Evren nasıl oluştu?

Göklerde, yerde ve bunlar arasında bulunan canlı cansız çeşitli varlıkların yaratılması, Allah’ın varlığının, birliğinin ve yüceliğinin belgelerindendir. bununla ilgili çeşitli ayetler vardır. peki buna göre evrenin oluşumu nasıl gerçekleşti?Gökler ve yerler neden altı günde yaratıldı? Yer ve gök kaç katmandan oluşuyor? Galaksiler nasıl oluşur? Yerler ve gökler ayrılıyor mu? Çekimi kanunu ilk kim fark etmiştir? Güneş hangi maddelerden meydana gelmiştir? Güneşin özellikleri nelerdir? Ayın özellikleri ve evreleri nelerdir? Göklerin yaratılışı hakkında ilginç bilgiler haberimizde...

Göklerde, yerde ve bunlar arasında bulunan canlı cansız çeşitli varlıkların yaratılması, Allah’ın varlığının, birliğinin ve yüceliğinin belgelerindendir. bununla ilgili çeşitli ayetler vardır. Peki buna göre evrenin oluşumu nasıl gerçekleşti?Gökler ve yerler neden altı günde yaratıldı? Yer ve gök kaç katmandan oluşuyor? Galaksiler nasıl oluşur? Yerler ve gökler ayrılıyor mu? Çekimi kanunu ilk kim fark etmiştir? Güneş hangi maddelerden meydana gelmiştir? Güneşin özellikleri nelerdir? Ayın özellikleri ve evreleri nelerdir? Göklerin yaratılışı hakkında ilginç bilgiler haberimizde...

Kur’ân-ı Kerîm, Göklerin ve yerin yaratıcısı olan Allah’ın varlığını çok açık bir gerçek olarak ortaya koyar. Bu hususta ayet-i kerimede şöyle buyrulur:

“Peygamberleri dedi ki: Gökleri ve yeri yaratan Allah hakkında şüphe mi var?..” (İbrâhîm, 14/10) Düşünen ve aklını çalıştıran insan için Yüce Yaratıcının varlığı çok açık bir gerçektir. Ama insanların çoğu bu konu üzerinde düşünmezler. Halbuki Allah, insanlara aklı, düşünmeleri için vermiştir. Kur’ân, insanları hep düşünmeye, aklını kullanmaya davet eder.

Kur’ân-ı Kerîm’de Allah’tan başka tanrı olmadığı hususu sık sık hatırlatılır.

Meselâ Neml Sûresi’nde şöyle buyrulur:

“(Rasûlüm!) De ki: “Hamd olsun Allah’a, selâm olsun seçkin kıldığı kullarına. Allah mı hayırlı, yoksa O’na koştukları ortaklar mı? (Onlar mı hayırlı) yoksa gökleri ve yeri yaratan, gökten size su indiren mi? Çünkü Biz onunla, bir ağacını bile bitirmeye gücünüzün yetmediği güzel güzel bahçeler bitirmişizdir. Allah’la beraber başka bir tanrı mı var! Doğrusu onlar sapıklıkta devam eden bir güruhtur. (Onlar mı hayırlı,) yoksa yeryüzünü oturmaya elverişli kılan, aralarından nehirler akıtan, onun için sâbit dağlar yaratan, iki deniz arasına engel koyan mı? Allah’ın yanında başka bir tanrı var öyle mi? Doğrusu onların çoğu, (hakikati) bilmiyorlar. (Onlar mı hayırlı,) Yoksa, kendine yalvardığı zaman bunalmışa karşılık veren ve başındaki sıkıntıyı gideren, sizi yeryüzünün hâkimleri yapan mı? Allah’ın yanında başka bir tanrı mı var? Ne kıt düşünüyorsunuz! (Onlar mı hayırlı,) Yoksa, karanın ve denizin karanlıkları içinde size yolu bulduran, rahmetinin (yağmurun) önünde rüzgârları müjdeci olarak gönderen mi? Allah’ın yanında başka bir tanrı var öyle mi? Allah, onların koştukları ortaklardan çok yücedir, münezzehtir. (Onlar mı hayırlı,) Yoksa, önce yaratan, sonra yaratmayı tekrar eden ve sizi hem gökten, hem yerden rızıklandıran mı? Allah ile beraber başka bir tanrı mı var?” De ki: Eğer doğru söylüyorsanız, (Allah’ın birliğine ait bu delillerden sonra şimdi) siz kesin delilinizi getirin haydi!” (Neml, 27/59-64) Görüldüğü gibi bu âyetlerde ısrarla Allah ile beraber başka bir tanrının olmadığı gerçeği çarpıcı bir şekilde ortaya konuyor.

Yüce Allah, insanların, göklere, yere ve yerle gök arasında bulunan varlıklara dikkatle bakmalarını, bunları iyice incelemelerini ve bunlar üzerinde düşünmelerini istiyor. Varlıkların incelenmesi, Yüce Yaratıcı’nın varlığını anlamayı kolaylaştıracaktır. Allah’ın yarattığı varlıklar üzerinde düşünme, inananların îmân ve irfânlarının artmasına sebep olur. İnanmayanların ise düşünmelerini, akıllarını kullanmalarını kolaylaştırır. Allah, bütün insanlara, kendisine inanmayı emir ve tavsiye etmiş, inanmaları için her türlü imkân ve fırsatı onlara vermiştir. Peygamberleri bunun için göndermiş, İlâhî kitapları bunun için indirmiştir. Bütün insanlara, akıllarını kullanmalarını, düşünmelerini, ibret almalarını tavsiye etmiştir.

Göklerin ve yerin belli bir plâna göre yaratılıp insanların hizmetine verilmesi, insanın Allah yanındaki değerini gösterir. Bu âyetlerde Yüce Allah, insanlara olan nimetlerden bazılarını sayıp döküyor. Gökten indirdiği su ile yeryüzünü yeşerttiğini; yeryüzünü oturmaya, yaşamaya elverişli hale getirdiğini; hayat

kaynağı su için ırmaklar, denizler yarattığını; denge unsuru olan dağlar var ettiğini bildiriyor.

Darda kalan kulları, dua ettikleri zaman onların duasını kabul edip üzüntülerini, sıkıntılarını giderdiğini; rahmetinin müjdecisi olan rüzgârları gönderdiğini vs belirtiyor. Her belirttiği hususla birlikte bunları yapan bir başka tanrının olmadığını hatırlatıyor. Böylece bir taraftan insanlara verdiği nimetlerini hatırlatırken öbür taraftan bunları ancak kendisinin yarattığını, bunları yapacak bir başka tanrının olmadığını çarpıcı bir şekilde anlatarak insanları, düşünmeye ve inanmaya davet ediyor.

