Enel Hak diyen Hallac-ı Mansur kimdir?

Bizim ''''Hallac-ı Mansur'''' olarak bildiğimiz asıl ismi, ebu’l-Mugîs el-Hüseyin bin Mansur el-HALLAC, taat ve maneviyatın zirvesi olarak gösterilen örnek kişilerden biridir. Söylemiş olduğu ''''Enel hak (Ben hak''kım)'''' sözü Şeriat kurallarına göre değerlendirilmiş ve asılmasına hükmedilmişti. Peki gerçek neydi?Hallac-ı Mansur o sözü ile neyi kast etmişti? İşte ''''Hallac-ı Mansur'''' hakkında bilinenler. Enel Hak diyen Hallac-ı Mansur kimdir?

Bizim ''Hallac-ı Mansur'' olarak bildiğimiz asıl ismi, ebu’l-Mugîs el-Hüseyin bin Mansur el-HALLAC, taat ve maneviyatın zirvesi olarak gösterilen örnek kişilerden biridir. Söylemiş olduğu ''Enel hak (Ben hak'kım)'' sözü Şeriat kurallarına göre değerlendirilmiş ve asılmasına hükmedilmişti. Peki gerçek neydi? Hallac-ı Mansur o sözü ile neyi kast etmişti? İşte ''Hallac-ı Mansur'' hakkında bilinenler. Enel Hak diyen Hallac-ı Mansur kimdir?

Hallac denilmesinin sebebi hakkınnda çeşitli görüşler vardır

. Görüşleri ve yaşamıyla tartışmalı değerlendirmelere konu olan ünlü mutasavvıf. Kişiliğiyle pek çok Müslümanın deneyimlerini, ülkü ve özlemlerini dile getirdiği için kimilerinde hayranlık, kimilerinde öfke uyandıran yaşamı ve ölümü İslam tarihinin en çok sözü edilen öykülerinden biridir. Baba mesleğinden dolayı Hallaç (pamuk atıcısı) adıyla tanınır. Ayrıca “manevi sırları hallaç pamuğu gibi attığı” benzetmesiyle “Hallac-ı esrar” olarak anılır. Hallac-ı Mansur’a dayandırılan tasavvuf öğretisi de Hallaciye adıyla bilinir.

2.Bir gün, arkadaşı olan bir hallacın dükkanına girdi. Bir işinin görülebilmesi için onun yardımını rica etti. Fakat hallacın gittiği yerden dönüşü biraz uzun sürdü. Geldiğinde; "Ya Hüseyin, senin için bugün işimden oldum" diye söylendi. Hallac-ı Mansur onun endişeli hâline bakarak gülümsedi; "Üzülme senin işini de biz halledelim" diyerek parmaklarını pamuk yığınlarına doğru uzatıverdi. O anda henüz atılmamış pamuk yığınları harekete geçti. Kaşla göz arasında, tel tel saf pamuk bir tarafa, kirli ve süprüntü kısmı ise diğer tarafa ayrıldı. Hallaç şaşırıp kalmıştı. Olay kısa zamanda halk arasında yayıldı. Bundan sonra da ona Hallac-ı Mansur dendi.

İnanışa göre Zerdüşt dinine bağlı olan büyükbabası, sahabilerden Ebu Eyüb’ün soyundan geliyordu; babası sonradan Müslüman olmuştu. Hallaç, İran’daki mezhep çatışmaları nedeniyle genç yaşta Tur’dan ayrılarak, Arap kültürünün önemli merkezlerinden biri olan Vasıt’a, ardından Tuster’e gitti. Bu yaşlarda tasavvufa yöneldi. Tuster’de ünlü mutasavvıflardan Sehl bin Abdullah et-Tusteri’ye bağlandı ve onunla Basra’ya gitti. Daha sonra Bağdat’a geçerek Amr bin Osman el-Mekki’ye bağlandı; bu sırada ünlü mutasavvıf Ebu Yakub el-Akta’nın kızıyla evlendi. Hallaç, Bağdat’ta Cüneyd-i Bağdadi’yle tanıştı ve ondan hırka giydi. Ne var ki coşkun kişiliği nedeniyle aralarında çıkan anlaşmazlıktan dolayı kısa sürede Cüneyd’den de ayrıldı.

