Gazali - İhyau Ulumiddin - Kur''an''ı Anlamak ve Nakle Başvurmadan Sadece Rey

Büyük İslam Alimi Ebu Hamid Muhammed Gazali''nin İhyau Ulûmi''d-Dîn eserinden bölümler: Kur''an''ı Anlamak ve Nakle Başvurmadan Sadece Rey

Kur'an'ı Anlamak ve Nakle Başvurmadan Sadece Rey

Aklına şu tür sualler gelebilir: Geçen bölümde Kur'an'ın sırlarını anlamak ve temiz kalp sahiplerine keşfolunan Kur'ân mânâları hakkında çok sitayişkâr konuştun. Bu nasıl olur? Oysa Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: Kur'an'ı kendi reyiyle tefsir eden bir kimse ateşteki yerini hazırlamış olur. Bu bakımdan tefsirin zahirî ilmini bilenler, Kur'ân kelimelerini İbn Abbas ve diğer müfessirlerden naklolunan mânâ hilâfına te'vil eden mutasavvıf müfessirlere hücum etmişlerdir. Hatta mutasavvıfların anlayışına göre Kur'an'ı tefsir etmenin küfür olduğuna bile hükmetmişlerdir.

Bu bakımdan eğer tefsir âlimlerinin dediği doğru ise, Kur'an'ın anlaşılması zâhir bir tefsirini hıfzetmekten başka ne olabilir? Eğer zâhir âlimlerinin dedikleri doğru değilse, o vakit Rasûlullah'ın 'Kur'an'ı kendi reyiyle tefsir eden bir kimse ateşteki yerini hazırlasın' hadîsinin mânâsı nedir?

İşte şimdi bu suâllerin cevabını dinle: 'Kur'an'm zahirî tefsirinden başka mânâsı yoktur' diyen bir kimse, sadece kendi bilgisinin hududundan haber vermektedir. Böyle bir kimse, kendi nefsinin haber verdiği şeyde doğrudur. Fakat bütün insanları kendi kapasitesine sokup da orada bocalatmaya hakkı olmadığı için bu bakımdan da yanlıştır. Haberler ve eserler, Kur'an'm mânâlarının irfan erbabı için çok geniş olduğuna delâlet ederler. Nitekim Hz. Ali 'Allah Teâlâ'nın kuluna verdiği Kur'ân hususundaki üstün anlayış müstesna'buyurmuştur. Eğer İbn Abbas ve benzeri müfessirlerden naklolunan yorumlardan başka Kur'an'm mânâsı olmasaydı acaba Hz Ali'nin söylediği o anlayış ne olacaktı?

Üstelik Hz. Peygamber (s,a): 'Kur'an'ın zahiri, bâtınî, haddi ve matla'ı vardır' buyurmuştur. Bu hadîs tefsir ulemasından İbn Mes'ûd'dan mevkuf olarak rivayet edilmektedir.

Acaba eğer Kur'an'ın müfessirlerden nakledilen zahirî yorumlarından başka mânâsı olmasaydı, bu hadîsi şerifteki 'zahir5, 'bâtın', 'hadd' ve 'matla' diye vârid olan terimlerin mânâsı ne olurdu?

Hz. Ali şöyle buyurmuştur: 'Eğer isteseydim sadece Fâtiha-i şerifenin tefsirinden yetmiş deve yükü kitâb yazardım'. Eğer Kur'an'm zahiri mânâsından başka mânâsı olmasaydı, acaba Hz. Ali'nin bu konuşmasının mânâsı ne olabilirdi? Ebû Derdâ: 'Kişi Kur'an'a birkaç yön vermedikçe fakih olamaz5 buyurmuştur. Âlimlerden biri de 'Her ayetin altmışbin mânâsı vardır. Aynı ayetin çözülmeyen mânâları çözülen bu altmışbinden de daha fazladır' demiştir.