Yüce Allah, Kur’ân-ı Kerîm’de gökleri ve yeri yaratmasının, kendisinin varlığına delil olduğunu bildirir. Meselâ Rûm sûresinde şöyle buyurur:

“O’nun açık belgelerinden biri, gökleri ve yeri yaratması, dillerinizin ve renklerinizin farklı olmasıdır. Şüphesiz ki bunda ilim adamları için deliller, ibretler vardır.” (Rûm, 30/22) Allah’ın yaratıcı kudretinin açık delillerinden biri, göklerin ve yerin şaşmaz bir plâna göre yaratılması, mükemmel bir düzen ve dengede tutulmasıdır. Aynı sûrede yine şöyle buyrulur:

“O’nun varlığının belgelerinden biri de, göğün ve yerin O’nun buyruğu ile (yörüngelerinde hareketlerini sağlayıp) durmasıdır.” (Rûm, 30/25) Allah, yeri, göğü ve arasındakileri insanlar için yaratmıştır. Yerkürenin iki ayrı hareketle belli bir yörüngede elips çizip seyretmesi ve bu yolculuğunda hiç şaşmaması, onu yaratan Allah’ın varlığının, birliğinin, yüceliğinin belgelerindendir.

Güneşin belli bir mesafede, belli bir merkez içinde iki ayrı hareketi, yani biri kendi merkezindeki, diğeri gezegenlerle birlikteki hareketi, dünyaya ve bütün gezegenlere, yıldızlara ışık ve hayat vermesi ve bu vazifesini yaratıldığı gündenberi şaşmadan sürdürmesi yine Yüce Yaratıcı’nın varlığına, birliğine, kudretine delâlet etmektedir.

Ay’ın, dünyanın uydusu olarak belli bir uzaklıkta hiç şaşmadan düzenli bir şekilde seyretmesi de yine Yüce Yaratıcı’nın varlığına ve kudretine delâlet etmektedir.

Bütün bu plânlı hareketler, yerçekimi ve merkezkaç kanunlarıyla gerçekleşmektedir. Bu kanunları koyan ise Yüce Allah’tır.[2] Şûrâ sûresinde de şöyle buyrulur:

“O’nun varlığına (delâlet eden) belgelerden biri de, gökleri, yeri ve ikisinde serpiştirip yaydığı canlıları yaratmasıdır. O’nun, dilediği zaman onları toplayıp bir araya getirmeye gücü yeter.” (Şûrâ, 42/29) Bu âyet, göklerin ve yerin yaratılmasında, mükemmel bir plânın ve şaşmaz fiziksel kanunların varlığını ve bu plânı hazırlayan mutlak bir kudretin hâkimiyetini hatırlatmaktadır. Evrenin işleyişinde mükemmel bir düzen ve uyum vardır. Bütün gök cisimleri yaratıldıkları gündenberi şaşmaz bir şekilde yörüngelerinde seyirlerini sürdürmektedirler. Yer ve gök arasına yaydığı canlılar ise, -Allah bilir- insanlar, hayvanlar, kuşlar, böcekler, melekler, cinler vs.dir. Bunların yaratılması, yaşatılması, üremesi vb. insanlar için birer ibret vesilesidir. Bakara Sûresi’nde şöyle buyrulur:

“Şüphesiz ki, göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelmesinde… aklını kullanan bir topluluk için nice belgeler ve deliller vardır.” (Bakara, 2/164)

Yüce Allah, insanların dâimâ düşünmelerini, etraflarına ibret nazarıyla bakmalarını istiyor. Göklerin yaratılmasını düşünmemizi istiyor. Gök dediğimiz uzaydır ki burada güneş, dünya, ay ve yıldızlar bulunmaktadır. Yıldızlar, çok sayıdadır ki bunların pek çoğu dünyadan da büyüktür. Her bir gök cismi, hem kendi ekseni etrafında ve hem de tabi olduğu galaksideki yörüngesinde dönmektedir.

Göklerde ve yerde, inananlara nice dersler, ibretler, belgeler vardır. Nitekim Câsiye sûresinde şöyle buyrulur:

“Göklerde ve yerde inananlara nice dersler vardır.” (Câsiye, 45/3) Allah’ın yarattıklarından ibret alanlar, ancak mü’minlerdir.

1- Göklerin ve yerin altı günde yaratılması

Kur’ân’da birçok âyette Allah Teâlâ gökleri ve yeri altı günde yarattığını bildiriyor.[3]

“O Allah ki gökleri, yeri ve ikisi arasındaki şeyleri altı günde yaratmış, sonra da Arş üzerine oturmuş (saltanatını kurmuş)tur. O Rahmân’dır. Artık sen O’nu (O’ndan) haberli olandan sor!” (Furkân, 25/59) Allah Teâlâ’nın gökleri ve yeri altı günde yaratmasının anlamı üzerinde müfessirler çok şey söylemişlerdir. Türkçeye “gün” diye tercüme ettiğimiz “yevm” kelimesi, arapça “bir an, yirmi dört saatlik bir zaman dilimi, başı ve sonu bilinmeyen uzun bir zaman” gibi anlamlara gelir. Bu bakımdan, müteşâbih bir ifâdedir. Bu belki, “altı dönem” anlamına gelebilir.

Göklerin ve yerin altı dönemde yaratıldığını kabul edersek, bunun ilk iki dönemi yerküreyle ilgilidir. Toprak ve suyun oluşması, sonra canlıların ve bitkilerin vücut bulması, dört ayrı dönemde gerçekleşmiştir. Bu âyetlerde, Allah’ın varlığını, birliğini, kudretini kanıtlamak üzere akıl sahiplerine bilimsel açıdan araştırma yapmaları için kâinatın yaratılışı hakkında ipuçları veriliyor.

Allah Teâlâ Kamer Sûresi’nde şöyle buyurur:

“Bizim buyruğumuz birdir, bir göz kırpması gibi bir andır.” (Kamer, 54/50)

Yâsîn Sûresi’nde de şöyle buyurur:

“(Allah) bir şeyi dilediği zaman, O’nun buyruğu sadece o şeye “Ol” demektir ve o şey derhal olur.” (Yâsîn, 36/82) Bu ve benzeri âyetlerden[5] anladığımıza göre, Yüce Yaratıcı, bir şeyin olmasını istediği zaman ona “Ol” der, o da derhal oluverir. Allah Teâlâ dileseydi gökleri ve yeri bir anda yaratırdı. Altı günde yaratması, kullarına işlerinde sabırlı olmayı, acele etmemeyi öğretmek içindir.

