoğan, sözlerine şöyle devam etti:
"Günümüzde dünyada her yıl yaklaşık olarak 700 bin kişi, antibiyotiklere dirençli bakteriyel enfeksiyon hastalıkları nedeniyle yaşamını yitiriyor. Gereken önlemlerin alınmaması durumunda, dirençli bakteriyel enfeksiyon hastalıklarından dolayı her yıl ölen kişi sayısının 2050'ye kadar 10 milyon kişiyi bulacağı tahmin ediliyor. Bu sayı, kanserler ve kalp damar hastalıklarına bağlı tahmin edilen ölümlerin çok daha üstünde yer alıyor. Veriler, antibiyotiğe dirençli bakteriyel enfeksiyonların tüm dünyada ekonomiye 100 trilyon dolar ek maliyet getireceğini gösteriyor."
Antibiyotiklerin kısa vadede mikrobiyota üzerindeki en sık olumsuz etkisinin antibiyotik ilişkili ishal olduğunu ifade eden Çiftdoğan, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Ancak günümüzde antibiyotiklerin mikrobiyota üzerindeki uzun vadeli sonuçları araştırılıyor. Son yıllarda yapılmış çalışmaların sonuçları, özellikle yaşamın erken döneminde gereksiz antibiyotik kullanımı neticesinde mikrobiyotadaki dengenin kötü mikroorganizmlar lehine bozulmasının yarattığı durumla diyabet, obezite, astım ve egzama gibi alerjik hastalıkların gelişimi arasında ilişki olduğunu gösteriyor.