Başkaları da şöyle der: 'Kur'ân yetmişyedibin ikiyüz ilmi ihâta etmektedir. Çünkü her kelime bir ilimdir. Sonra dört ile çarpılır. Zira her kelimenin zahiri, bâtını, haddi ve matla'ı vardır5 Hz. Peygamber'irı (s.a) Besmele-i Şerîfe yi yirmi defa tekrar etmesi de herhalde onun bâtınî mânâlarını düşünüp çözmek için olsa gerek. Aksi takdirde besmelenin tercüme ve tefsiri bellidir. Onu bilmek için bu kadar tekrara ihtiyaç yoktur.İbn Mes'ud şöyle demiştir: 'Geçmiş ve geleceklerin ilimlerini elde etmek isteyen bir kimse, Kur'an'ı düşünsün. Çünkü o ilimleri elde etmek için, sadece Kur'an'm zahirî tefsiriyle iktifa etmek kâfi değildir'. Kısaca ilimlerin tamamı, Allah Teâlâ'nın fiil ve sıfatlarına dahildir. Kuranda ise, Allah'ın zâtı, fiil ve sıfatları şerhedilmiştir. Bu ilimlerin ise sonu yoktur. Kur'an'da bütün bu ilimlere ve bütün bu mânâlara işaret vardır. Bunların tefsirine dalmak Kur'an'ın mânâsına dahildir. Zahirî tefsirin mücerredi ise, buna işaret etmez. Belki daha ileri giderek deriz ki: Mütefekkirler için çözülmesi güç olan, hakikatini bilmek hususunda insanların ihtilâf ettikleri, gerek nazarî ve gerek aklî olan bütün ilimlere Kur'an'da işâret ve delâlet vardır. Sadece fehm sahipleri onları Kur'ân'dan idrâk edebilir. O halde Kur'an'ın zahirini tercüme ve tefsir eden ilim, nasıl bütün bunları kapsayabilir? Bu sırra binaen Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:

Kur'an'ı okuyun. Onun garâib ve acâiblerini araştırıp anlayın.46

Hz. Ali'nin rivayet ettiği bir hadîste Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmaktadır:

Beni Hak peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim; gelecekte ümmetim (dininin ve cemâatinin aslını anlamak hususunda) yetmişiki gruba ayrılacaktır. Hepsi dalâlette olduğu gibi, dalâlete götürücü olarak insanları ateşe davet edecektir. Bu durum meydana geldiği zaman, Allah 'iri Kitabına yapışınız.Çünkü Allah'ın Kitabı'nda sizden önce ve sonra gelenlerin haberleri vardır ve aynı zamanda sizin aranızdaki hüküm de orada mevcuttur. Diktatörlerden kim, o kitaba muhalefet ederse Allah Teâlâ onun belini kırar. Kim Allah'ın kitabından başka herhangi bir yerde ilim ararsa Allah Teâlâ onu dalâlette bırakır. O kitâb Allah'ın kopmaz ipidir. Allah'ın apaçık nurudur ve Allah Teâlâ'nın her derde deva olan şifasıdır. O kitap kendisine yapışanlar için her çeşit felâketten koruyucudur.

Kendisine tâbi olanın kurtarıcısıdır. Kur'ân haktan sapmaz ki düzeltilsin. Kur'ân eğilmez ki doğrultulmasma ihtiyaç olsun. O kitabın acaib ve garâibleri bitmez ve tükenmez bir hazinedir. O kitâb çok okumakla eskimez...47 Hz. Huzeyfe, Hz. Peygamberin (s.a) kendisinden sonra ümmetinin ihtilâf ve ayrılığa düşeceğini kendisine haber verdiği zaman, Rasûlullah'a şöyle sorduğunu rivayet etmektedir: 'Ey Allah'ın Rasûlü! O hâlde, o samana yetişirsem, ne yapmamı bana emredersin?' Hz. Peygamber 'Allah'ın Kitabını öğren ve onun içindeki hükümlerle amel et. Zira seni o hercümerçten çıkaracak ancak Allah'ın Kitabı'dır.

Huzeyfe şöyle diyor: Ben bu suâlimi üç defa tekrar ettim. Hz. Peygamber de her defasında şöyle buyurdu: 'Allah'ın Kitabını öğren ve onun içindekilerle amel et. Zira kurtuluş ancak ondadır'. Hz. Ali şöyle buyurmaktadır: 'Kur'an'ı anlayan bir kimse onunla ilmin cümlesini tefsir etmiştir'. İmam Ali, bu sözüyle işaret eder ki, Kur'an-ı Hakîm bütün ilimlere işaret etmekte ve ışık tutmaktadır. İbn Abbas 'Kime hikmet verilmişse, muhakkak ona çok hayır verilmiştir' (Bakara/269) ayetinin tefsirinde 'Allah dilediğine fayda veren ilmi ihsan eder' demiştir; yani Allah, Kur'an'ı anlamayı ona ihsan eder. Yine İbn Abbas 'Biz o meselenin hükmünü Süleyman'a bildirdik.