Bir de şunun içindir ki, şayet bu âlem bir anda yaratılmış olsaydı belki bazı insanların aklına bunun tesâdüfen meydana geldiği şeklinde bir düşünce gelebilirdi. Ama varlıklar hikmete uygun olarak ard arda meydana geldiğinde bu, onların kadîm, hakîm, kadîr, alîm ve rahîm bir var edicinin var etmesiyle meydana geldiğine daha fazla delâlet etmiş olur.

Göklerin ve yerin “altı günde yaratılması” hakkında Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır özetle şunları söyler: “Bazı müfessirler bu altı günü, bilinen dünya günleri diye anlamışlardır. Gerçi gün deyince “güneşin doğması ve batması arasındaki zaman” anlaşılır. Fakat henüz dünyanın ve güneşin bulunmadığı “yaratma” sırasında bu anlam ile “bir gün” düşünülemeyeceği açıktır. Kur’ân’ın pek çok yerinde gün, “vakit” anlamında kullanılır. Burada da “vakit” anlamıyla tefsir edilmesi gerektiğini pek çok müfessir belirtmiştir. Bunun miktarı ise, çok kısa bir zaman olabileceği gibi, çok uzun bir zaman da olabilir.

Kur’ân’da gün, bin yıl ve elli bin yıl anlamlarında kullanılmıştır. Her ne kadar bunlar âhiret günlerini ifâde ediyorsa da yer ve göklerin yaratılması hakkında kullanılan günün de bu anlamlardan biri olarak kullanılması düşünülebilir. Buna göre “altı gün” demek, miktarı binlerce yıla ulaşan altı vakit demektir. Fakat bundan kasdedilen zamanın uzun olması değil, bu miktarın ezele göre altı gün denecek kadar sınırlı vakitlerden ibaret olduğunu anlatmaktır…

Esasen bu altı günün ne kadar bir zaman olduğu müteşâbih bir husus olduğundan bilinmesi mümkün değildir. Bu bakımdan Allah’ın ilmine havale edilmelidir. Fakat bu “altı gün”den biz kesin olarak şu sonuçları çıkarırız: Önce, evren kadîm değil, hâdis yani sonradandır ve varlıkta da varlığının devamında da Allah Teâlâ’ya muhtaçtır, Allah’ın emri altındadır. İkincisi, âlem kadîm olmadığı gibi bir defada ve basit bir şekilde de yaratılmış değildir. Allah dileseydi bütün

evreni bir anda yaratabilirdi. O takdirde, diriden ölü, ölüden diri; ateşten toprak, topraktan su; çamurdan hayat çıkmak şöyle dursun gece ve gündüz birbirini izlemezdi. İnsandan insan bile doğmazdı. Atalarımız yaratılırsa biz olmazdık, biz olursak onlar olmazdı. Yahut hepimiz olurduk, fakat ata-evlat olmazdık. O takdirde o âlem, bu âlem olmazdı.

Birinin ardından diğeri olmaksızın hepsi bir anda olsaydı hiç biri diğerinin yaratılışına şâhit olmazdı. Böylece hem yaratılış delili bilinmez, hem de eşyanın tabiatının Allah’ın emri ve tasarrufu altında olduğu anlaşılmaz, âlem, kadîm bir tabiat sanılırdı. O hâlde yaratılışın bir sıraya ve birbirini meydana getirme esasına göre olması Yaratıcı’nın varlığına ve yaratılış kanununa delildir. Fakat âlemin altı günde yaratılması, sırf İlâhî İrâde’nin bir tecellîsidir. Allah, öyle diledi, öyle yaptı.”

2- Evrenin oluşumu

Evrenin önce yok iken sonradan meydana geldiği (yaratıldığı) hususu, bütün evrenbilimcilerin ittifak ettiği bir husustur. Evrenin doğuşu konusunu inceleyen ilim adamlarına göre bugünkü uzay, galaksiler, yıldız sistemleri başlangıçta çok sıcak ve sıkışık tek bir madde halinde bulunuyordu. İlim dünyasında “Büyük Patlama” olarak bilinen “Big Bang” teorisine göre, evren, belli bir süre önce yoktan var edilmişti. İlim, evrenin yok iken var edildiğini kesin bir şekilde isbât etmiştir. Hiç bir şeyin olmadığı bir devirde her şey, dehşetli bir patlama ile ortaya çıktı. Korkunç bir sıcaklıkta atomlar yaratıldı. Fizik ve kimya kanunları hükümlerini yerine getirdiler. Proton, nötron ve elektronlardan ağır elementler meydana geldi. Galaksiler, yıldızlar, güneş, dünya, ay… meydana geldi.Evrenin bundan 15-20 milyar yıl önce yaratılmış olabileceği tahmin edilmektedir.

Yüce Allah, Fussılet sûresinde göğün önce duman yani gaz halinde olduğunu, sonra göğe ve yere emir vererek bugünkü şekillerinin oluştuğunu bildirir:

“Sonra duman (gaz) halinde bulunan göğe yöneldi; ona ve yeryüzüne: “İsteyerek veya istemeyerek buyruğuma gelin!” dedi. İkisi de: “İsteyerek geldik.” dediler. Böylece onları, yedi gök olarak iki günde var etti. Her göğe işini (vazifesini) bildirdi. Biz dünya göğünü (en yakın göğü) kandillerle süsledik ve bozulmaktan koruduk. İşte bu, çok güçlü, her şeyi bilen Allah’ın takdiridir.” (Fussılet, 41/11-12) İlim adamları, Allah Teâlâ’nın bu âleme koyduğu İlâhî-tabîî kanunları çerçevesinde ilmî çalışmalarını sürdürürler. Çoğunlukla Kur’ân’da bu konuda ne diyor diye bakılmaz. Ama ilmî verilerin sonucunun tamamiyle Kur’ân’a uygun düştüğü görülür. Bugün her ne kadar evrenin oluşumuyla ilgili çeşitli teoriler ileri sürülüyorsa da bunlar içinden evrenin önce bir gaz kütlesi olduğu, sonradan yoğunlaşarak galaksilerin ve yıldızların oluştuğu tezi ağırlık kazanıyor.

Uzay; “bütün varlıkları her yandan kaplayan sonsuz boşluk” diye tanımlanır.[12] Uzay her ne kadar böyle tanımlanıyor ise de uzayın sadece bir boşluk olduğunu söylemek doğru değildir. Uzay, irili ufaklı milyarlarca yıldızı barındırmaktadır. Uzay, o kadar geniştir ki uzayın genişliğini rakamlarla ifâde etmemiz de, uzayın kapsamlı bir tanımını yapmamız da çok zordur.

