Farzların ve Sünnetlerin Açıklaması
Ahiret yolcusunun gözetmekle vazifeli olduğu farz, sünnet, âdâb ve heybetleri kapsamaktadır; zikredeceklerimizin onikisi farzdır: 1) Niyet. 2) Tahrim tekbiri. 3) Kıyam (ayakta durmak). 4) Fâtiha'yı okumak. 5) Rükûda istikrara kavuşacak ve ellerinin ayası dizlerine değecek kadar eğilmek. 6) Rükûdan, sırtının kemikleri düzelecek derecede rükûda kalkmak. 7) Secdeye, istikrar bulacak derecede varmak (secdede iki elin yere konması farz değildir). 8) Birinci secdeden, belini doğrultacak derecede kalkmak. 9) Son teşehhüdde oturmak. 10) Son teşehhüd. 11) Son teşehhüdde Râsûlullah'a salavât-ı şerife getirmek. 12) Birinci selâmı vermek. (Namazın çıkış niyeti, farz değildir).
Bu saydıklarımızın dışındakiler farz değil sünnet ve farzlarda sünnetler ve heybetlerdir.
Sünnetlere gelince; amelî sünnet dört tanedir: 1) Tahrim tekbirini alırken ellerini kaldırmak. 2) Rükûa varmak için ellerini kaldırmak. 3) Rükûdan kalkarken ellerini kaldırmak. 4) Birinci teşehhüd için oturmak.
Bizim 'Teşehhüd için otururken parmaklar nasıl yayılır ve ne zaman kaldırılır' şeklindeki açıklamamıza gelince, bunlar teşehhüd için yapılan oturuş sünnetinin hey'etleridir. Kalçalar üzerine oturmak, (ikinci teşehhüde otururken) sol ayağı sağın altından çıkarmak ve (birinci oturuşta) sol ayağın üzerine oturmak ise celseye (oturuşa) tâbi birer heybettirler.
Başı eğmek, sağ sola bakmayı terketmek ise, kıyama tâbi hey'etlerden olup (zâhirde) sûretini güzel göstermek içindir. Teşehhüdü bulunmayan her rek'atın ikinci secdesinden sonra istirahat için azıcık oturmayı amelî sünnetin esaslarından saymadık. Çünkü bu oturuş, secdeden kıyama kalkma hey'etini güzelleştiren birşey olup haddizatında yapılması gerekenlerden değildir. Aksine secdeden kıyama kalkışa yardımcı olsun diye yapılır. Ayrı zikredilmemesi de bu sırra binaen olsa gerek.
Zikirlerden olan sünnetler ise şunlardır. 1) İstiftah (açılış) duasını okumak. 2) Eûzü çekmek. 3) Amin demek, (Bu, müekked sünnetlerdendir). 4) Fâtiha'dan sonra bir sure okumak. 5) İntikal (meselâ kıyamdan rükûa, rükûdan itidala ve oradan da secdeye gitmek) için getirilen tekbirler. 6) Rükûda, 7) Secdede, 8) Rükû ve secdeden kalkarken ve 9) Birinci teşehhüdde yapılan zikirler. 10) Birinci teşehhüdde getirilen salavât-ı şerîfeler. 11) Son teşehhüdün sonunda okunan dua. 12) İkinci selâm.
Bütün bunları sünnet ismi altında topladıksa da, dereceleri ayrı ayrıdır. Zira bu saydıklarımızdan dört tanesi (Kunut duası, birinci teşehhüd, birinci teşehhüd için oturuş ve birinci teşehhüdde salavât-ı şerife getirmek) terkedildiği zaman ancak sehiv secde-siyle telâfi edilir. Fiillerde ise, sünnet bir tanedir. O da birinci teşehhüd için birinci oturuştur.
Namazın dörtlü olup olmamasının bilinmesi için, dikkat edenlerce bilinsin diye, birinci oturuş namaz nazmının tertibine tesir eder. Ellerin kaldırılması ise böyle değildir; zira onun namaz nazmında zerre kadar bir tesiri yoktur. İşte bu sebepten dolayı birinci oturuşa, namazın bâz'ı denilmiştir.
