Eşitlik değil adalet lazım

Toplumda kadına şiddet sorununun doğru anlaşılmadığını belirten Tarihçi Akademisyen Sabiha Doğan çözüm için, Önyargılarımızdan uzaklaşıp ortak değerlerimiz etrafında adalet ekseninde buluşalım çağrısı yaptı.

Bülent ÇOLAKOĞLU

Milat yazarı Sabiha Doğan: "Suçun şahsiliği kuralı kurtarıcı öğe olabilir. Suç ve kabahatin kesin sınırları çizildikten sonra failin cinsiyetini değil de suçun hakikiliğini konuşmaya başladığımız zaman bu sorunu aşmışız demektir.

İslam’ın kadına yönelik bakış açısı ortadayken kadınların sadece cinsiyeti sebebiyle şiddete, cinayete mahkûm, eğitim haklarından mahrum tutulması ne kadar doğru?"

Cinsiyetsiz, kimliksiz, aidiyet hissini yitirmiş kolay yönetilebilir tek tip insan modelini hedefleyen ve bunun için de durmadan toplumsal fay hatlarını kaşıyan küresel çetenin sömürdüğü kavramların başında “kadın hakları” geliyor. Bir taraf “kadına şiddet var” söylem ile erkeklere karşı nefret ateşi ile tutuşturulurken; diğer taraf ise “asıl ezilen erkekler” söylem ile konsolide ediliyor. İki taraf da günden güne daha da sivrileşen bir dil ile adeta düşman haline geliyor. Tarihçi Akademisyen Sabiha Doğan ile kadına şiddet ve kadın haklarını konuşurken; gözlerden kaçan ama günden güne büyütülen “nefret” sorununun “kadın” tarafını konuştuk.

-Gazetemizde 5 ana başlığın kadına şiddet ile ilişkisini 13 yorumcunun değerlendirdiği yazı dizimizde siz de yer almıştınız. Konuyla ilgili yorumlarınızı alırken “kadına nefret” ifadeniz dikkatimizi çekti. Türkiye “kadına şiddet”i konuşurken, yazılarınızda ve sosyal medyadaki mesajlarınızda da vurguladığınız “kadına nefret” ifadesi ile neyi kastediyorsunuz, “kadına şiddet” ile “kadına nefret” arasında nasıl bir fark var?

Aslında ülkemizde kadına yönelik şiddet ve cinayet sorunu bile net olarak anlaşılmadan, bundan bahsedilemeyeceğini düşünüyorum. Hala kadına yönelik şiddet ve cinayet denildiği zaman, kadın cinayetlerinin rakamları paylaşıldığı zaman; bunu cinsiyet ayrımcılığı hatta feministlik, erkek düşmanlığı olarak yorumlayan kişilerin sayısı oldukça fazla.

“Dünya üzerinde bu kadar erkek cinayeti işlenirken sesini çıkarmayanlar, kadın cinayetleri üzerinden erkek düşmanlığı yapıyor” diyenler ya ciddi bir bilgi eksikliği yaşıyor ya yanlış bir şekilde yönlendirilmiş ya da gerçekten cinsiyet ayrımcılığı yapıyor ve bu kadar önemli bir meselede çözümü bulmak yerine körü körüne bir cinsin savunuculuğunu yapıyor.

Kadın cinayetleri topluma anlatılmalı

-Sizi bu şekilde düşünmeye sevk eden nedir?

Neden mi böyle söylüyoruz? Çünkü bu savunuda bulunanların öncelikle kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetleri ne demek olduğunu bile öğrenmemiş olduklarını varsayıyoruz. Bir toplumda her üç kadından biri fiziksel şiddete maruz kalıyorsa, her güne birden fazla kadın cinayeti düşüyorsa bunu yok saymanın, üstünü kapatma çabasının hiç kimseye, topluma faydası olmayacaktır.

Konunun tam olarak anlaşılabilmesi için önce “kadın cinayeti nedir” bunu bilip anlatmamız gerekir. Kadın cinayeti; bir kadının salt cinsiyeti üzerinde ortaya çıkan çoğu eski eşi, nişanlısı, erkek arkadaşı, babası, ağabeyi veya diğer erkek fertler tarafından işlenmiş cinayetler anlamına gelir. Yani cinayetin temelinde cinsel kimlik bulunur. Örneğin, sıra beklerken çıka kavgada ya da mafya hesaplaşmasında öldürülen kadınlar bu rakamlara dahil edilmez. Yani kadın cinayeti dediğimiz durumun temelinde cinsiyet ana faktördür ve katil de erkektir. Konuyu “erkek cinayeti de var ama feministler görmüyor” diyerek yok saymaya çalışanlara sözümüz ise, evet dünyada en çok cinayete erkekler kurban gider ancak bu erkek maktullerin katilleri de erkeklerdir demek istiyorum.