Bugün uzay içinde her biri ayrı bir evren adası halinde yüzen galaksiler (ki her birinin içinde milyonlarca yıldız vardır) teleskoplarla görülen bugünkü şekillerini almadan önce birer gaz ve toz bulutu halinde idiler. Ondan çok daha önceleri ise bu gaz ve toz bulutları, küçücük elementer parçacıklar olarak ilk evren maddesinin içinde kaynaşmış bir durumda idiler. Bu ilk evren maddesi tahminen 4-5 milyar yıl önce patlamaya hazır bir “atom bombası” durumunda bulunuyordu. Genişleme ile birlikte atomik maddeler oluşmaya başlar başlamaz çekim kuvveti etkisini gösterdi ve küçücük parçacıklar çevrelerinde bulunan gaz halindeki parçacıkları kendine doğru çekiyordu. İlk evren maddesi, çıplak atomlardan oluşan kocaman bir küre halinde idi. Bu çıplak atomlar arasındaki karşılıklı şiddetli itme ile bu ilk evren maddesi açılarak -patlayan bir bomba gibi- evrene yayıldı. Ancak bu ilk evren maddesinin nasıl meydana geldiği kesinlikle bilinememektedir. Bunun bilinememesi normaldir. Çünkü bu, yokluktan varlığa geçiştir, yani yaratılış sırrıdır.

Furkân Sûresi’nde şöyle buyrulur:

“Gökte burçlar meydana getiren ve orada kandil ( misâli bir güneş) ve aydınlatıcı bir ay var eden Allah ne yücedir!” (Furkân, 25/61) Gökteki takım yıldızlarından her birine burç diyoruz. Gökteki yıldızlara bakarak, onlardaki ilâhî sanatın yüceliğini, kudretin eşsizliğini görüp Yüce Allah’ın önünde eğilmemiz, secdeye kapanarak O’nu tenzîh etmemiz gerekir.

3- Göklerin ve yerin yedi kat olması

Allah Teâlâ Kur’ân-ı Kerîm’de, çeşitli âyetlerde, gökleri ve yeri yedi kat olarak yarattığını haber verir. Meselâ Bakara sûresinde şöyle buyurur:

“O, yerde ne varsa hepsini sizin için yarattı. Sonra gökyüzüne irâdesiyle, saltanatıyla yönelip onları yedi gök halinde sağlam bir (sistem ve) düzene koydu. O, her şeyi hakkıyla bilendir.” (Bakara, 2/29)[14] Göğün yedi kat olarak yaratılmış olması konusu, ötedenberi müfessirleri düşündüren bir konudur. Bazılarına göre yedi gökten maksat, sayılamayacak kadar çok yıldızın, kümeler halinde bir araya getirilmesidir ki bu, “galaksi” denen yedi gruptur. Astronomlar bu yedi grup yıldızı şu adlarla anarlar:

1) Büyük Magellan Nebula’sı,

2) Duman halkası (Saka takım yıldızı),

3) Spiral Galaksi (Başak takım yıldızı),

4) Andromeda Nebula’sı,

5) Güneş sistemi,

6) Samanyolu,

7) Herkül yıldızlar kümesi.

Mülk Sûresi’nde;

“And olsun ki biz, dünya semâsını (en yakın semâyı) kandillerle süsledik” (Mülk, 67/5) buyuruluyor. Yüce Allah, dünya göğünü kandillerle süslediğini bildiriyor ki bu kandillerden maksat, yıldızlardır. Âyetin açık delâletinden, görülebilen yıldızların ve sistemlerin dünya göğü (en yakın gök) olduğu, onun ötesinde altı gök daha olduğu anlaşılıyor. Bu, üzerinde durulmaya değer bir husustur.[15] Bunun gerçekliği düşünülürse, bu evrenin, insan muhayyilesine sığmayacak kadar geniş olduğu ortaya çıkar.

Talâk Sûresi’nde şöyle buyrulur:

“O Allah ki, yedi göğü ve yerden de onların bir benzerini yarattı. O’nun emri bunlar arasına iner de iner. Bu da, Allah’ın kudretinin her şeye yettiğini ve Allah’ın gerçekten her şeyi ilmiyle kapsayıp kuşattığını bilmeniz içindir.” (Talâk, 65/12) Bu âyetin belirttiğine göre gök, yedi tabaka olduğu gibi yer de yedi tabakadır. Bu yedi tabaka şunlardır:

1) Atmosfer (havaküre),

2) Hidrosfer (suküre),

3) Litosfer (taşküre),

4) Sial, Prosfer (ateşküre),

5) Nifsima,

6) Barisfer (ağırküre),

7) Yerin çekirdeği.

Gök tabakalarıyla yerküre tabakaları arasındaki benzerlik, sadece sayıya ve yuvarların birer daire halinde birinin diğerini kuşattığına yönelik olabilir.[16]

Mü’min Sûresi’nde Yüce Allah, yeri insanlar için durak, göğü de binâ ettiğini haber veriyor:

“Allah, yeri sizin için bir mesken, göğü de kubbemsi bir yapı gibi binâ eden, size şekil verip de şeklinizi güzel yapan ve sizi temiz besinlerle rızıklandırandır. İşte o Allah, Rabbinizdir. Âlemlerin Rabbi olan Allah, yücelerden yücedir.” (Mü’min, 40/64)

Allah’ın uyumlu, dengeli, düzenli yedi gök yaratması, varlığının, birliğinin, kudretinin belgelerindendir. Bizim çok az bilgi sahibi olduğumuz sadece güneş sistemidir. Güneş sisteminin üstünde ve ötesinde daha nice sistemler, galaksiler mevcuttur, şimdilik bu hususta insanoğlunun bir bilgisi yoktur.

4- Galaksiler

Gökteki yıldız kümelerine “galaksi (gökada)” adı verilir. Evreni büyük bir orduya benzetebiliriz. Bu ordu, bildiğimiz ordular gibi kolordulara, tümenlere, tugaylara, alaylara, taburlara, bölüklere, takımlara ve mangalara ayrılmıştır.

Gökyüzündeki hiç bir cismin kendi başına hareketi söz konusu değildir. İki yıldızlı gruplardan yüz bin yıldızlı gruplara kadar çeşitli kümeler oluşmakta ve bu kümeler, milyarlarca yıldızı ihtiva eden galaksilere yerleştirilmekte, galaksiler ise galaksi salkımlarına irtibatlandırılmaktadır. Nasıl dünyamızın ay gibi, güneşimizin de gezegenler gibi uyduları varsa, bazı galaksilerin de küçük galaksilerden meydana gelen uyduları bulunmakta ve bu uydular, bağlı bulundukları büyük galaksiler etrafında düzenli hareketlerine devam etmektedirler. Evren ordusu, fevkalâde düzenli ve intizamlıdır. Hiç bir aksama olmaz.

