El Hakim esması, Esmaül Hüsna

Allah''ın 99 ismini içeren Esmaül Hüsna''nın faziletleri saymakla bitmez. Her bir ismin sırrı şifası fazileti bambaşkadır. Arapçada "en güzel isimler" olarak tercüme edilir. Allah''ın 99 sıfatını yani özelliklerini barındırır. Bu isimler hem hadis i şerifte hem de ayetlerde sıklıkla yer alır. Bu isimlerden biri de El Hakim''dir. Peki El Hakim''in sırrı fazileti nedir? Okundukça nasıl faydaları dokunur bizlere?

Allahın 99 ismi (esmaül hüsna) El Hakim ne anlama geliyor? El-Hakim ism-i şerifi "hikmet sahibi" demektir. Hikmet hakkında birçok tanım yapılmıştır. Bu tanımlardan bazıları şunlardır:

NAZARDAN KORUNMA DUASI

ESMAÜL HÜSNA

TÜKETİCİ ŞİKÂYETİ

İSMİ AZAM DUASI

FETİH SURESİ

“Hikmet en üstün ilimlerle en üstün hususları bilmek... Sebepleri tertip edip müsebbiplere yöneltmektir.” (Gazali) “Hikmet iradenin, adaletin, rahmetin, ihsanın, cömertliğin, iyiliğin ve en güzel yönleri ile eşyaları yerli yerine koymanın kemalini içermektedir.” (İbn-i Kayyim) “Hikmet-i âmme kast, şuur, irade, ihtiyar sıfatlarını tazammun (ihtiva) ediyor." (Said Nursi) Hikmet hakkında yapılan bu tanımlar birbirinden farklı gibi görünseler de, manasına inildi mi aslında aynı hakikate işaret ettikleri görülür. Evet, hikmetin manasında kast, gaye, mana ve amaç söz konusudur. Rabbimizin yaratması ve buyruğu hep bir gaye iledir ve bütün gayelerinin son adresi de fayda, menfaat ve maslahattır. Bu da demek oluyor ki Yüce Hakim, kullarına ihsan ve ikramda bulunmak istiyor ve onun için gayesiz hiç bir şey yaratmıyor. İhsan ve ikramı da ancak şefkati sonsuz bir zat yapar. Demek kâinatta görülen gayeli ve sonu fayda ile biten bütün bu işlerin kaynağı şefkattir.

Hakim-i Zülcelal bu gayelere zati, ezeli, daimi, sonsuz, ihatalı ve mutlak ilmi ile hükmeder. Onun için sözü ve her yaptığı doğru ve hayırdır. Mevcudatın hakikatlerine bütün inceliğiyle vakıf olduğu için her halde bütün işlerinde ve hükümlerinde isabet edecektir. Her şeyi manalı bir şekilde, olması gereken yere koyacaktır. Bütün mevcudatı hikmetiyle tanzim edip, her şeyi olduğu gibi insanı da mükemmel istidatlarda(kabiliyet) yaratıp kapasitesine uygun sorumluluklar yükleyecektir. Nitekim insanın yaratılışının hikmetine vakıf olan meleklerin Rablerini övgüsü de şöyle olmuştur;

ESMAÜL HÜSNA HAKKINDA GENEL BİLGİLER İÇİN TIKLAYINIZ...

“Sen yücesin, bize öğrettiğinden başka bizim hiç bir bilgimiz yok. Gerçekten Sen Alim ve Hakim`sin.” (Bakara / 32) Üstad, bu ayeti şöyle tefsir eder: “Alim ve Hakim Sen olduğun için Adem`i talim ettin, bize galip oldu. Hakim olduğun için bize istidadımıza göre veriyorsun, Onun istidadına göre rüçhaniyet(üstünlük) veriyorsun.”