Nefret dilinin kazananı olmaz

-Peki “kadın nefreti” ile kastettiğiniz nedir?

Kadın cinayetleri mevzusunun anlaşıldığını varsayarak kadın nefreti kısmına geçecek olursak, yazık ki özellikle sosyal medyada gördüğümüz açık bir kadın nefretinden bahsedebiliriz. Kimileri fake hesaplardan, kimileri nafaka başlıklı, sadece bu amaçla kullanılmak için açıldığı görülen, kimliği belirsiz hesaplardan bu yönde ciddi bir nefret pompalandığını üzülerek gözlemliyoruz. Hangi amaca, neye hizmet ettiği belli olmayan, bazen örtük bazen açık nefret dili, toplumda yeni bir ayrışma unsuru, yönlendirilebilecek bir fay hattı olması yönünde çalışmalar olduğu izlenimini veriyor. Israrla ve kesin bir şekilde söylüyorum, bu dilin kazananı olmaz; kaybedeni hepimiz oluruz.

-Gözlemlerinize göre kadına nefret söyleminde mütedeyyin kesimin rolü olduğunu düşünüyor musunuz?

Maalesef buna “evet” yanıtını vermek zorunda kalacağım. Bahsettiğimiz bu dil yazık ki dindar/muhafazakâr camia içerisinde ortaya çıktı ve palazlandırılıyor. Çeşitli siyasi planların yapıldığı, yeni yol ayrımlarının ortaya çıktığı böyle bir dönemde kadın konusundaki her değişiklik ve uygulamayı dahi siyasi malzemeye dönüştürüp çıkar elde etmeye çalışanlar aile, kadın-erkek konularından da hiçbir değer gözetmeden malzeme devşirmeye çalışıyor. Bir iki sivri dilli, şöhret avcısı ismin etrafında toplanan çoğu erkek, orta yaşlı, muhafazakâr insan topluluğu bu nefret dilinin inşası ve sürdürülmesinde isimsiz birer figür olduklarının dahi farkına varamıyorlar.

Peygamberimizi rehber edinelim

-Kadına şiddeti konuşurken bir kavram karmaşası da yaşandığını görüyoruz. Mesela siz “kadın hakları” derken, hedefiniz “kadın erkek eşitliği” midir?

Aslında kadın hakları dediğimiz şey, bir insan haklarından fazlası değil. İnsan olarak, Allah’ın yeryüzündeki halifesi olan özel canlıların adalet ekseni etrafında insani haklarından bahsediyoruz. Şiddet ve cinayetten uzak, eğitim ve iş hayatında cinsiyetinden dolayı bir ayrımcılık yapılmaması dileğimiz. Daha önce başörtülü oldukları için eğitim ve iş hayatından uzak kalan kadınlarımızın bugün toplumsal dayatma yoluyla bu haklardan mahrum bırakılmasının neresi doğru?

Zaten yolumuzun üstünde Hz. Peygamber gibi bir örneklik varken, İslam’ın kadına yönelik bakış açısı ortadayken kadınların sadece cinsiyeti sebebiyle şiddete, cinayete mahkûm, eğitim vb. haklarından mahrum tutulması ne kadar doğru? Toplumun inşasını sağlayan, çocukları eğiten ve yetiştiren kadınlarımıza bu kötü muameleyi reva görmek ne kadar hakkaniyetli ve doğru?

Suçun cinsiyeti mi olur!

-Bir taraf “kadınlar mağdur”, diğer taraf “erkekler mağdur” derken bu işin sonu ne olur sizce?

Suçun şahsiliği kuralı kurtarıcı öğe olabilir. Suç ve kabahatin kesin sınırları çizildikten sonra failin cinsiyetini değil de suçun hakikiliğini konuşmaya başladığımız zaman bu sorunu aşmışız demektir. Suç ve kabahati cinsiyet üzerine yükleyerek potansiyel suçlu veya masum ilan etmemek gerekir. Her cinsin içinden de yanlış yapanlar, suçlular, hukuku çıkarlarına uygun yanlış bir şekilde kullanmak isteyenler çıkacaktır. Burada çözüm, ortada bir suç varsa suçluyu savunmadan kaçınmak, topyekûn cinsiyet üzerinden saldırı veya savunuya gitmemekte yatmaktadır. Hem ayrıca neden hemcinsimizin yaptığı bir kabahati savunmak zorunda hissediyoruz? Suçun cinsiyeti mi olur?