Dünyanın en güçlü optik teleskopu olan Mount Palomar (ABD) Rasathanesindeki 200 inçlik Hale teleskopunun gözlem sahası içine 800 milyon galaksi girmektedir. Bütün evrende belki yüz milyar, belki de daha fazla galaksi vardır. Çünkü evrenin gözlenebilen kısmının bütün evren içinde ne kadar yer işgal ettiği bilinmemektedir. Çoğunluğu 100 milyar civarında yıldız ihtiva eden bu sayısız galaksiler içinde, bir trilyondan fazla yıldızı bulunanlar da vardır. Bu yıldızlardan bir çoğu ise güneşimizden binlerce misli büyüklüktedir.

5- Göğün genişletilmesi

Yüce Allah Zâriyât sûresinde şöyle buyurur:

“Göğü kendi ellerimizle (kudretimizle) Biz kurduk ve Biz onu genişleticiyiz. Yeryüzünü Biz yayıp döşedik. Ne güzel döşeyiciyiz. Her şeyden çift çift yarattık ki, düşünüp öğüt alasınız.” (Zâriyât, 51/47-49) Âyetin açık delâletinden kâinatın genişlediği anlaşılmaktadır. Fezadaki sayısız yıldızlar ve yıldız sistemleri, galaksiler çok mükemmel bir plânda yaratılıp her biri için ayrı bir yörünge takdir edilmiştir. Astronomi bilginleri gözlem âletleriyle yaptıkları gözlemlerde nebülözlerin düzenli bir harekete sahip olduklarını görmüşler, bundan nebülözlerin güneş sisteminden ve birbirlerinden uzaklaştıkları sonucunu çıkarmışlardır.

Buna göre evren hareketsiz değil, sabun köpüğü veya balonun genişlemesi gibi bir genişleme durumundadır. Fakat maddî cisimler, hacimlerini korumaktadırlar. Fizikçi Edwin Hubble, çok uzaklarda bulunan yıldızlar sisteminin dünyaya yaklaşmayıp uzaklaştığını belirtiyor.[18] Albert Einstein (1879-1955), evrenin devamlı genişlediğini söyler.[19] Fizikçi Hubble’nin nebülözlerin bizim galaksimizden uzaklaştıklarını keşfetmesi, Belçikalı Evrenbilimci Abbé Lemaitre’nin bu keşiften, evrenin genişlemesi teorisini çıkarması, Kur’ân’ın bu konudaki açıklamalarının bilimle tam olarak uyuştuğunu göstermektedir.

Gökkubbe, bize göre bir tavan görünümündedir. Kur’ân buna “sakf-i mahfûz” diyor. Sakf-i mahfûz, her türlü dengesizlikten, düzensizlikten, başıboşluk ve aksaklıktan korunmuş tavan demektir. Uzay o kadar geniştir ki bunu bizim kilometrelerle anlatmamız mümkün değildir. Uzayın genişliği, astronomide “ışık hızı”yla anlatılır. Işık hızı, bir sâniyede 300000 km’dir. Bazı yıldızların dünyaya uzaklığı bir kaç sâniyelik, bazıları bir kaç dakikalık, bazıları bir kaç saatlik, bazıları bir kaç günlük, bazıları bir kaç aylık, bazıları bir kaç yıllık, bazıları bir kaç asırlık bir uzaklığa sahiptir. Artık evrenin büyüklüğünü düşünmek gerekir.

Bize göre çok geniş ve büyük olan gök, Allah’a göre çok küçüktür. Bu kadar yıldızı ve sistemi akıl almaz uzaklıklarla gökte belli bir plâna göre serpiştiren sonsuz kudret sahibi Yüce Allah, onlar arasında çok ince hesaplara dayalı denge sağlamış ve mükemmel bir düzen kurmuştur.

6- Göklerin ve yerin ayrılması

Yüce Allah göklerin ve yerin önce bitişik olduğunu, sonra bunları ayırdığını bildiriyor. Enbiyâ Sûresi’nde şöyle buyuruyor:

“İnkâr edenler, gökler ve yer yapışıkken, onları ayırdığımızı ve bütün canlıları sudan yarattığımızı bilmezler mi? İnanmıyorlar mı? Yeryüzüne, insanlar sarsılmasın diye sâbit dağlar yerleştirdik; rahat gidebilsinler diye aralarında geniş yollar var ettik. Gökyüzünü (bozulup dengesizliğe düşmekten) korunmuş bir tavan (gibi) yaptık. Oysa onlar bundaki delillerden (belgelerden) yüz çeviriyorlar. Geceyi ve gündüzü, güneşi ve ayı yaratan O’dur. Her biri bir yörüngede yürür.” (Enbiyâ, 21/30-33)

Bazı ilim adamlarına göre uzaydaki cisimler, vaktiyle bir gaz kütlesi halinde idi. Zamanla, bu gaz kütlesinden küreler halinde parçalar kopmuştur. Dünyamız da bir gaz kütlesi olan güneşten kopmuş ve zamanla soğuyarak kabuk bağlamıştır. Dünyamızdan yükselen gazlar ve buharlar, yoğunlaşarak yağmur şeklinde tekrar dünyaya dökülmüş, böylece denizler ve okyanuslar meydana gelmiştir.

Gökten düşen meteorlar ve ay üzerindeki incelemeler, yerküreyle diğer gezegenler ve yıldızlarda aynı elementlerin bulunduğunu, bu açıdan bakılınca hepsinin aynı bütünün bölünmüş parçaları olduğunu gösteriyor. Bu âyetlerde gezegenlerin güneşten kopma parçalar olduğu açıklanıyor.

