Haccın İnce Edepleri ve Bâtınî Amelleri
Haccın ince edebleri on kısma ayrılır:
1. Nafakası helâl olmalıdır. Hacca giderken kalbini meşgul edecek, zihnini dağıtacak herhangi bir ticaretle meşgul olmamalıdır ki, himmetini mücerred olarak Allah'a yöneltebilsin, kalp itminân halinde Allah'ın zikrine ve ibâdetlerinin tanzimine yönelsin.
Ehl-i Beyt târikiyle gelen bir haberde şöyle rivâyet edilmektedir: Âhir zamanda insanlar, hacca dört sınıf olarak gidecektir: a) Saltanat sâhibleri, seyahat için, b) Zenginler, ticaret, c) Fakirler dilencilik ve d) Kur'an okuyucuları da riyâ ve gösteriş için gideceklerdir.69
Bu hadîs-i şerifte, hac esnasında düşünülebilecek bütün dünyevî gayelere özetle işaret vardır. Bütün bu gayeler, haccın faziletinden insanı mahrum ederler ve insanın haccını 'sadece hac' olmaktan çıkarırlar. Hele hac ile ticaret edilirse. Yani ücreti mukabilinde başkasının yerine haccedilirse. O daha da tehlikelidir. Zira bu takdirde âhiret ameliyle dünya tâlep edilmiş olur. Takvâ ve bâsiret sâhibleri böyle bir haccı kerih görmüştür. Ancak böyle bir kimsenin gayesi, Mekke'de durmaksa ve Mekke'ye varmak için de imkân sahibi değilse, o vakit, bu gayeyle başkasının yerine hacca gidebilir. Çünkü bu takdirde gayesi din ile dünyayı elde etmek değil, belki dünya ile dini elde etmektir. Bu bakımdan kişinin başlıca hedefi, Allah'ın Kâbe'sini ziyaret etmek ve dolayısıyla da müslüman kardeşinin hac fârizasını düşürmek için müslüman kardeşine yardımda bulunmak olmalıdır.
İşte bunun hakkında Hz. Peygamberin şu hadîs-i şerîf i vârid olmuştur: Allah Teâlâ bir hac ile üç sınıfı cennete dâhil eder: a) Haccın yapılmasını vasiyyet edeni, b) Vasiyyeti yerine getireni, c) Müslüman kardeşinin yerine haccedeni...70
Ben 'Ücret ile haccetmek helâl değildir veya kendi nefsi için haccetmiş bir kimsenin ücret karşılığında ikinci bir defa başkasının yerine hacca gitmesi haramdır' demiyorum. Ancak bütün diyeceğim böyle hareket etmemenin daha güzel olduğudur. Bir kimse haccı bu şekilde bir kazanç âleti yapmamalıdır.
Çünkü Allah Teâlâ (c.c) dünyayı dine bağışlar, fakat dini dünyaya bağışlamaz.
Zira şöyle rivayet edilmiştir: Allah yolunda gazâya çıkan ve aynı zamanda ücret (maaş) alanın misâli, Musa'nın anasının misâline benzer. Bu mübârek hâtun oğlu Musa'ya süt emzirir ve buna karşılık ücretini Firavun'dan alırdı.71
Bu bakımdan kimin misâli ücretle yapmış olduğu hac konusunda Hz. Musa'nın vâlidesinin misâline benziyorsa, onun ücret almasında herhangi bir sakınca yoktur. Zira böyle bir insan haccetmek ve ziyarette bulunmak için, ücret almaktadır. Onun gayesi, ücreti almak için haccetmek değildir. Aksine, hac yapabilmek için ücret almaktır.
Nitekim Hz. Musa'nın vâlidesi de kendisine, evlâdına süt verme imkânı kolaylaşsın ve o çocuğun kendisinin olduğu belli olmasın diye ücret alıyordu.
