AK Parti, Erdoğan'ın liderliğinde üç temel meseleyle boğuşmak durumunda olduğunu biliyor ve hamlelerini buna göre yapmaya çalışıyordu.
İlki, iç barışı sağlayacak zor hamleleri yapmak, zarar görmüş toplumsal güveni, devletle toplum arasındaki ilişkileri onarmaktı. Burada Kürt sorunu öne çıkıyordu. Kapan ise PKK ile kurulmuştu.
İkinci olarak, sosyal adaleti, dezavantajlı kesimlerin orta sınıflaşmasını, ülkeyi tarihsel kapanda tutan faiz/enflasyon dengelerini sağlamak, kısaca ekonomik anlamda güçlü/bağımsız rotada ilerlemek durumundaydı.
Ve tabii üçüncü olarak devlet mekanizmasını demokratikleştirmek, bürokratik olagarşiyi aşmak, bir aygıt olarak devleti milletin iradesine sokabilmekti. Burada son gladyo ve derin devletimiz olan paralelle karşılaşacaktık.
Dolayısıyla, bu üç noktada başarılı olunduğu oranda değişim kurumsallaşacak ama en ağır darbeleri de bu alanlardan alacaktık. Bunlar bir ülkenin teslim alındığı fay hatlarıydı çünkü. Vesayetin konuşlandığı, tahkimat yaptığı mayınlı yerlerdi. Ancak kavganın kimyası "delikanlı" Anadoluluların kavradığından daha karmaşık tuzaklar içeriyordu. Bunu görebilen lider Erdoğan idi.
Gezi'de bu üç alandaki başarılara saldırı başladı. 17/25 Aralık'ta ise üç kavga alanında birden vahşi bir iç işgal denemesini gördük, görüyoruz. Erdoğan, bu saldırılarda ayakta kaldı. Yalnız görünüyordu; Gezi veya 17/25 Aralık'ta kendi kararlarına göre davranmasa ve "telkin"lere kulak assaydı, darbe tamamlanmış olacaktı. Başarısızlıklar neticesinde, son Truva Atı, Çözüm Süreci içinden çıkıyordu. Ya İmralı baştan beri bu işin içindeydi ya da süreç onun kontrolünden çıkmış veya hiç olmamıştı. Değil Kolombiya'dan, Mars'tan dahi model getirseler, artık yaşanmış olanı yaşanmamış kılamazlar. Cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra, Çözüm Süreci'ni zehirleyerek ülkeyi bir içsavaşa sürüklemek, sonra da bunun faturasını Erdoğan'a keserek bir taşla iki kuş vurmak istediler. Faiz tartışmasında, yolsuzluk susturucusu takılmış 17/25 Aralık meselesinde, "yeniden masa kurulsun" veya "paralelle savaşa mola" kampanyalarında, biz bu karmaşık kimyanın karanlık suratını gördük, görüyoruz. Bir CHP koalisyonu olasılığı çerçevesinde kurulan kararlı gazeteler aslında bu üç alanda başarı sağlamış taktikleri itibarsızlaştırmaya çalışıyorlar. Burada asıl mesele söyledikleri gibi başarısız olunması değil, bilakis son derece başarılı olunmasıdır. Abuk sabuk, tutarsız telkinler de bu başarıyı gölgelemek, tersine çevirmek içindir. Çok net söylüyorum; Erdoğan bu kavgayı her türlü ihanete rağmen doğru okuyor ve kazanıyor. Sızlanıyorlar... Doğrudan Sayın Erdoğan'a yüklenemedikleri için, yok otoriterleşme, yok liyakat, yok linç, yok kutuplaşma, yok masa diyerek, kendilerince Erdoğan'a karşı bir tahkimat alanı yaratmaya, muhafazakarları bölmeye, onu yalnızlaştırmaya çalışıyorlar; olur da bir fırsat çıkarsa üzerine çökecekler. Liyakatten bahseden güruhu Gezi ve 17/25 Aralık'ta gördük; kimlerle düşüp kalktıklarını, Doğan ve paralelle irtibatlarını, o muhteşem analizlerini izledik. Hepsinin toplam zekası, Erdoğan'ın zekasının sadakası etmez. Çünkü bu zeka ahlakla ve millet iradesiyle korunmaktadır. Anlayamadıkları ve isteseler de anlayamayacakları fark budur.