Güneş sistemi denilen bir sistemle güneş, dünya ve diğer gezegenler sanki görünmez bağlarla bağlı gibidirler. Gök cisimleri kendi yörüngelerinde belli bir hızla dönerler, aynı zamanda Güneşin etrafında da dönerler. Herkes kendi yörüngesinde şaşmadan döner. Yâsîn Sûresi’nde şöyle buyrulur:

“Güneş, kendine mahsus yörüngesinde akıp gitmektedir. İşte bu, azîz ve alîm olan Allah’ın takdiridir. Ay için de bir takım menziller (yörüngeler) tayin ettik. Nihâyet o, eğri hurma dalı gibi (hilâl) olur da geri döner. Ne güneş aya yetişebilir, ne de gece gündüzü geçebilir. Bunlardan her biri belli bir yörüngede yüzmeğe (akıp gitmeğe) devam ederler.” (Yâsîn, 36/38-40)

Gezegenlerin hızlı dönüşleri onlara, santrifüj kuvveti denilen bir kuvvet vermektedir. Böylece uydular gezegenlerine çekim kanunuyla bağlanırlar, ama

santrifüj kuvvetiyle onlardan uzaklaşırlar. Bu iki kuvvet birbirine eşit olduğu için uydular, gezegenlerinin üzerine düşmediği gibi, onlardan uzaklaşıp uzayda kaybolma tehlikesiyle de karşılaşmazlar. Sadece yörüngelerinde dönerler. Kâinatı bir bütün olarak incelediğimizde, zincirleme olarak sistemlerinde birbirlerine çekim kanunuyla bağlı olduklarını, bunun Arş’a kadar uzandığını, Arş’ın ise bütün gök sistemlerini hâkimiyeti altına alan çok büyük bir çekim kuvvetine sahip olduğunu söyleyebiliriz.

7- Çekim kanunu

Allah Teâlâ gökleri direksiz yarattığını bildirir. Lokmân Sûresi’nde şöyle buyurur:

“Allah, gökleri -gördüğünüz gibi- direksiz yaratmış, sizi sarsmasın diye yeryüzüne sâbit dağlar koymuş; orada her türlü canlıyı yaymıştır. Gökten su indirip orada her hoş çiftten yetiştirmişizdir. İşte bu, Allah’ın yaratışıdır. O’ndan başkasının ne yarattığını Bana gösterin. Hayır; gösteremezler, zâlimler apaçık sapıklık içindedir.” (Lokmân, 31/10-11)

Bu âyette Yüce Allah, gökteki cisimlerin her birinin kendine mahsus bir yörüngesinin bulunduğunu; yer çekimi ve merkezkaç kanunlarıyla denge ve düzen sağladığını belirtiyor. Cisimler arasında görünürde bir bağlantı olmadığını, boşlukta durabilmeleri için altlarına bir direk ve destek konulmadığını bildiriyor. Bu, bizim anlayışımıza göre bir anlatımdır. Göklerin görülür bir direği olmaksızın yaratılmasından ve gökleri tutup gök cisimlerinin birbirlerine çarpmasını önleyen mânevî bir direğin bulunmasından maksad, “çekim kanunu”dur. Böylece milyarlarca yıldızın tam bir uyum ve düzen içinde durduğu bildiriliyor. Şüphesiz yıldızlar ve gezegenler arasında çekim kuvvetiyle bir bütünlük meydana getiren, kâinata bu kanunları koyan, Yüce Allah’tır. Isaac Newton (1642-1727) tarafından çekim kanununun keşfedilmesiyle bu âyetlerin anlamı daha iyi anlaşılır olmuştur. Yüce Allah Rad Sûresi’nde şöyle buyurur:

“Allah, görmekte olduğunuz gökleri direksiz olarak yükselten, sonra Arş üzerine istivâ eden, güneşi ve ayı emrine boyun eğdirendir. (Bunların) her biri muayyen bir vakte kadar akıp gitmektedir. O, Rabbinize kavuşacağınıza kesin olarak inanmanız için (mahlûkât ile ilgili) işi düzenleyip âyetleri açıklayandır.” (Ra’d, 13/2)

Bizim anlayışımıza göre bir cisim boşlukta duramaz, mutlaka bir yere dayanması, bağlanması gerekir. Yüce Allah, bizim bu anlayışımıza göre gökleri direksiz yükselttiğini bildirerek kudretini açıklıyor. Kur’ân, bu ifâde ile yerçekimi kanununu hatırlatıyor. Nasıl Allah’ın dünyaya koyduğu yerçekimi kanunu sayesinde cisimler düşmeden yerde durabiliyorsa, güneşin çekim kanunu sayesinde de gökteki cisimler (güneş sistemindeki dünya, ay ve yıldızlar) düşmeden yörüngelerinde durabiliyorlar. Uzaya serpilen milyarlarca yıldız, Allah’ın koyduğu çekim kanunu sayesinde boşlukta durabilmektedir. İşte gök cisimlerinin direksiz durmasının anlamı budur. Şüphesiz ki kâinattaki düzeni ve dengeyi sağlayan bu kanunlar, bunların yaratıcısı Allah’ın varlığını, birliğini, kudretinin büyüklüğünü isbât etmektedir.

Ama Allah’ın güneşi ve ayı belli kanunlara bağlayıp emire baş eğdirmesi belirli bir süreye kadardır. O belli süre ise, Kıyâmettir. Kıyâmetin kopmasıyla kâinattaki bu düzen bozulacak, güneş yörüngesinden çıkacak, dünya savrulacak, her şey alt üst olacak; toplu bir yok oluştan sonra tekrar yeni bir düzen kurulacaktır.

Kur’ân’da bir çok âyette Allah Teâlâ, gökleri ve yeri gerçek olarak yarattığını bildirir.[25] En’âm Sûresi’nde şöyle buyurur:

“O (Allah) gökleri ve yeri hak ile (gerçek olarak) yarattı, “Ol” dediği gün oluverir..” (En’âm, 6/73) Yüce Allah, yarattığı her şeyi belli bir plân ve programa göre yaratmıştır. Pek mükemmel bir yapının, eserin kendiliğinden, tesâdüfen meydana geldiğini söylemek mümkün değildir. Bir yapının, eserin mükemmelliği, onu yapanın akıl, bilgi, beceri, ustalık ve gücüne delâlet eder. Göklerin ve yerin yaratılması da, onu yaratan Yüce Yaratıcı’nın bilgisinin, kudretinin sonsuzluğunu göstermektedir. Her şeyin belli ölçü ve kanunlara göre yaratılması, Yaratıcı Kudretin büyüklüğüne delildir. Bunlar, hak ile yaratılmıştır. Hak; ölçü, hesap, plân, program, denge ve düzendir.