İlk haccından (896) sonra Bağdat şeyhleriyle bütün ilişkisini keserek Tuster’e gitti. Dört yıl boyunca katı bir çile yaşamı sürdürdü. Sufi hırkasını çıkardı; halk arasına karıştı. Fars, Huzistan ve Horasan’da halkı yazıları ve konuşmalarıyla Tanrı aşkına çağırmaya başladı, çevresinde çok sayıda mürit topladı. Bu dönemde hadis ve fıkıh bilginleriyle ilişkileri gitgide bozuldu.

İkinci haccından (905) sonra denize açılarak İslam’ı yaymak amacıyla Hindistan ve Türkistan’a gitti, Çin sınırlarına kadar dolaştı. Onun bu gezisi sırasında İslam dinine kazandığı Müslümanlar daha sonra Mansuri olarak anıldı. Daha sonra üçüncü kez hacca giden Hallaç, Hicaz’da geçirdiği iki yılın ardından Bağdat’a döndü ve buraya yerleşti (y. 908). Son haccı sırasında tam bir kendinden geçme durumuna girdi. Ünlü “Ene’l-Hak” (Ben Hakk’ım) sözünü bir vecd anında bu dönemde söylediği anlatılır.

Enel Hak dedi

Allahü teâlânın aşkı ile kendinden geçtiği bir sırada; "Enel-Hak" dedi. Bu sözün anlamı, (Ben Hakkım) demek ise de, (Haktan başka hiç kimse yok) demek istemişti. Bu sözü için katline fetva verdiler. Halife, onun bir yıl zindana atılmasını emretti. Fakat halk yine ona gidip bazı meseleler soruyordu. Daha sonra ziyaret de yasaklandı. Şeyh Ebu Abdullah-i Hafif anlatır: "Hile ile Hallac-ı Mansur'u görmeye gittim. Yumuşak halılar ve döşeklerle döşenmiş, güzel bir oda gördüm. Oradaki köleye, "Şeyh nerede?" dedim. "Abdest alıyor" dedi. "Bu zindanda ne iş yapıyor?" dedim. "13 batman ağırlığında bir demir bağ ile, her gün bin rekat namaz kılıyor" dedi. Sonra, "Bu zindanda eşkıya ve hırsız çok, onlara nasihat eder" dedi. Biz konuşurken o abdest alıp geldi. Bana: "Ey genç nerelisin?" dedi. "Şirazlıyım" dedim. Meşayıhlerden sordu. Ebü'l-Abbas ibni Ata'ya gelince, "Onu görürsen, o mektupları yakmasını söyle." Tam bu sırada zindancıbaşı içeri girdi. Saygı gösterdikten sonra, "Düşmanlar beni halifeye gammazlamışlar. Güya ben, ululardan birini buradan bin dinar alarak salmışım. Yerine de halktan birini hapsetmişim. İşte şimdi beni katledecekler" dedi. Şeyh: "Var selametle git" dedi. O gittikten sonra, şeyh hücrenin ortasında dizleri üzerine gelerek, ellerini havaya kaldırdı. Başını önüne eğdi. Şehadet parmağı ile işaret ederek ağladı. Öyle ağladı ki, gözyaşından ıslanmadık bir yeri kalmadı. Kendinden geçerek yüzünü yere koydu. O sırada zindancıbaşı içeri girdi. Şeyh: "Ne oldu?" diye sordu. Zindancıbaşı: "Kurtuldum" dedi. "Hangi sebeple kurtuldun?" diye sordu. Halife; "Seni öldürecektim. Şimdi sana gönlüm ısındı. Tekrar affettim" dedi.