2. Haraç vermek sûretiyle Allah düşmanlarına yardım etme melidir. Buradaki Allah düşmanları Mekke'nin Mescid-i Haram yolunu kesen emirler ile yolda hacılardan birşeyler alan göçebe arablardır. Çünkü bu kimselere mal vermek, onlara yardım etmek ve onlara zulüm sebeplerini kolaylaştırmak demektir.
Bu bakımdan onlara veren, sanki zulümlerine bilfiil iştirâk etmiş olur. Hangi yoldan olursa olsun onlardan kurtulma çarelerine başvurmalıdır. Eğer böyle bir imkâna sahip değilse, bâzı âlimlerin dediğini yapmakta sakınca yoktur. 'Zâlimlere yardım etmektense nafile haccı bırakarak yoldan dönmek daha efdaldir'. Çünkü hacılardan bir şeyler almak sonradan ihdâs edilmiş bir bid'attır. Bu bid'ata teslim olmak, onu ileride yerleşmiş bir sünnet ve devamlı bir âdet haline getirir. Böyle bir âdetin bulunması ise, müslümanlara cizye verdirmek gibi zillet ve küçüklük olur. Bâzılarının 'İsteyerek vermiyorum, ben onu vermeye mecburum' diyerek kendilerini haklı çıkarmasının hiçbir değeri yoktur. Zira böyle bir kimse eğer evinde oturur veya yoldan dönerse kendisinden herhangi birşey alınmaz. Belki çok zaman zenginlik sebeplerini belirttiği için kendisinden daha fazla para istenir. Eğer fakirler gibi olsaydı kendisinden para istenmezdi.Bu bakımdan nefsini para vermek mecburiyetine sevkeden kendisidir.
3. Yolculuk müddetinde çok infak etmeli, sarfetmeli ve Allah yolunda verdiklerine de hayıflanmamalıdır. Cimrilik ve israfa kaçmaksızın ortalama bir şekilde normal olarak infakta bulunmalıdır. İsraftan gayem; leziz yemek ve meşrubatın envai çeşidini bankerler gibi yemek ve içmektir. Fakat Allah yolunda çokça sadaka vermekse bu israfa dahil değildir; zira 'israfta hayır vehayırda israf yoktur' denilmiştir.
Hac yolunda malını vermek, Allah yolunda nafaka vermektir. Bir kuruş yediyüz kuruşa bedeldir. Nitekim İbn Ömer (r.a) şöyle buyurmuştur: 'Hac seferinde yiyeceğinin güzelliği kişinin kerim (cömert) olmasındandır'.
İbn Ömer, başka bir yerde de şöyle der: 'Hacıların en faziletlisi, niyet bakımından en hâlis ve nafaka bakımından en helâline sahip olanıdır ve yakîn bakımından da en güzel hâlde olanlarıdır'.
Bir hadîs-i şerifte şöyle buyurulmuştur: Hacc-ı mebrurun karşılığı cennettir buyurduğu zaman kendisinden sorulur: 'Ey Allah'ın Rasûlü! Haccın mebrur olması ne demektir?' Hz. Peygamber şöyle cevap verir: 'Güzel ve tatlı konuşmak ve yemek yedirmektir'.72
4. Fahiş konuşmayı, fısk ve fücurda bulunmayı ve mücadeleyi terketmektir. Nitekim Kur'an da böyle emretmektedir. Kur'an'da terki istenilen Refes her türlü lehviyet, ihanet ve fâhiş konuşma mânâsına gelmektedir. Aynı samanda bu terime, kadınların türkü söylemesi ve onlarla şakalaşmak da dâhildir. Cima ve cimaya götüren şeyler hakkında konuşmak da dâhildir.