Bir kısım âlimlere göre, bâz sayılan hareketler, terkedildiklerinde secde-i sehivle telâfi olunurlar. Üçü hariç, zikrolunan bu sünnetlerin hiçbiri secde-i sehiv gerektirmez. Sehiv secdesi gerektirenler şunlardır: 1. Kunut duasının terki. 2. Birinci teşehhüdün terki. 3. Birinci teşehhüdde getirilen salavât-ı şerîfelerin terki.
İntikal tekbirleri ve rükû, secde ve bu ikisinden kalkarken okunan zikirlerin terkedilmesi ise secdeyi gerektirmez. Zira rükû ve secdenin sûretleri âdete muhalif olduğundan, buradaki zikirler terkedilip onlara intikal etmek için tekbirler getirilmese dahi ibadet mânâsı hâsıl olur. Buradaki zikirlerin olmaması ibâdet sûretini değiştirmez.
Teşehhüd (ün okunması) için oturmaya gelince, bu mûtad bir oturuştur ve teşehhüd için ihdas edilmiştir. Bu bakımdan onun terkinin tesir edeceği besbelli bir hakikattir. İstiftah duâsı ile zammı sûrenin terkine gelince; kıyam, Fâtiha-i şerîfe ile ma'mûr olup, ibâdet âdetten bu sayede ayrıldığı için, bunların terkedilmesi herhangi bir menfi tesir yapmaz.
Son teşehhüddeki dua da böyledir. Sabah namazındaki kunut duâsı ise, secde ile telâfi, edilmekten en uzak duâlardandır. Fakat sabah namazındaki itidalin uzatılması sadece kunut duâsının okunması için meşru olduğundan, secdeden sonra istirahat için uzatılan istirahat oturuşu gibi olmuştur.
İstirahat oturuşunun, teşehhüdle uzatılıp birinci teşehhüdün celsesi kabul edildiği gibi, sabah namazının bu kıyamı da kendisinde vâcib bir zikir bulunmayan mûtad ve uzun bir kıyamdır. Uzunluk vasfıyla sabah namazının dışındaki namazların kıyamlarından ayrılır, (Zira sabah namazından başka hiçbir farzda böyle uzun bir kıyam yoktur). 'Bu uzun kıyamda, vacip olan bir zikir yoktur' demekle de namazın esasından olan kıyamdan ayrılmıştır. Eğer 'Farzların sünnetlerden ayrılması mâkul bir keyfiyettir. Şöyle ki: Farzın yapılmamasıyla namaz sahih olamaz; Fakat sünnet böyle değildir. Farzın terkinde ikap ve ceza vardır; sünnetin terkinde ise böyle birşey yoktur. Sünnetin bir kısmını diğerlerinden ayırmaya gelince bu, karışık bir durumdur. Çünkü bütün sünnetler istihbab yoluyla emrolunmuşlardır. Hiçbirinin terkinde ikap yoktur. Ancak hepsinin yapılmasında sevap mevcuttur. O halde sünnetler arasındaki ayırımın mânâsı nedir ve bu ayırım nasıl yapılır?' dersen; buna şöyle cevap verebiliriz:
Bütün sünnetlerin, ifasında sevabın varlığında, terkedildiğinde ikabın yokluğunda ve istihbabiyette eşit olmaları, aralarındaki ayrımı kaldıramaz. Biz bu hükmü şöyle bir misâl ile açıklayabiliriz: İnsan ancak bâtınî mânâ ve zâhirî âzalarıyla kâmil bir insan sayılabilir. İnsanın kemâlini intac eden bâtınî mânâ, hayat ve ruhudur; zâhirî mânâ ise, âzaların cisimleridir. Bu hakîkat böylece bilindikten sonra mâlumdur ki, kalp, ciğer ve dimağ gibi, yok olmasıyla insanın yok olmasına sebep olan bazı âzalar varsa da, fevt olması hayatın fevtine değil, ancak maksatlarının fevtine sebep olanları da vardır: Göz, el, ayak ve dil, bu gruba misâl olarak gösterilebilir.
Bazılarıyla da ne hayat ve ne de maksatları fevt olur. Ancak güzelliğin yok olmasına sebep olur hepsi o kadar: Kirpik, sakal, kaş ve yüz güzelliği gibi.
