Erdal ŞİMŞEK
1970'lerde FETÖ'nün başının Ege Denizi'nde İsrail-İngiliz komandolarının ortak operasyonu ile enterne edilerek "işbirliğine ikna edilmesi"nden bu yana bu hain örgüt, devlet içinde paralel yapılanmaya başlamıştır. Ve dünyanın en organize uluslararası bir suç, bir terör örgütü haline gelmiştir
Yani yaklaşık yarım yüzyıldır bu çete devletin tüm mekanizmalarına sızmış ve sinir uçlarına hakim olmaya çalışmıştır.
Özellikle polis, adliye, akademi ve iç güvenlik birimlerinde neredeyse yüzde yüzüne hakim olur hale geldi. Devletin ekonomi, bilimsel araştırma ve kripto merkezlerinde de yapılanmasını hızla sürdürdü.
FETÖ çetesi, devlette yapılanmayı gerçekleştirirken kendisi gibi olan diğer terör örgütlerini rahat mı bırakacaktı?
Örgüt, kendisine boyun eğmeyen tüm sivil yapıları bir şekilde tasfiye etti. Örneğin Hizbullah cemaati. Hizbullah, Doğu ve Güneydoğu'da PKK'ya karşı Müslüman Kürtlerin bir direnişi idi. Marksist-Leninist ve ateist olan PKK'nın Müslüman Kürt halkına yönelik sekülerleştirme, dinden uzaklaştırma baskılarına karşı Hizbullah cemaati set olmuş ve PKK çetelerini savuşturmayı başarmıştı. Hatta o kadar başarmıştı ki, Diyarbakır ve Batman'da bile PKK'lıyım demek imkansız hale gelmişti. PKK çetesinin yayın organı olan gazetelerin bu şehirlerde satışları sıfıra yaklaşmıştı.
FETÖ'NÜN SİNDİRME VE "KONTROL ALTINA ALMA" YÖNTEMLERİ
Hizbullah'ın Müslüman Kürt topluluğu üzerindeki bu olumlu etkisi üzerine bir anda bu cemaat ikiye bölündü ve kardeşler arası ihtilafa kan girdi maalesef.
Tam da bu sırada bir el devreye girdi. Bir yandan Müslüman'ı Müslüman'a kırdırmayı başarırken, diğer yandan da Hüseyin Velioğlu etrafında toplanan gruba yönelik inanılmaz kampanyalar yürüttüler.
Bir anda alnı secdeli, sünnete riayet eden bu topluluk gitmiş, yerine bugünkü DAEŞ ve PKK vahşetini aratmayan vahşi bir örgüt ortaya çıkmıştı. Tek yönlü medya ve kirli, ahlaksız derin devlet propagandası ile Hizbullah, eli kanlı caniler güruhu olarak gösterilmişti.
Lider kadrosu yargısız infaza tabi tutulmuş ve arşivlerine el konmuştu.
Ve yaklaşık çeyrek yüzyıl sonra gerçek ortaya çıktı: Hizbullahi Müslümanları böylesine şeytanlaştıran, onları katil, cani, vahşi yaratıklar gibi gösteren, Fetullahçı Terör Örgütü'nün bizzat elebaşısıymış.
Örgüt liderinin bizzat emriyle Hizbullah cemaatine mensup Müslümanlar katlettirilmiş ve sağ kalanlarla birlikte Hizbullah itibar cellatlığına uğratılmıştı.
Ve Hizbullah'ın arşivi hala açıklanmıyor. Hala FETÖ çetesinin elinde olduğu düşünülüyor.
Paralel çetenin hedef tahtasına koyduğu İslami sivil toplum kuruluşlarından Deniz Feneri'ne de benzer tezgahlar kurulmuş ve olmaz iftiralara maruz bırakılmıştı.
Aynı şekilde, ümmetin yüz akı olan İHH vakfı ve başkanı Bülent Yıldırım da envai çeşit iftiralara uğramış, operasyon üstüne operasyon yapılmıştı. Ancak İHH'nın hem uluslararası düzeyde hem de BM nezdinde yaptığı başarılı insani çalışmalar, FETÖ çetesinin bu iftiralarını savuşturmuştu.
İslami sivil toplum kuruluşları ile cemaatleri sindirmeye çalışan FETÖ çetesi, diğer yandan da sol terör örgütlerini de kontrolüne almaya çalışıyordu.
FETÖ'NÜN SOL ÖRGÜTLERİ KONTROL YÖNTEMİ
Fetullahçı Terör Örgütü'nün zapt u rapt altına almaya çalıştığı ilk iki örgütten biri MLKP idi.