Gökleri ve yeri yaratan Allah, aynı zamanda bunları yıkılmaktan ve düşmekten de korur. Bu hususta Fâtır Sûresi’nde şöyle buyrulur:

“Şüphesiz Allah, gökleri ve yeri, nizâmları bozulmasın diye tutuyor. And olsun ki onların nizâmı eğer bir bozulursa, kendisinden sonra hiç kimse onları tutamaz. Şüphesiz O, halîmdir, çok bağışlayıcıdır.” (Fâtır, 35/41)

Hacc Sûresi’nde de şöyle buyurur:

“Görmedin mi, Allah, yerdeki eşyayı ve emri (kanunu) uyarınca denizde yüzen gemileri sizin hizmetinize verdi. Göğü de, kendi izni olmadıkça yer üzerine düşmekten korur. Çünkü Allah, insanlara çok şefkatli ve çok merhametlidir.” (Hacc, 22/65) Yüce Allah, bu âyetlerde, insanların akıl ve vicdanlarına hitap ederek onları çok mühim bir husus üzerinde düşünmeye sevk ediyor. Gökleri ve yeri yaratan ve onlara yerçekimi ve merkezkaç kanunlarını koyarak uzay boşluğunda düşmeden durma özelliği veren, Allahtır. Uzayda konuldukları yörüngeden sapmadan hareket eden gök cisimlerine uygulanan bu çekim kanunları kaldırılırsa kim onları tutabilir? İşte bu gerçeği anlayan insan, Yüce Yaratıcı’nın varlığını ve kudretini kavrayarak O’na kulluk vazifesini yapar.

Böyle sonsuz bir güç ve irâdenin sahibi Yüce Yaratıcı’yı bir tarafa bırakıp da hiç bir güce sahip olmayan âciz, zayıf, zavallı yaratıkları ilâh yerine koymak kadar büyük bir gaflet ve dalâlet olabilir mi?

Yüce Allah gökleri ve yeri çok mükemmel bir şekilde yarattığını, bunlara koyduğu kanunların hiç değişmediğini insanlara haber veriyor. Kâf Sûresi’nde şöyle buyuruyor:

“Üstlerindeki göğe bakmazlar mı ki, onu nasıl binâ ettik ve süsledik? Onda hiç bir yarık (çatlak) da yoktur. Yeryüzünü de döşedik ve ona sâbit dağlar koyduk. Orada gönül açan her türden (bitkiler) yetiştirdik.” (Kâf, 50/6-7)

Gökyüzündeki yıldızlar sağlam fiziksel kanunlarla düzenlenmiş ve kesin ölçülere göre dengelenmiştir. Bir yıldız bir diğerinin sınırına, yörüngesine geçmez. Her yıldız kendine ait yörüngede yürür. Yüce Allah gökyüzünü yaratışının mükemmelliğine dikkat çekerek gökte bir yarığın, çatlağın, dengesizliğin, uyumsuzluğun, düzensizliğin, başıbozukluğun olmadığını bildiriyor.

Aynı husus Mülk Sûresi’nde, çok daha çarpıcı şekilde şöyle ifâde ediliyor:

“Üstlerindeki göğe bakmazlar mı ki, onu nasıl binâ ettik ve süsledik? Onda hiç bir yarık (çatlak) da yoktur. Yeryüzünü de döşedik ve ona sâbit dağlar koyduk. Orada gönül açan her türden (bitkiler) yetiştirdik.” (Kâf, 50/6-7)

Bu âyetlerdeki ifâdeler gerçekten çok dikkat çekicidir. Yüce Allah, göklerde bir uyumsuzluk, çatlaklık, düzensizlik olmadığını bildirirken insanın tekrar tekrar gözünü göğe çevirip bakmasını istiyor. Ama tekrar tekrar bakıldığı hâlde hiç bir eksikliğin, bozukluğun, düzensizliğin, çatlağın, yarığın olmadığının görüleceği bildiriliyor. Böylece Yüce Allah, yaratıcılığının mükemmelliğini kullarına hatırlatıyor. İlim adamlarına da göklerle ilgili çalışmalarını derinleştirmelerini bildiriyor.

Bu bakış sadece çıplak gözle bakmaktan ibaret değildir. Bu, “zamanın elverdiği her türlü gözlem âletleriyle gökyüzünü inceleyin, eğer gökyüzüne gitme imkânınız varsa gidin, görün, inceleyin, araştırın, ama gökte bir çatlak, bir yarık, bir bozukluk, bir düzensizlik, bir dengesizlik… bulamazsınız, bulamayacaksınız” demektir. Allah Teâlâ, bütün gökleri öyle mükemmel bir düzenle yaratmıştır ki göklerin incelenmesi onlardaki mükemmelliği görmeye ve bunun yaratıcısının ilminin, irâdesinin, gücünün büyüklüğünü anlamaya yarar. Gökyüzündeki âhenk, uyum, düzen insafla bakan ve inceleyenleri mutlaka Yüce Yaratıcı’nın varlığına inanmaya götürür. İnsanların gökyüzünü tekrar tekrar incelemeleri sonucunda bir kusur, eksiklik, uyumsuzluk görememeleri Yaratıcı’nın ilim ve kudretine delildir.

Göklerin yaratılışının mükemmelliği karşısında, akıl ve vicdan sahibi âlimlerin hayranlıklarını ifâde edeceklerini Kur’ân şöyle açıklıyor:

Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelmesinde akıl sahiplerine şüphesiz deliller vardır. Onlar ayakta, otururken, yan yatarken Allah’ı anarlar; göklerin ve yerin yaratılışını düşünürler: “Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın! Sen münezzehsin. Bizi ateşin azâbından koru!” derler.” (Âl-i İmrân, 3/190-191).

8- Güneş

Yüce Allah, Nûr Sûresi’nde şöyle buyurur:

“Allah, göklerin ve yeri nûrudur..” (Nûr, 24/35) Allah, gökleri ve yeri cismânî ve rûhânî nurlarla nurlandıran, aydınlatandır. Her şeyin zuhûru O’nun izhârıyladır. Allah’ın nûru her şey ile beraber bulunur da fark olunmaz. Gerçek nûr, Allah’ın nûrudur. Allah’ın nûrunun anlamı; Allah’ın, bütün âlemin ve âlemdeki her şeyin yaratıcısı olmasıdır. İnsandaki görme özelliğini yaratan da Alah’tır.[26] Yüce Allah, göklerdeki ve yeryüzündeki varlıkları yani ehil olanları kendi nûruyla doğru yola iletendir. O bakımdan doğru yola erişen herkes, O’nun hidâyet nûruyla desteklenmiştir. Allah, gökleri meleklerle, güneşle; yeryüzünü Peygamberlerle ve sâlih kişilerle nurlandırmıştır.[27] “Allah’ın nûru” denilince bizim aklımıza daha çok güneş gelmektedir. Çünkü bizim için en mühim ısı ve ışık kaynağı, güneştir. Güneşi yaratan ve ona aydınlatma ve ısıtma özelliği veren, Yüce Allah’tır.