Çünkü böyle bir konuşma ihram hâlinde mahzurlu olan cima'ya sevkeder. Bu bakımdan mahzurlu bir işe insanı sevkeden herhangi birşey de mahzurlu olur. Kur'an'da terkedilmesi istenen Fısk ise, Allah'a itaatin dışına çıkan her şeyi kapsayan bir terimdir. Bırakılması emredilen Cidal terimine gelince şiddetli husumet ve kalplerde kinin yerleşmesine vesile olan mücadeleler, himmeti dağıtan ve güzel ahlâka zıt düşen hareketler demektir.
Süfyan es-Sevrî şöyle demiştir: 'Kim ihram hâlinde ve haccın devamı müddetince Refes'te bulunursa onun haccı fâsid olur'.
Hz. Peygamber (s.a), tatlı konuşmak ile yemek yedirmeyi haccı 'mebrur' olmasından saymıştır. Sert münakaşalar ise tatlı konuşmaya zıttır. Bu bakımdan hacı arkadaşlarına, kiracısına ve diğer yolculara çokça itirazda bulunmamalıdır. Aksine yumuşak davranmalıdır. Allah'ın beytini ziyarete gidenlere kanatlarını germelidir. Güzel ahlâktan ayrılmamalıdır. Güzel ahlâk sadece başkasının eziyetine tahammül etmekten ibaret değildir. Aynı zamanda eziyet de etmemektir. Deniliyor ki: "Yolculuğa, açıklama mânâsına gelen 'Sefer' denilmiştir; zira yolculuk kişinin ahlâkını açığa çıkarır".
Yine bu sırra binaen Hz. Ömer (r.a): 'Ben filân adamı tanıyorum' diyen kişiye 'Onun şerefli ahlâkına delâlet eden bir yolculukta kendisiyle arkadaşlık yaptın mı?' diye sorar, adamın 'hayır' demesi üzerine de Hz. Ömer 'O halde onu tanımıyorsun' der.
5. Eğer kudreti varsa yaya haccetmektir. Çünkü yaya hacca gitmek daha faziletlidir. Abdullah b. Abbas (r.a) ölürken çocuklarına yaya hacca gitmeyi tavsiye ederek şöyle demiştir: 'Ey çocuklarım! Yaya olarak hacca gidin. Zira yaya olarak hacca giden adamın her adımına karşılık harem-i şerifin dahilinde yapılan hasenelerden yediyüz hasene ihsan edilir'. Bu söz üzerine İbn Abbas'dan sorulur: 'Harem-i Şerîf in haseneleri ne demektir?' İbn Abbas 'Harem-i Şerifte işlenen bir hasene (sevab), başka yerde işlenen yüzbin haseneye bedeldir' der.
Yaya yürümenin en faziletlisi, hac ibâdetindeki yürüyüştür. Mekke'den Arafat sahasına çıkmak, oradan Mina'ya gelmek memleketinden yaya çıkıp Kâbe'ye gitme niyetinden daha efdaldir. Eğer yaya yürümekle beraber memleketinden ihrama da girerse bu, haccın tam mânâsıyla yapılmasıdır, denilmiştir.
Bu sözü Hz. Ömer, Hz. Ali ve İbn Mes'ud (r.a) şu ayetin tefsirini yaparken zikretmişlerdir Haccı da umreyi de Allah için, farz ve sünnetleriyle tam yapın! (Bakara/196)
Bazı âlimler şöyle demişlerdir: 'Binerek hacca gitmek, yaya gitmekten daha efdaldir, Çünkü bu takdirde binek sâhiplerine ücret verilmekte ve mal Allah yolunda sarfedilmektedir. Ayrıca nefsin meşakkat çekmesinden uzaklaşılır ve eziyyet azalır. Nefsin selâmetine ve böylece haccın tam yapılmasına vesile olur'.