MLKP'nin şiddetten asla taviz vermemesi ve sayısal çoğunluktan çok "inanmış militan kadrolar"a önem vermesinin yanında öldürücü eylemler yapması, FETÖ çetesi için bulunmaz Hint Kumaşı idi.
FETÖ'nün Emniyet İstihbarat üzerinden MLKP'ye yönelik yaptığı tüm sızma faaliyetleri sonuçsuz kalmış, örgüt "The Cemaat"in kontrolüne girmemişti.
Bunun üzerine 2007'den sonra örgütün kalemi kırıldı. Bir anda polis MLKP'ye yönelik ölümlü operasyonlara başladı. Örgütün sadece silahlı kadroları değil, "doktriner silahsız kadro"lar da "silahlı çatışma" (!) ile ya ağır yaralı ya da "ölü olarak ele geçiriliyor"lardı.
Operasyonları yurt geneline yayan Fetullahçı polis, İstanbul, Aydın, İzmir, Trakya... velhasıl örgütün adının anıldığı şehirlerde operasyonlar yapmış ve hedefe koyduğu herkesi tutuklatmıştı.
Ve FETÖ'ye boyun eğmeyen terör örgütü MLKP, böylece tarih sahnesinden çekilmeye zorlandı.
DHKP-C VE CEMAAT KARDEŞLİĞİ
Emperyalizm işbirlikçisi Fetullahçı Terör Örgütü'nün kontrol altına almak istediği bir diğer örgüt de bu günkü adı ile DHKP-C idi.
DHKP-C, vurucu gücü ve toplumda tedhişe sebep olan eylemlerinden dolayı, hep FETÖ'yü heyecanlandırmıştır. FETÖ, yıllarca DHKP-C'nin arkasında tek taraflı tutkulu bir aşık gibi koşturdu durdu.
Örgütün bir çok hücresine sızmayı başarmış ancak bu sızma hücrenin dışına çıkamamıştı. Daha hücre safhasında iken Paralel ajanlar deşifre oluyor ve böylece o hücre tasfiye ediliyordu. DHKP-C'nin Bedri Yağan ve Dursun Karataş çatışmasından dolayı sürekli örgüt içinde bir gedik oluşmasına sebep oluyordu.
Özellikle Karataş'ın etrafındaki sis perdesi, Avrupalı istihbarat servislerinin (özellikle Almanya'nın) örgütle yakın ilişkileri, soru sormayı başarabilen militanların bir açmazı haline dönüşüyordu. "Parti'nin Cehpe kadrosu" bu çelişkiyi fark ettiğinde artık kendisi için çok geçti. Örgütten ayrılmanın kendi infaz kararını imzalamak olduğunu bilen "Cephe"li, çözüm olarak devletin istihbarat birimleri ile işbirliğine giriyordu.
İşte bu sırada FETÖ adlı yer yüzünün en aşağılık, en ilkesiz, en ahlaksız ve en vicdansız örgütü devreye giriyordu. FETÖ mensubu polis kimlikli teröristler, "açmaz içindeki Cepheli"yi devlete hizmet adı altında kendi çetelerinin çıkarları için kullanmaya başlıyordu.
FETÖ, SEMİH GENÇ'İ HARCADI
DHKP-C'yi Fetullahçı çetenin kontrolüne sokan isimlerle ilgili yine FETÖ tarafından ortaya atılan bir kaç karartma perdeleme dedikodular var. Örgütün algı yönetmedeki başarısı, bu iz kaybettirme, perdeleme yöntemini başarılı kılıyor. Ancak resmi belgeler FETÖ çetesinin bu yalanlarını yerle bir ediyor.
FETÖ'cülerin kamuoyunda oluşturduğu algıya göre, DHKP-C'yi Paralel yapının kontrolüne sokan örgütün Merkez Komite üyesi Semih Genç'tir. Hakkında müebbete varan bir çok hapis cezası istemi ile gıyabında yargılanan Genç, Romanya'da yakayı ele verip Türkiye'ye getirildi kendi lehine olabilecek yasalar ile "gizli tanık" yasasından faydalandı.
İllegal yapılanmalar ve devlet ilişkilerine baktığımızda bütün dünyada şu kural geçerlidir: Devlet, her ne olursa olsun örgüt içerisindeki kaynağını deşifre etmemelidir. Eğer deşifre olursa, bu kötü örnek olur ve başka illegal yapılanmalara sızmalar neredeyse imkansız hale gelir.
Çünkü "sızmaya müsait kadro", güvenip sığınmak istediği "devlet" onu koruyamıyor, gizleyemiyor.