Yüz kırbaç vurun

Halife, "O, fitne çıkarmak istiyor, onu katledin veya Enel-Hak sözünden dönene kadar dövün" emrini verdi. Ona önce yüz kırbaç vurdular. Hiç ses çıkarmadı. Ölmediğini görünce, ellerini ve ayaklarını kestiler. "Korkudan sarardığımı sanmayın. Kan kaybetmekten sararıyorum" buyurdu. Darağacında "Tasavvuf nedir?"diye sordular. "Tasavvufun en aşağı derecesi, işte bende gördüğünüz bu hâldir." "Ya ileri derecesi?" dediler. "Onu görmeye tahammülünüz olmaz" dedi.

İdam edilmeden önce halk taş atmaya başladı. Atılan taşlara hiç ses çıkarmıyor, hatta tebessüm ediyordu. Bir dostu, gül attı. O zaman inledi. Sebebi sorulduğunda; "Taş atanlar beni tanımaz. Halden anlayanların bir gülü beni incitti" dedi. Ellerinden, bacaklarından sonra dilini de kesmek istediler. İzin isteyip; "Allah’ım, bana senin için bu işkenceyi reva görenleri affet!" diye yalvardı.

Daha sonra dili ve başı da kesildi, cesedi yakıldı, külleri Dicle'ye atıldı. Atılan küller dökülür dökülmez, nehir hemen kabarmaya başladı. Kabaran Dicle'nin suları Bağdat'ı basmak üzereydi. O zaman bir dostu hırkasını Dicle'ye attı ve Dicle bir müddet sonra eski normal hâlini aldı. Hallac bu kimseye, şehit edilmeden önce: "Benim kollarımı, bacaklarımı, başımı kestikten sonra, cesedimi yakıp, külünü Dicle'ye atarlar. Korkarım ki, nehir taşıp Bağdat'ı basar. O zaman hırkamı nehre götürüp at" buyurmuştu.

Hallac-ı Mansur’un Eserleri

Çeşitli kaynaklarda Hallac’a dayandırılan 50’ye yakın yapıttan söz edilirse de bunlar günümüze ulaşmamıştır. Hallac’ın yapıtlarının derlenmesine büyük katkıda bulunan Fransız Katolik araştırmacı Louis Massignon’a göre Hallac’dan bugüne ulaşan metinler:

altı mektup, 350 kadar özdeyiş, konuşmalarına ilişkin 74 özet, 80 şiir, 27 rivayet ile 11 bölümlük Kitabü’l-Tevasiri’den oluşmaktadır. Massignon’un Passion d’al-Hallaj (1922, 2 cilt; Hallac’ın Çilesi) adlı yapıtı Hallac’ın yaşamı ve öğretisiyle ilgili en önemli kaynaktır.

Hallac-ı Mansur’un Öğretisi

Hallac’ın öğretisi başlıca üç temele dayanır: Tanrı ruhunun insana girmesi (hulûl), hakikat-ı Muhammedi’nin (nur-ı Muhammedi) öncesizliği ve dinlerin birliği. Hallac’a göre insan, özü bakımından tanrısal bir varlıktır. Tanrı insanı kendi biçiminde yaratmış ve melekleri ona secde ettirmiştir. Bu nedenle benliğini Tanrı’ya kullukla eğiten, tutkulardan arındıran, kalbini iyi işlere veren ve zevklerden kaçınan insan Tanrı dostluğuna erer. Daha sonra dostluk merdiveninde yükselerek beşeri doğasından kurtulur. Benliğinde beşeri hiçbir iz kalmayınca Tanrı’nın ruhu, Hz. İsa’da olduğu gibi onun ruhuna hulûl eder. Bu andan sonra her şey ona boyun eğer, istediği her şey gerçekleşir, buyruğu Tanrı buyruğu gibi her şeye koşulsuz egemen olur, her eylemi Tanrı eylemi niteliği kazanır.