Bu âlimlerin bu fikri, tedkik edildiği zaman, birinci fikre muhalif düşmez. Ancak tafsilât verilip şöyle denilmelidir: Yürüyerek gitmek kendisine kolay gelen bir kimse için, bu durum daha faziletlidir. Eğer zayıfsa veya yürümek bir kötü ahlâka yol açıyorsa veya herhangi bir amelin kusurlu yapılmasına vesile oluyorsa, o zaman binerek gitmek daha efdaldir. Tıpkı şunun gibi: Oruç, misafir ve hasta kimseler için eğer beden zâfiyetine ve kötü ahlâka yol açmazsa daha efdaldir. Aksi takdirde yemek daha efdaldir.
Bir âlime sorulur: 'Umre yaparken yürüyerek mi gitmeli veya bir dirhem verip bir merkebi kiralayıp binerek mi gitmelidir?' O âlim şu cevabı verir: Eğer para vermek adama daha ağır geliyorsa, hayvan kiralamak, yürüyerek gitmekten daha efdaldir. Zenginler gibi, eğer yürümek para vermekten daha ağır geliyorsa, o takdirde yürüyerek gitmek daha faziletli olmaktadır. (Nefse ne zor geliyorsa onu yapmak gerekir, demek istiyor). Sanki bu mesele, nefisle mücahede yolunu ihya ediyor. Bunun da kendisine göre, delili vardır. Fakat en faziletlisi, yürüyerek gitmek ve kira için vereceği parayı da böylece fakirlere sarfetmektir. Bunu fakire sarfetmek hayvanını kiralamak karşılığında para alana vermekten daha evlâdır. Eğer nefsi, zahmet ile malın eksilmesini bir arada kabul etmezse, o zaman yukarıdaki fetvayı verenin görüşü uzak bir görüş sayılmaz. Yani onun görüşü gibi hareket etmelidir.
6. Ancak tek başına kiraladığı ve eşyasını yüklediği ve zâmile tâbir edilen hayvana binmelidir. Hevdec'e gelince, bundan sakınmalıdır. Ancak zâmileden kendisini hayvanın sırtında tutmaktan korktuğu için, çekiniyorsa o zaman hevdecli (yani iki kişinin herbiri bir tayında oturmak şartıyle hayvanın sırtına vurulan mahfel demektir) hayvana binmelidir. Bu hususta iki hikmet vardır: a) Tek başına hayvana binmek, hayvanın sırtına hevdec vur maktan daha hafiftir. Çünkü hevdec iki kişiyi aldığı için hayvana eziyet vermektedir. b) Hevdece binmek mütekebbirlerin binişi olduğu için tek başına binmek sûretiyle ondan sakınmalıdır.
Allah'ın yüce rasûlü (s.a), bir devenin sırtında, altında yırtık bir palan olduğu ve palan'ın üzerinde dört dirhem kıymetinde yırtık bir kadife bulunduğu halde hacca gitti.73
Hz. Peygamber, herkes hidâyetine ve şekil ve suretine (veya ahlâkına) bakmak imkânına sahip olsun diye devenin sırtında tavâfını yaptı,74
Hac ibâdetlerinizi (yani nasıl yapılacağını), benden öğrenin!75
Denilir ki, iki kişinin bindiği hevdecleri Haccâc-ı Zâlim ihdâs etmiştir. Onun zamanındaki âlimler, bu hareketi şiddetle tenkid ederlerdi. S üfyan es-Sevrî babasının şöyle dediğini rivayet etmektedir: 'Ben Kûfe'den el-Kadisiyye şehrine kadar hac için yürüdüm. Orada çeşitli memleketlerden gelen hacı arkadaşlarla karşılaştım. Baktım ki, bütün hacılar tek başına hayvanlara binmiş, altlarında cevâlik denilen çullar ve palanlar vardı. Bütün o hacılar arasında ancak iki hevdec görebildim' İbn Ömer, Haccac-ı Zalim'in sonradan hac seferinde ihdas ettiği konforlu kisvelerle hevdecleri görünce şöyle dedi: 'Hacı azdır. Fakat debdebeli kervan ise çok..' Bu hâdiseden sonra İbn Ömer (r.a) elbisesi yırtık, bineğinin sırtında cevâlik denilen çulları olan bir fakiri gördüğünde şöyle demiştir: 'İşte şu kişi hacıların en iyisidir'.