Güneş, kendi bünyesindeki yanmaların sonucu şiddetli bir ısı ve ışık yayan bir yıldızdır. Kur’ân bunu şöyle açıklar:

Gökte burçlar var eden ve onların içinde bir kandil (güneş) ve nurlu bir ay yaratan Allah, yüceler yücesidir.” (Furkân, 25/61) Yine şöyle buyurur:

“Allah’ın yedi göğü birbiriyle âhenkli olarak nasıl yarattığını görmez misiniz? Onların içinde aya aydınlık vermiş ve güneşin ışık saçmasını sağlamıştır.” (Nûh, 71/15-16) Yine şöyle buyurur:

“Üstünüze yedi kat sağlam gök binâ ettik; parlak ışık veren güneşi var ettik.” (Nebe’, 78/12-13) Bu âyetlerde güneş ışık veren bir kandile benzetilmiş ve böylece güneşin ışık veren bir cisim olduğu açıkça belirtilmiştir. Ayın ise bir nûr olduğu yani aydınlık veren bir cisim olduğu açıklanmıştır. Bu açıklamalar ilmin verilerine tamamen uygundur. Nitekim Kur’ân’ın bu açıklamalarından yararlanarak ilk defa astro-fizik alanına giren “ışık” hakkında eser yazmış olan İbnü’l-Heysem (v. 443/1051), ayın, ışığını güneşten aldığını söylemiş, ay tutulmasını da dünyanın güneş ile ay arasına girmesi dolayısıyla ayın, güneşten ışık alamaması şeklinde açıklamıştır.[28]

Rahmân Sûresi’nde şöyle buyrulur:

“Güneş ve ay bir hesaba göre hareket eder.” (Rahmân, 55/5) Güneş ve ay, yörünge ve burçları içinde belirli bir hesaba göre hareket ederler. Kâinâtın işleri bu harekete göre düzenlenir, mevsimler ve yıllar bu son derece düzenli, şaşmaz hesapla bilinir.[29] İnsanlar henüz güneş ve ay hakkında ciddî hiç bir bilgiye sahip değilken Kur’ân, güneş ve ayın hareketlerinin belli bir hesaba dayandığını açıklayarak ilim adamlarına bir takım ön bilgiler vermiştir. “Husbân” kelimesi, “hesap” anlamına geldiği gibi, “yörünge” anlamına da gelir. Buna göre âyetin anlamı; “Güneş ve ay, yörüngelerinde, yörüngeleri sayesinde döner ve hareket ederler” demektir. Bu takdirde Yâsîn sûresindeki “Her biri bir yörüngede yürürler” (Yâsîn, 36/40) âyetiyle aynı anlamı ifâde eder.[30]

Rahmân Sûresi’nde;

“Göğü Allah yükseltti ve mîzânı O koydu” (Rahmân, 55/7) buyrulur. Mîzân, ölçü, tartı âleti anlamında kullanılır. Terâzî anlamına gelen mîzândan şu anlamı çıkarmak da mümkündür. Terâzî, iki kefede denkliği sağlar. Göğü yaratan ve onu yükselten Yüce Yaratıcı aynı zamanda göğe ve yere bir mîzân yani muvâzene, denklik sağlamış, göklerin bir nizam ve intizam içinde durabilmesi için çekim ve merkezkaç kanunlarını koymuştur. Bu kanunlar sayesinde bütün gök cisimleri tam bir düzen ve intizam içinde yerlerinde duruyor, yani yörüngelerinde seyrediyor, hiç birisi diğerinin sınırını geçmiyor. Gökte böylece pek mükemmel bir düzen devam ediyor.

“O, geceyi, gündüzü, güneşi, ayı yaratandır. Her biri bir yörüngede yüzmektedirler.” (Enbiyâ, 21/33) Güneş, ay ve hatta bütün gök cisimleri Allah’ın kendileri için yarattığı belli bir yörüngede, hiç şaşmadan ve başkasının sınırını çiğnemeden seyirlerine devam ediyorlar. Allah Teâlâ’nın, güneş, ay ve yıldızların hepsinin kendi yörüngelerinde “yüzer” olduğunu bildirmesi de ilginçtir. Demek ki gök cisimleri gökyüzünde adeta yüzer gibi seyirlerine devam ediyorlar.

Bugün güneş hakkında çok şey biliniyor. Bilinen en basit ve çarpıcı husus, güneşin kararlı ve güvenilir bir ısı ve ışık kaynağı olmasına rağmen yapı bakımından aslında durgun, sade ve düzgün bir gaz yuvarlağı olmayışıdır. Güneş süreli bir hareket ve kargaşa ortamının ta kendisidir. Güneş; korkunç bir alev topu, çalkalanıp duran bir gaz okyanusu, dipten yukarı doğru yükselen dev hortumlar, yöresel patlamalar, kırmızı gaz bulutlarından meydana gelen derin bir kuyu, fokur fokur kaynayan, yüzeyden çok uzaklara fışkıran alev alev girdaplar, sonuçta çok çok sıcak bir fırındır.

Zamanımızdan yaklaşık beş milyar yıl önce, Samanyolunun dış bölgelerine yakın bir kısımda kozmik toz ve gazlardan oluşan bir bulut kümesi ortaya çıktı. İşte bu, bizim güneşimizdi. Bu süper bulut, sıkışıp büzüşerek toparlanmaya başladı. Bu arada hareketi hızlandı. Sıkışma arttıkça sıcaklık da artıyordu. Hidrojen atomları birbiriyle çarpışarak birleşmeye başladılar. Böylece güneşin termonükleer fırını ortaya çıktı. Zaman zaman gelişme gösteren güneş, sonuçta bugünkü şekline kavuştu.[32]

Güneş akıl almayacak kadar güçlüdür. Bir saniye içinde, insanoğlunun, medeniyetin başlangıcından beri kullandığından daha fazla enerji üretir. Dünya, güneşten gelen enerjinin sadece milyarda birini alır. Bu enerjiyi sadece 15 dakika depolayabilseydik, bütün dünya nüfusunun bir yıl boyunca ihtiyaç duyacakları her çeşit enerji karşılanabilirdi.

Güneşin yüzey sıcaklığı 6000, merkez sıcaklığı ise, 15-20 milyon derecedir. Güneşin merkez katmanlarında her saniyede 564 milyon ton hidrojen, 560 milyon ton helyuma dönüşmekte, geri kalan 4 milyon ton ise, ısı ve ışık enerjisi halinde uzaya yayılmaktadır. Güneş, dünyanın 1300000 katı büyüklüktedir.

Güneşin sathında bazan öyle şiddetli patlamalar olur ki, bunların gücü, her biri bir megatonluk, on milyon hidrojen b