Hz. Muhammed’in birbirinden ayrı iki biçimi (sûret) vardır. Birincisi bütün varlıklardan önce var olan öncesiz (kadîm) bir nurdur ve bu nur bütün bilgilerin kaynağıdır. İkincisi, peygamber olarak dünyaya gelen, belli bir yer ve zamanda ortaya çıkan geçici biçimidir. Hz. Muhammed peygamberlik görevi süresince bütün bilgilerini ve ahlakındaki olgunluğu öncesiz nurdan almıştır. Yalnız o değil, bütün peygamberlerle veliler bilgi ve ışıklarını o nurdan almışlardır.

Hallac’a göre bütün dinler aynı gerçeği dile getirir. Değişik adlarla anılsa bile bütün dinler bir ağacın dalları gibi temelde birleşir; amaçları aynıdır ve tümü Tanrı’ya aittir. Toplumların çeşitli dinlere bağlanması kendi seçimleriyle değil, Tanrı’nın dilemesiyle ilgilidir. Bu yüzden hiçbir dinin temelsiz olduğu söylenemeyeceği gibi, bir kimsenin dininin yanlış olduğu da öne sürülemez. Çünkü böyle bir savla o kişinin inancını kendi özgür iradesiyle seçtiği öne sürülmüş olur.

Hallac’ın öğretisini benimseyenlerin bir bölümü onun öldürülmediğine, Hz. İsa gibi onun yerine bir benzerinin öldürüldüğüne inanmışlardır.

Etkisi “Ene’l-Hakk” sözüyle tasavvuf tarihine geçen Mansûr, edebiyatta Allah yoluna kendini kurban etmenin simgesi olarak görülmüştür. Özellikle tasavvuf etkisindeki şairler vahdet-i vücut inancını dile getirirken Mansûr’un adını anmışlardır. Bektaşi meydan’ının ortasına da dâr ya da dâr-ı Mansur adı verilmiştir. Dâr (darağacı) sözcüğü şiirlerde de Mansûr’un adıyla birlikte kullanılır. Onun yolunu izlyenlere de Hallacî denmiştir.

Örnekler:

Dâr olam girdâr olam Mansur olam ber-dâr olam Ten olam hem can olam hem in olam hem an olam (Yunus Emre)

Mest olub söyler enelhak aşk ile âlemde bil Ya’ni kim Mansûr-ı âşık oluben berdâr mest (Seyyid Nesimî)

Biz habîbin zülfünün dârında Mansûr olmuşuz Aşk ile çün kim Ene’l-Hakdan haberdârız bugün (Aşkî)

Çün fenâ dârında menlik Mansûr’u berdâr eyledi Dost eşiğinde “enelhak” nevbetin urdu bu aşk (Eşrefoğlu Rûmî)

Merâm-ı râz-ı aşk-ı ketm idi Mansûr-ı berdârın Deyip gitti Enelhak nâmını ketm etti Dimdâr’ın (İzzet Molla)

Ol cemâle şöyle kıldı âşık u şeydâ beni Eyleyiser âkıbet Mansûr-veş berdâr-ı aşk (Muradî)

Münkirin gıdası Hakk’tan kesildi Nesimi yüzüldü Mansur asıldı Dünya yedi kere doldu, ıssıldı Dolduran Muhammed eken Ali’dir (Pir Sultan Abdal)

Mansur “enelhak” der Bağdat şehrinde O şehit düştü Kerbela çölünde Süngüsü elinde tirkeş belinde Gel dinim imanım Hasan Hüseyin (Kul Hüseyin)

İLGİLİ HABERLER

>>YASİN SURESİ >>NAZAR DUASI >>FETİH SURESİ >>MERYEM SURESİ >>VAKIA SURESİ >>İSMİ AZAM DUASI >>TAHA SURESİ >>LEV ENZELNA >>HAŞR SURESİ >>FELAK NAS SURELERİ