Fetih suresi 3. ve 4. ayet tefsiri nedir?

Rabbimizin fetih ile müjdeleyerek başladığı ve okunduğunda bir çok özelliğe neden olan ''''Fetih suresi'''' için insanlar ayetlerin tefsirini internetten aratıyor. Biz de fetih suresinin her ayetinin ayrı ayrı tefsirini yazacağız. Fetih 3. ve 4. ayet tefsiri nedir? sorusuna cevap vererek başlayacağız.

Rabbimizin fetih ile müjdeleyerek başladığı ve okunduğunda bir çok özelliğe neden olan ''Fetih suresi'' için insanlar ayetlerin tefsirini internetten aratıyor. Biz de fetih suresinin her ayetinin ayrı ayrı tefsirini yazacağız. Fetih 3. ve 4. ayet tefsiri nedir? sorusuna cevap vererek başlayacağız.

3. Ayet

Ve yensuraka(A)llâhu nasran ‘azîzâ(n)

Ve sana şanlı bir zaferle yardım eder.

Onun için de buyuruluyor ki: Ve Allah seni şanlı bir zaferle yani benzeri bulunmaz bir yardım ve zafer ile muzaffer ve güçlü kılar. Bu da "Bütün dinlerden üstün kılmak için" (Tevbe, 9/33, Fetih, 48/28) ifadesiyle açıklanacaktır. İşte bu fetih böyle apaçık bir fetihtir.

4. Ayet

Hüvellezı enzeles sekınete fı kulubil mü'minıne li yezdadu imanem mea ımanihim ve lillahi cünudüs semavati vel ard ve kanellahü alımen hakıma

İmanlarına iman katsınlar diye müminlerin kalplerine güven indiren O'dur. Göklerin ve yerin orduları Allah'ındır. Allah bilendir, herşeyi hikmetle yapandır.

(sekînet), sükûn ve huzur demektir. Kalbin, görüp idrak ettiği açık deliller sebebiyle huzura ermesi böylece tüm varlığıyla düşünce ve endişe sınırından kurtulup yakîn ve itminân hâline erişmesidir. Bu makamda kalpteki ilimler kesinlik ifade eder. Sahibini korku ve endişelerden salim kılıp huzura eriştirir. İşte Cenâb-ı Hak, umre niyetiyle yanlarına hiçbir silah almaksızın Medine’den çıkıp Mekke’ye doğru yol alan ve Hudeybiye’de başlangıçta hiç de istemedikleri durumlarla karşılaşan mü’minlerin kalbine bir ikram olarak sekînet indirmiş, onları mânen takviye etmiştir. Bu ilâhî yardım olmasaydı, belki Hudeybiye büyük bir fetih haline gelemeyebilirdi. Mesela Allah Resûlü (s.a.s.), umre için Mekke-i Mükerreme’ye gitme arzusunu açıkladığında, müslümanlar korku ve endişeye kapılarak münafıklar gibi bunun apaçık ölüme gitmek demek olduğunu düşünüp sefere katılmak istemeyebilirlerdi. Hudeybiye’de kâfirler müslümanları umre yapmaktan alıkoyduğunda, Hz. Osman’ın şehîd edildiği haberi geldiğinde veya Ebu Cendel o perişan haliyle müslümanların gözleri önünde cânî müşriklere geri çevrildiğinde müslümanlar tahrike kapılıp taşkınlık yapabilirlerdi. Hele maddelerini bir türlü hazmedemedikleri anlaşmanın imzalanma sırasında bir itaatsizlik olabilirdi. Fakat Cenâb-ı Hakk’ın, gönüllerine indirdiği o sekînet, huzur ve itminân sayesinde mü’minler her bakımdan Allah Resûlü (s.a.s.)’in emrine teslimiyet gösterdiler. İmtihanı kazandılar. Böylece o son derece tehlikeli sefer, en büyük bir zaferle neticelenmiş oldu.

İşte göklerin ve yerin bütün orduları emrinde bulunan Cenâb-ı Hak, istediği zaman onları mü’minlere yardım için seferber eder, onları destekler, kalplerine huzur verir ve onları her türlü hayra muvaffak kılar. Ki bu hayırların kemâli, günahlardan arınıp cennete girebilmektir. Allah Teâlâ da, imanlarında sebat edip buyruklarını tutan erkek kadın tüm mü’minleri cennete koyacağını müjdelemektedir.