7. Hacca gidenin elbiseleri eskimiş olmalıdır. Tozlu topraklı bulunmalıdır. Süs ve ziynete itibar etmediği gibi övünme ve gurura meyletmemelidir. Çünkü böyle yaparsa mütekebbir ve müsriflerin divanına yazılır. Zayıf ve miskinlerin, hele sâlihlerin zümresinden silinir. Zira Hz. Peygamber (s.a) hac esnasında tozlu ve topraklı olmayı ve elinden geldiği kadar şöhret ve riyadan kaçmayı emretmiştir.
Yine Hz. Peygamber hac seferinde fazlaca nimetlere dalmayı ve refaha kaçmayı yasaklamıştır. Bu hususta Fudale b. Ubeyd bir hadîs rivayet etmiştir.76
Başka bir hâdis de şöyledir: Hacı sadece o kimseye denir ki, tozlu topraklı ve ihram müddetinde kirler içinde bulunur.77
Allah Teâlâ (c.c) meleklerine şöyle buyurmaktadır: Benim beytimin ziyaretine gelenlere bakın. Onlar uzak memleketlerden toztoprak içinde benim dergâhıma gelmişlerdir. Kur'an'ı Kerîm'de de Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: Sonra kirlerini (saç ve tırnaklarını) atsınlar. Adaklarını yerine getirsinler ve o kadîm olan beyti tavâf etsinler. (Hac/29) Ayetteki Tefes diye tâbir edilen mânâ, tozlu topraklı olmak demektir. Onu temizlemek de traşla, bıyıklarının önünü almak ve tırnakları kesmekle olur.
Ömer b. Hattâb (r.a) idarecilere şöyle bir ferman göndermiştir. 'Eski elbiseler giyin. Eşyalarda pek lükse kaçmayın'.
Denildi ki: Hacıların süsü, Yemen'den gelen hacılardır. Çünkü onlar tevâzu, zayıflık ve selef-i sâlihinin yaşantısı üzerinde gelmektedir. Bu bakımdan özellikle kırmızı elbiseleri hac mevsiminde giymemeye dikkat etmek ve ne şekilde olursa olsun şöhretten kaçınmak gerekir.
Hz. Peygamber seferde iken bir yerde konakladığı zaman ashab-ı kirâm bindikleri develeri çöle salıverdiler, Bu arada Rasûlullah, develerin palanları üzerindeki kırmızı çullara bakarak şöyle buyurdu: 'Görüyorum ki, bu kırmızılık size galebe çalmıştır (yani lükse kaçıyorsunuz)'.
Ashâb-ı kirâm şöyle demiştir: 'Rasûlullah'ın bu serzenişi karşısında derhal harekete geçtik. O kırmızı çulları develerin sırtlarından hemen indirmeye başladık. Öyle acele ettik ki, develerin bazıları ürktü bile...'78
8. Bineğe şefkat göstermeli, gücünün yetmeyeceği yükü yüklememelidir. Hevdec bineğin gücünün dışındadır. Bineğin sırtında uyumak, ona eziyet verip ağırlık yapmaktadır. Muttaki kimseler bineklerin sırtında uyumazlardı. Ancak sırtında oturmaktan yorulup arada sırada uyuklama hariç...
Selef-i sâlihin, uzun bir zaman bineklerinin üstünde kalmazlardı. (Bazen iner, bazen binerlerdi. Bu şekilde hayvanı da dinlendirirlerdi)
Çünkü Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştu: Sakın bineklerinizin sırtını kürsü edinmeyin!79
Sabah ve akşam bineğe istirahat vermek gayesiyle inmek müstahabdır ve sünnet-i seniyyedir.80
Bunun hakkında selef-i sâli-hinden birçok eserler vârid olmuştur.