Bazılarının yokluğunda ise güzelliğin esası de yok olmaz; ancak onunla güzelliğin kemâli kaybolur. Kaşların yay gibi oluşu, sakalın ve kirpiklerin siyahlığı, âzaların uygunluğu, cilt renginin kırmızı ve beyaz karışımı olması gibi... İşte bunlar âzalar arasında ayrı ayrı derecelerdir.
İbadet de bunun gibi şeriatça tasvir edilmiş bir sûrettir. Şeriat aynı zamanda bizleri onu elde etmeye de mecbur kılmıştır. Bu bakımdan ibadetin ruhu ve bâtıni hayatı huşû, niyet, kalp huzuru ve ilerideki bahislerde geleceği gibi ihlâstır. Biz ise, şu anda onun zâhirî parça ve cüzlerini beyana çalışıyoruz. Bu bakımdan rükû, secde, kıyam ve sair rükünler, ibadetin kalbi, baş ve ciğeri mesabesindedir. Çünkü bunların yokluğu namazın olmamasına sebebiyet verir.
Daha önce zikrettiğimiz ellerin kaldırılması, istiftah duası ve birinci teşehhüd gibi sünnetleri ise, ibadetin elleri, gözleri ve ayakları mesabesindedir. Şahsın hayatı bazı âzaların yokluğuyla yok olmadığı gibi namazın sıhhati de bunların yokluğuyla bozulmaz. Ancak şahıs bu âzaların yokluğuyla çirkinleşip, rağbetten düşer. Namazın bu gibi sünnetlerini terkedip sadece farzlarla iktifa eden de böyledir.
Namazında sadece farzlara yer veren bir kimse, padişaha, diri, fakat elleri, kolları ve bacakları kesik bir köleyi hediye eden gibi olur. Namazın, sünnetlerden sonra gelen hey'etlerine gelince; onlar insan güzelliğinde rol oynayan kaş, sakal, kirpik ve güzel renk yerine kaim olur. Sünnetlerdeki zikirlerin vazifeleri ise, güzelliğin tamamlayıcısıdır. Kaşların kavis yapması, sakalın çevirmesi ve benzeri gibi..
Kısaca namaz senin elinde, Allah'ın rahmetine bir yaklaşma vesilesi ve kıymetli bir hediyedir. Onunla padişahlar padişahına mânen yaklaşılır. Sultanlara yaklaşmak isteyenin elinde bulunan ve ona hediye edilecek bir câriye (teşbihte hatâ olmasın) gibidir. Bu hediyeyi bugün Allah Teâlâ'ya arzedersin. Yarın en büyük arz gününde O bunu sana iade edecektir. Bu bakımdan onun güzellik veya çirkinliğinde seçim senin elinde olup, takdir sana aiddir. İyi de yaparsan kendine, kötü de yaparsan kendine aittir.
Sakın sünneti farzdan ayırdetmek için fıkıhla kurduğun ilişkiden nasibin 'Mademki sünnet, terki caiz olan bir ibadettir. O halde terkedeyim' olmasın. Zira böyle bir hareket, tıpkı bir doktorun 'Gözün çıkartılması insan vücudunu yok etmez. Gözü kör edilen köle, sadece hediye olarak sultana arzedildiği zaman kabul olunmayacağı korkusuyla karşı karşıyadır' sözüne benzer. İste sünnet, hey'et ve âdâbın mertebelerini böylece bilip takdir etmek gerekir.
Rükû ve secdesi tamamen edâ edilmeyen namaz, kıyamette sahibinin gırtlağına sarılan ilk hasımdır. Sahibine 'Beni zayi ettiğin gibi Allah da seni zâyi etsin!' diye bedduada bulunur. Namazın rükünlerinin kemâli hakkında verdiğimiz bilgileri dikkat ve itina ile mütalaa et ki, tesirlerini hakîkî bir şekilde görebilesin!
Not: Müellif tarafından verilen fıkhî malumât (kendisinin bağlı olduğu) Şafiî mezhebine göredir. Okuyucularımız bu hususu dikkate almalıdırlar.