Hakim-i Mutlak, her varlığı belki her zerreyi bir işle değil birçok işle vazifelendirmiştir. O (CC)"nun yarattığı hiçbir şeyde abesiyetten yani yapılmasında hiçbir fayda olmayan boş işten bahsedilemez. Mesela bedenin her bir organını birden fazla işle vazifelendirmiştir. Bu işler için aynı organdan birkaç tane yapılsaydı beden hangi şekle girerdi? Ya da bir hava zerresini birçok işte; görüntü, ses, elektrik, ısı gibi şeyleri iletmekte çalıştırıyor iken yapılan bu görevlerin sayısınca hava zerrelerinin sayısı daha çok artırılsaydı canlıların solunumu veya görmesi nasıl etkilenirdi? İşte Hakim-i Zülkemal iradesi ile, ihtiyarı ile her şeyde en hafif sureti, en kısa yolu, en kolay tarzı, en faydalı şekli ehemmiyetle esas alıyor. Birçok seçenek arasından tercihe en layık olanına hükmediyor. Bir faydayı elde etmek için en kısa ve verimli yol varken uzun ve verimsiz yolu tercih etmesi hikmetine aykırı olur. Hikmetin özünde iktisat vardır. Gereksiz ve gayesiz çoklukta yaratmaz. Örneğin; sineklerin çokluğu bir gereksizlik ve israf değildir. Mikrobun olduğu yerde memur sinekler, olması gerektiği kadar vardır. Öyle iktisatlı yaratıyor ki adi bir şeyden mucizevi varlıklar, bir çekirdekten ve tohumdan yüzlerce, binlerce ürün meydana getiriyor. Ve her varlığa birçok vazife yüklüyor. Yani yaratışının ve idaresinin hem başlangıcı hem ortası hem sonu hep iktisat... Bunlar bizim müşahede ettiğimiz iktisatlardır. Bir de yaratıcının varlıklar üzerindeki gayesi nazara alınılarak düşünüldüğünde iktisadın keyfiyeti tasavvur bile edilemez. Nur külliyatında her şeyin var oluş gayesinin ve hayatının neticesinin üç olduğu söylenerek birincisinin ve en ulvisinin sanatkârına baktığı, ikincisinin şuur sahipleri için bir mektup görevi gördüğü, üçüncüsünün de o varlığın nefsine baktığı vurgusu yapılır. Her şey vücuduyla, hayatıyla Sultan-ı Zülcelâl"e ayinedarlık için vardır. Bu durumda her varlığın var oluşunun kendi hayatıyla alakalı manası bir ise Sanii"ne ait gayesi doksan dokuzdur. Bu kadar gayeler göz önünde bulundurulduğunda varlıkların ne var oluşları, ne çoklukları, ne sanatlarının israf olmadığı görülür. Hakim-i Zülcemal, kainata böyle ulvi gayeler ve maslahatlar gözeterek bir nizam verdiği gibi her şeyi de intizamlı, sağlam, eksiksiz, mükemmel bir plan ve ince bir sanatla yaratır. Bu sanat ve intizamla bir çiçeğin, dakik programını küçücük bir tohumda saklar. Her şeyi böyle güzel bir sanatla yaratarak şuur sahiplerini en değerli ibadet olan tefekküre davet eder. Bu âlemde tesadüf diye bir şey yoktur; her şey hikmetin tanzimi ile olması gerektiği gibidir. Sınırlı ve noksan bakışımıza göre zahiren intizamsızlık dediğimiz durumlar içinde Hakimane bir intizam olduğunu bilmeliyiz. Bunun delili de her varlıkta ve olayların sonucunda fayda ve maslahatların olmasıdır. Fakat biz gülü severiz dikenden de rahatsız oluruz. Bilmeyiz ki belki gülün muhafazası ve daha başka gayelerle o diken yaratılmış. Bu gayeler ve hikmetler sadece bu dünya hayatı ile alakalı değil, ahiret hayatı ile bağlantılıdır. Zaten ahiret olmasaydı dünyada müşahede edilen bu hikmet, hikmet olmaktan çıkardı. Nasıl ki resmin bir parçası, bütünü kadar insana bir fikir vermez, öyle de dünyada yaşadığımız olaylar, müşahede ettiğimiz hakikatler ancak ahiret inancıyla, ahiretin varlığıyla tam olarak anlam bulur. Burada şöyle bir soru aklımıza gelebilir; “Neden dünyaya hikmet diyarı, ahirete de kudret diyarı denilmiş?”

Dünyada hikmet ahirette ise kudret hâkim olduğu içindir. Hikmet ve kudret her iki tarafta da var ama dünyadaki icraatlarda hikmet, ahiretteki icraatlarda ise kudret daha hâkimdir. Her varlık gibi insanın da fıtratına konulan kabiliyetlerin inkişaf etmesi ve yaratıcısını tanıması ancak böyle bir düzenle mümkün olur. Sebepler vasıtasıyla ve belli bir zaman ve müddet içinde tedricen yaratmak olmasaydı varlık aynasında görülen esmaları tanımak mümkün olmayacaktı. Cenab-ı Hak bir şeyi yaratmayı murat ettiğinde hikmetiyle onun oluşumunda gerekli olan bütün unsurları tertip edip tedricen en faydalı sonuçlara yöneltir. Eğer hikmetine uygunsa kudreti halk eder. İşte bu terbiye ve tedbir fiillerinin görülmesi ve bu sanat harikalarının tefekkür edilmesiyle Allah`ın isim ve sıfatları öğrenilir. Bunun için eşya ani ve birden icat edilmiyor. Eğer öyle olmasaydı bir ağacın çekirdek, filiz ve sonraki hallerini göremeyecektik. Yani o süreçlerdeki esmayı okuyamayacaktık. Mesela ağacın oluşumunda çekirdek olmasaydı “Fâlık-ul Habbi Vennevâ” (tohum ve çekirdekleri açarak büyüten) ismine iman ederdik fakat bu netlikte bilemeyecektik.