Seleften bazıları, bineği kiraladıkları zaman onun sırtından bir saniye dahi inmemek şartıyla kiralıyor ve buna göre ücret ödüyorlardı. Sonra bineğe kolaylık olsun diye, zaman zaman inerlerdi ki bineğe gösterilen bu kolaylık Allah nezdinde ihsan sayılıp, onun sevabı binek sâhibinin değil onların terazisine konmuş olsun. Herhangi bir bineğe eziyet verip gücünün dışında kendisine bir yük vuran kişi kıyamet gününde sorumludur.
Ebu Derdâ (r.a) ölüm döşeğindeyken devesine şöyle hitab etti: 'Ey deve! Rabbinin nezdinde'bana dâvacı olma. Çünkü ben senin gücünün üstünde sana bir yük yüklemedim'.
Kısacası her canlı varlığa yapılan iyilik için ecir vardır. Bu bakımdan hacı hem bineğin ve hem de sahibinin hakkını gözetmelidir. Bir saat inip de bineğe rahat ettirmek; hem bineğe rahatlık verir, hem de sahibinin kalbini sevindirir. Bir kişi İbn Mübârek'e şöyle der: 'Benim bu mektubumu gittiğin yere götürür müsün?' İbn Mübârek 'Deve sâhibine sorayım. Çünkü ben deveyi kiraladım' diye cevap verir..
İbn Mübarek'in, ağırlığı hiç denecek kadar olan bir mektubu götürmekten bile nasıl sakındığını dikkate almalısın. Çünkü bu durum takvânın en itinalı hareketlerindendir... Zira kişi az birşey için bu kapıyı açarsa, bu hareket yavaş yavaş çoğalır.
9. Kendisine vâcib olmasa bile kan akıtmak sûretiyle Allah'a yaklaşmalıdır. Kestiği kurbanın en semiz ve en güzellerinden ol-masına dikkat etmelidir. Eğer tatavvu kurbanı ise, etinden yemelidir. Eğer vâcib ise, etinden yiyemez.
Bazı âlimler 'Bu uzaklaşma Allah'a eş koşanlar içindir. Fakat kim Allah'ın dinini (veya hac farzlarını) büyük tanırsa şüphe yok ki bu, kalplerin takvâsındandır' (Hacc/32) ayetinin tefsirinde şöyle demişlerdir: 'Tâzimden gaye; güzel ve semiz kurbanı seçmektir'.
İhram bağladığı yerden hedy tabir edilen kurbanları sevketmek ve sürüp getirmek daha efdaldir. Tabiîdir ki, bu da kişinin zahmet ve meşakkat çekmemesine bağlıdır. Eğer zahmet çekmesi sözkonusu ise, kurbanı Minâ'dan alıp kesmek, ihram yerinden getirmekten daha efdaldir. Kurbanı alırken ucuza almaya pek heveslerımemelidir. Zira selef-i sâlihin üç şeyi mümkün olduğu kadar yüksek fiatlarla alırlardı ve onların hakkında çenebazlık yapıp fiyat düşürmeyi çirkin görürlerdi. O şeyler şunlardır: 1. Hacda kesilen hedy 2. Hacda kesilen kurban 3. Âzâd etmek içine alman köle
İbn Ömer'in rivayet ettiğine göre, Hz. Ömer (r.a) bir deveyi hedy olarak kesmek ister. Ancak o deve kendisinden üçyüz dinar karşılığında satın alınmak istenir. Bunun üzerine Hz. Ömer (r.a) Rasûlullah'a sorar: 'Ben bunu satıp onun parasıyla daha büyük bir deve alayım mı?' Rasûlullah (s.a), Hz. Ömer'i bu hareketten alıkoyar ve der ki: 'Belki onu hediye edersin'. Buna gerekçe olarak şöyle buyurur: 'Çünkü güzel olan az, zayıf olan çoktan daha hayırlıdır'.81
Üçyüz dinarla otuz deve alınabilir. Böylece et çoğalır. Fakat kurbandan gaye, et değildir. Gaye, kurban kesenin nefsinin tezkiyeye kavuşup cimrilik sıfatından temizlenmesi ve Allah Teâlâ'nın yüce cemâliyle süslenmesidir. Çünkü kesilen kurbanların ne eti, ne de kanı Allah'a yetişmez. Aksine Allah'a ulaşacak olan takvadır. Bu takvâ ise, adetlerin çokluk veya azlığını gözetmekle değil, belki kesilen kurbanın kıymet bakımından değerli olduğu sebebiyledir.