Bununla beraber herbirine bir hüküm ve bir ilim vermiştik' (Enbiya/79) ayetinin tefsirinde 'Allah, Dâvûd ile Süleyman'a (a.s) vermiş olduğu nimete ilim ve hikmet ismini verdi ve sadece Hz. Süleyman'a zekâsıyla çözebildiği ihsana da fehm ismini taktı. Fehmi hikmet ile ilim den daha üstün kıldı' buyurmuştur. Bütün bunlar, Kur'an'ın mânâlarının anlaşılmasında geniş bir meydan ve sonsuz bir vüs'atm olduğuna delâlet eder ve yine delâlet eder ki, tefsirin zahirinden naklolunan mânâ, bu vadideki idrâkin sonu değildir, Hz. Peygamber'in (s,a) 'Kur'ânı reyiyle tefsir eden bir kimse' şeklindeki sözü ve bu şekilde tefsir etmenin yasaklanması, Hz. Ebubekir Sıddık'm 'Eğer kendi reyimle Kur'an'ı tefsir edersem hangi arz beni taşır, hangi semâ beni gölgelendirir?' sözü ve daha buna benzer rivayetlerde Kur'an'ın rey ile tefsir edilmesini yasaklayan sözler, ya a) Bu sözlerden gaye; sadece nakil yoluyla gelen ve işitilen tefsirlerle iktifa edip kalmak, müstakil olarak Kur'ân'ı anlamak ve ondan ahkâm çıkarmaktan kaçınmak demektir, veya b) Bu sözlerden gaye başka bir şeydir. Birinci ihtimal tamemen bâtıldır. Çünkü hiç kimsenin işittiğinden başka Kur'an'ın açıklaması hakkında konuşmaması şu gelen hikmetlerden ötürü fâsid bir hükümdür:

1.Dışına çıkmak câiz olmayanrivayetlerin bizzat Rasûlullah'tan dinlenilmesi ve ona isnâd ettirilmesi gerekir. Bu ise, ancak Kur'an'm bir kısmı hakkında düşünülebilir, İbn Abbas ve İbn Mes'ud'un yorumları ise, kendilerinden olduğu için bu biçimden addolunmaması gerekir ve onların yorumlarına da, Hz. Peygamber'den dinlemedikleri için 'rey ile tefsirdir' demek lâzım gelir. Onlar gibi, diğer ashâb-ı kirâm'm yorumlarına da böyle bakmak gerekir.

2 Gerek sahâbîler ve» gerekse müfessirler bazı ayetlerin tefsi rinde ihtilâf ederek o ayetler hakkında çeşitli te'viller yapmışlardırki, bu te'villeri bir arayagetirmek vebütün bu te'villeri Rasûlullah'tan dinlemişlerdir, demek muhaldir. Eğer o mânâlardan birisi faraza Rasûlullah'tan işitilmişse diğerlerinin reddedilmesi gerekir! Bu nedenle kesinlikle anlaşıldı ki, her müfessir çalışmasının neticesinde kendi görüşüyle mânâyı tebârüz etmiştir. Hatta müfessirler sûrelerin başlarında gelen harfler hakkında yedi çeşit tefsir ileri sürmüşlerdir ki, bu yedi tefsiri bir araya getirmek mümkün değildir. Nitekim Elif, Lâm, Râ hakkında 'Bunlar Rahmân sıfatının harfleridir'denilmiştir. Bâzıları da 'Elif Allah'tan, Lâm. Lâtiften, Râ da Rahim'den alınmıştır' demiştir. Bazıları ise, daha başka şeyler söylemişlerdir. Bütün bunları biraraya getirmek mümkün değildir, o halde bütün bunların Rasûlullah'tan dinlenilmiş olması nasıl mümkün olabilir?

3.Hz. Peygamber (s.a), İbn Abbas için duâ ederek şöyle buyurmuştur:

Ey Allahım! Onu dinde fakih yap, ona te'vil ilmini ihsan buyur!48 Eğer iddia edildiği gibi te'vil ilmi de tenzil gibi Rasûlullah'tan dinlenilmiş olsaydı ve tenzil gibi hıfzedilmesi gerekseydi, o vakit hususî olarak İbn Abbas'a yapılan bu duanın ne mânâsı kalırdı?

4.Allah Teâlâ (cc) şöyle buyurmuştur: Oysa o haberi peygambere ve aralarında buyruk sahiplerine götürselerdi, içlerinden işin iç yüzünü araştırıp çıkaranlar, onun ne olduğunu bilirlerdi (Nisâ/83) İşte bu ayetle, Allah Teâlâ (cc) Kur'an'dan hüküm istihraç etmeyi ilim ehline bıraktı. Herkesin malumudur ki, Kur'an'dan hüküm istihracı Rasûlullah'tan dinlemenin ötesinde bir şeydir.

Kısaca Fehm-i Kur'ân hakkında naklettiğimiz rivayetlerin bu kadarı da 'Kur'ân sadece nakil ile tefsir edilir' hayâlini temelinden yıkmış olur. Bu bakımdan Kur'ân te'vilinde Rasûlullah'tan işitmeyi şart koşmanın da böylece asılsız olduğu meydana çıkmış olur. O halde herkes için kendi anlayışı ve aklının kavrayışı nisbetinde (İslâm'ın esasına muhalif düşmemek kayıt ve şartıyla) Kur'an'dan istinbât etmek caizdir.

46) Ebû Yala ve Beyhakî, (Ebû Hüreyre den zayıf bir senedle) 47) Tirmizî