İkinci Derece
İkinci derece tariftir. Çünkü yasaklanan işi bazen kişi cehaleti sebebiyle işler. Fakat ona o işlediğinin haram ve münker olduğu tarif edildiği zaman terk eder. Cahil köylünün namaz kılıp, rükû ve secdesini güzelce yapmaması gibi...
Bu bakımdan bu işlediği işi bilmediğinden yaptığına inanılır. Rükû ve Secdesi güzelce yapılmayan namazın, namaz sayılmadığını bilmediği için böyle yapmıştır. Eğer namaz kılmayı istemeseydi namazı terk ederdi. Bu bakımdan böyle bir kimseye şiddet kullanmaksızın, uygun bir şekilde işlediği şeyin 'yasak' olduğunu tarif etmek gerekir. Böyle yapması, şu illetten ileri gelir: Tarif'in zımnında kişiyi cahilliğe, ahmaklığa nisbet etmek vardır. Oysa bir insanın cahilliğini yüzüne vurmak ona eziyet vermektir. İnsanoğlu az zaman emirleri bilmemezliğe nisbet edilmesine razı olur. Hele şer'î emirler ise, mesele daha da değişir. İşte bunun için görürsün ki, öfkesine mağlup olan bir kimse yanlışlık ve cahilliği hususunda ikaz edildiği zaman daha da öfkelenir! Hakkı bittikten sonra da cahilliği meydana çıkacaktır korkusuyla hakkı inkâr etmek hususunda nasıl çalışır? Çünkü tabiatlar hakikî avretin örtülmesinden daha fazla cehalet avretlerinin örtülmesine haris ve taraftardırlar. Çünkü cahillik nefsin sûretinde bir leke ve bir kabahattir. Nefsin yüzündeki bir siyahlıktır. Onun sahibi daima ayıplanır. Ön ve arkanın kabih yeri bedenin tabi sûretine dönüşür. Nefis ise bedenden daha şereflidir. Onun kabahati, bedenin kabahatinden daha şiddetlidir. Bir de bedeninin avreti görünen bir kimse ondan dolayı ayıplanamaz. Çünkü görünmesi onun iradesi dahilinde değildir. Aksine tabiidir ve onu kaldıramaz, güzelleştiremez. Çünkü yaradılışıdır.
Cehalet ise, kaldırılması mümkün olan bir kabahattir. İlmin güzelliğiyle değiştirilebilir ve bundan dolayı da insanın cehaleti göründü mü elemi gittikçe artar. İlminden dolayı nefsinde kusuru oldukça kabarır. Sonra ilminin güzelliği başkasında göründü mü oldukça lezzetlenir. Madem ki yaptığı kabahati tarif ettiğimiz zaman, kalbini acıtan avretini keşfetmiş oluruz o halde şefkatle ve yumuşaklıkla o eziyeti kaldırmak için tedaviye başvurmak gerekir. Bu bakımdan biz ona deriz ki: İnsanoğlu annesinden âlim olarak doğmaz. Biz de senin gibi namazın şartlarını bilmeyen kimselerdik. Âlimler bize öğrettiler. Oysa senin köyünde ilim ehli de yoktur veya köyünün âlimi namazı izah edecek kadar bilgili de değildir'.
Namazın izahı şudur: Namazın şartı, rükû ve secdede itminana kavuşup tadili erkana riayet etmektir. İşte böylece eziyet görmeden işlediği münkerin hakikatini öğrensin dîye yumuşak hareket edilmelidir. Çünkü bir müslümana eziyet vermek mahzurlu ve haramdır. Tıpkı bir müslümanı kötülükle başbaşa bırakmanın mahzurlu olduğu gibi...
Akıllılardan hiç kimseyi göremezsin ki, kanı kan veya sidik ile yıkamış olsun. Münkere karşı susmak mahzurundan kaçınıp normal olmasına rağmen müslümana eziyet verme mahzurunu bunun yerine işleyen bir kimse muhakkak ki kanı sidik ile yıkamış olur. Ama kişinin dinî bir işte değil, başka bir yerde bir hatasını gördüğü zaman, onun hatasını bu takdirde yüzüne vurmak uygun değildir. Çünkü bu kişi bu hatasını yüzüne vurmadan önce senden öğrenebilirdi. Böyle yaptığından dolayı sana düşman olur, Ancak hatasını yüzüne vurduğun takdirde, hatasını öğrenmeyi kendisine ganimet sayacağını bildiğin zaman ikaz etmelisin. Fakat böyle bir kimse de nadir bulunur.