Hz. Peygamber'den (s.a) şöyle sorulur: 'Haccın birr'i (mebrur ve makbûl olması) ne demektir?' Rasûlullah 'Lebbeyk demek sûretiyle sesini yükseltmek ve kurban kesmektir'82 buyurur.
Hz. Âişe'nin rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur: İnsanoğlu için Kurban Bayramı'nda Allah nezdinde kurban kesmek sûretiyle akıttığı kandan daha sevimli bir amel yoktur. O kurbanlar, kıyâmet gününde boynuzları ve tırnaklarıyla gelirler. Kurbanların kanı, yere düşmezden evvel Allah Teâlâ'nın nezdinde kabul olunur. Bu nedenle kurbanlara sevinin.83
Kurbanın derisinde bulunan her kıla karşılık sizin için bir sevap vardır. Akan kanın da her damlasına karşılık bir sevab... Kurban sizin mizanınıza konur. Bu bakımdan sevinin.84
Hediyelerinizi (kurbanlarınızı) en güzelinden yapın. Çünkü o hediyeler kıyamet gününde sizin için bineklerdir.
10- Hac yolculuğunda sarfettiği nafaka ve verdiği hediyeleri isteyerek seve seve vermelidir. Çoğu zaman hac yolculuğunda kişiye malı ve bedeni cihetinden musibet ve zararlar isabet eder. Eğer böyle birşey olursa, bu, onun hacc'nın kabul olduğuna delildir. Zira hac yolundaki musibet, Allah yolundaki nafaka ile eşittir. Bu yolculukta sarfedilen bir dirhem normal vakitlerde sarfedilen yediyüz dirheme eşittir. Bu yolda sarfedilen mal, cihad yolunda çekilen sıkıntı ve şiddetler mesabesindedir. Bu bakımdan bu yolun yolcusunun başına gelen her eziyet ve kendisine isabet eden her zarar için sevap vardır. Allah nezdinde bunun hiçbir şeyi zayi olmaz. Deniliyor ki: Bunlar gibi, haccın kabul olunmasının alâmetlerinden birisi de eski günahlarını terketmek, kötü arkadaşlar yerine salih arkadaşlar edinmek, gaflet meclisleri yerine zikir meclislerine gitmektir.
69) Hâtib, (Enes'ten meçhul bir senedle) 70) Beyhakî, (Câbir'den zayıf bir senedle) 71) İbn Adiy, (Muaz'dan) 72) İmam Ahmed, (Câbir'den) 73) Tirmizî ve İbn Mâce, (Enes'ten zayıf bir senedle) 74) Daha önce geçmişti. 75) Müslim ve Nesâî, (Câbir'den) 76) Ebu Dâvud 77) Tirmizî ve İbn Mâce, (İbn Ömer'den) 78) Ebu Dâvud, (Rafı b. Hadîc'den) 79) İmam Ahmed, (Sehl b. Muaz'dan zayıf senedle) 80) Taberânî, (Enes'ten) 81) Ebu Dâvut! 82) Tirınizî, İbn Mâce, Hâkim vo Bezzar, (Ebu Bekir'den) 83) Tirmizî ve İbn Mâce 84) İbn Mâce, Hâkim ve Beyhâkî, (Zeyd b. Erkam'dan