Dijital ve yeşil dönüşüm, 2024-2026 dönemini kapsayan Orta Vadeli Program'daki önemli politika başlıkları arasında yer alıyor. Bu kapsamda, sürdürülebilir üretim ve tüketim anlayışı çerçevesinde kaynak verimliliğinin ön planda tutulması, maddesel geri kazanıma ve atık yönetimine öncelik verilerek endüstriyel simbiyoz uygulamalarının özendirilmesi bekleniyor.
Döngüsel ekonomi modelinin yaygınlaştırılması ve Avrupa Birliği (AB) Yeşil Mutabakatı doğrultusunda imalat sanayisinde, eko-tasarım ve sürdürülebilir ürünlere ilişkin karbon ayak izi ve diğer çevresel göstergelerin hesaplanmasında ihtiyaç duyulacak dijital altyapının desteklenmesi de ön plana çıkıyor.
- Kendi malzemesini ve enerjisini üretebilen mimari
İsviçre Büyükelçiliğinde düzenlenen "Zamanın Ötesinde Tasarım Kaşifleri" etkinliğine katılan Londra merkezli mimari ve tasarım inovasyon stüdyosu ecoLogicStudio'nun kurucu ortakları Marco Poletto ve Claudia Pasquero, AA muhabirine değerlendirmelerde bulundu.
Doğaya dayalı tasarımlar üzerinde çalışan mimar Poletto, biyofilik tasarımın "doğa temelli tasarım" anlamına gelen, nispeten yeni bir tasarım tanımı olduğunu söyledi. Söz konusu tasarım anlayışının bir adım daha ileri götürülerek biyoteknoloji üzerine çalıştığını dile getiren Poletto, şöyle devam etti:
"Hesaplama ve dijital tasarımdaki daha yeni gelişmelere de yer veriyor ve canlı sistemlerle, canlı organizmalarla daha doğrudan çalışıyor. Bunu yaparken kendisi de canlı olan, fotosentez yapabilen, karbon yakalayabilen, kendi malzemesini ve enerjisini üretebilen bir mimari yaratıyor. Dolayısıyla bu, gelecek için inşa edebileceğimiz, canlı dünyayla daha uyumlu bir dünya için yeni bir vizyonla ilgilidir."
Poletto, biyofilik tasarımı bir "devrim" olarak nitelendirerek, "Örneğin sanayileşmenin başladığı ve dünyayı değiştirdiği ilk sanayi devriminde yaşadığımızla aynı büyüklükte bir geçişe gerçekten çok yakınız. Bence biyofilik yaklaşımın dünyayı bir kez daha değiştirmesi ve bizi yeniden canlı dünyayla bağlantıya geçirecek bir dizi yeni çözüm ve teknoloji geliştirmesi mümkün." dedi.
Şehirlerin akıllı hale getirilmesi veya dijitalleştirilmesi fikrinin de cazip olduğunu vurgulayan Paletto, kentlerin çok büyüyüp genişlediğini ve bunun kontrol edilemeyeceğinin aşikar olduğunu söyledi.
Paletto, "Şehirleri yönetebilecek tek bir kişi ya da tek bir kuruluş yok. Bu nedenle bir şehrin kendi kendine akıllı hale gelmesi ve kendini optimize edebilmesi fikri çok heyecan verici." diye konuştu.
Bir şehri akıllılaştırma fikri için biyofilik modellere bakmaya çalıştıklarını belirten Poletto, şunları ifade etti:
"Geleceğin akıllı şehirleri için benim vizyonum, zekanın, şehrin sakinlerinin kolektif zekasından kaynaklanacağı bir vizyondur ve elbette algoritmaların, yapay zekanın oynayacağı bir rol var ama bu herhangi bir şeyi kontrol eden baskın zeka türüyle ilgili değil, daha çok arayüzle, insanların daha iyi iletişim kurmasına, şehrin karmaşıklığını veya yaşayan dünyanın karmaşıklığını daha derinlemesine anlamasına olanak tanıyan ortamla ilgili. Bu anlamda bize bilgilendirici kararlar almak ya da yeni işbirliği ağları oluşturmak için daha iyi bir şans veriyor. Ortaya çıkan bu tür bir zekanın bize refahımız ve gezegenimizin esenliği için gerçekten faydalı bir akıllı şehir imkanı verdiğini düşünüyorum."
- "Türkiye'nin önemli bir fırsatı var"
Claudia Pasquero da doğaya dayalı tasarım çözümlerinin çevreye ve ekonomiye katkısına işaret ederek, "Sadece döngüsel bir ekoloji, döngüsel bir şehir değil aynı zamanda döngüsel bir ekonomi de yaratıyor. Bu anlamda enerji, gıda ve biyomateryal üretebilen bir biyokütle yaratabiliyoruz ve bunu şehrin içinde yapabiliyoruz. Böylece her şehir bu yeni ekolojiye ve ekonomiye katkıda bulunabiliyor." dedi.
Türkiye'nin sürdürülebilir şehir projelerinin uygulanabilmesi açısından önemli bir bölge olabileceğini belirten Pasquero, şunları kaydetti:
"Türkiye'nin ve belki de derin bir kültürel geçmişe sahip olan bölgelerin önemli bir fırsatı olduğuna inanıyorum. Çünkü bir taraftan İstanbul gibi bir şehirde tasarımsal olarak sanayi öncesi bir model var. Malzeme ve çevre ile insanlar ve semtleri arasındaki ilişkiye dayanan bir model. Bu model, bize çok fazla teknoloji getirmiş olan çağdaş kent modeliyle eşleştirilirse, bizi yapay zeka teknolojisiyle uygulayabileceğimiz 4. Sanayi Devrimi'ne götürebilir. Böylece dijital teknoloji ve biyoteknoloji aracılığıyla yerel malzeme ve yerel kaynaklarla yeniden ilişki kurabiliriz."