Bu sebeplerden dolayı dünyadaki bütün devletler, illegal yapılanmalardaki işbirlikçileri ne pahasına olursa olsun korurlar, can güvenliklerini sağlarlar.
Oysa Semih Genç olayında kendisinin FETÖ çetesi tarafından çok erken deşifre edildiğini görüyoruz.
Peki, Genç neden deşifre edildi?
Bu sorunun cevabı Ergenekon Terör Örgütü davasının duruşma celselerinde açık açık duruyor. Ancak, başta malumatfuruş gazeteciler ve gazete köşelerinde ahkam kesen Ordunaryus Herşeybilir Hiçbilmezler, ne takip ettikleri olayları okurlar ne de ülkenin kaderini değiştirmede etkin olan vakalara göz atarlar.
Ergenekon Terör Örgütü'nün 05/07/2012 tarih ve 199. celsenin duruşma tutanaklarına bakıldığında Semih Genç'in neden FETÖ tarafından "satıldığı" çok net anlaşılıyor.
Hüsnü Çalmuk başkanlığındaki mahkemede Semih Genç, "gizli tanık" olmasına rağmen ismini deşifre eder ama sadece yüzünün gösterilmesini istemez. Çünkü Genç de çok iyi bilir ki yeni yüzü deşifre olduğunda DHKP-C ona bir adım daha yaklaşmış olacak.
Bu duruşmada mahkeme heyeti ısrarla Semih Genç'ten Ergenekon Örgütü aleyhine olabilecek ifadelerin verilmesi için sorular sorar. Genç ise beklentilere cevap vermeyip gerçeği konuşur. O sırada duruşma salonunda bulunan başta Veli Küçük olmak üzere hiç bir Ergenekon sanığı ile tanışmadığını, sadece medya aracılığı ile tanıdığını söyler.
Ve Semih Genç, Ergenekon soruşturmasını yürüten savcıya gider öncesinde. İfade verir. İfadeyi alan, Zekeriya Öz'dür ancak ifade tutanağının altında Öz'ün imzası yoktur. Bu bilgiler 199. celsede bulunuyor. Ne ilginç değil mi, Genç'e ithaf edilen ifadelerin altında ifadeyi alan savcının imzası yok. Demek ki Fetullahist Hukuk böyle işliyormuş.
Semih Genç'in Ergenekon Davası'nın 199. celsesinde dile getirdiği görüşler, olayların kurgusunu fark edişi ve özeleştiri mahiyetindeki ifadeleri aslında kitapçık haline getirilip herkese okutulmalı.
Kurulan tezgahları fark eden ve onlardan kaçan bir Semih Genç'in Fetullahist Tezgah'a düşmesini beklemek safdillik olur. Zaten Mahkemedeki ifadelerinde FETÖ'nün tezgahını alt üst ediyor.
İşt bu yüzden Paralel bir çete olan FETÖ, Semih Genç'i hedef tahtasına koyuyor.
NASIL BAŞBAKAN DANIŞMANI YAPILIR?
Twitter'da @mustafaselanik3 isimli hesap oldukça ilginç bir isim. Bu şahız sözde mahlas isim kullanmasına rağmen kendisinin Semih Genç olduğunu söylüyor. Bununla da yetinmeyip Semih Genç'in öz geçmişini kendisine aitmiş gibi yayımlıyor.
Aynı @mustafaselanik3, islami, muhafazakar ve hüku00fbmet yanlısı medya mensuplarına da kendini Semih Genç olarak tanıtmış durumda. Yeni Söz gazetesinde kendisi ile ilgili haber yapacağımı bazı kanalları deşifre etmek için bilerek önceden yaydım.
Haberin yapılmaması için bizim mahalleden inanılmaz isimler arayıph @mustafaselanik3'ü öve öve bitiremedi. Onun ne vatansever olduğunu, DHKP-C'yi bitirdiğini, vs vs söyleyip haberi hazırlamama engel olmaya çalıştılar.
Bunların içerisinde çok ünlü yazar çizer ve televizyon programcılarımız da olunca çok şaşırmıştım. Çünkü bizim mesleğin birinci kuralı, mahlas isimle dolaşan ve "gizli tanık" olan birinin verdiği bilgilere kesinlikle şüphe ile bakmak gerekiyor. Çünkü mutlaka ama mutlaka manipülatiftir verilen bilgiler. Neredeyse çeyrek yüzyıldır, 10, 15 yıldır tanıdığım bir çok "mahalleli gazeteci" arkadaşın arama şaşkınlığı içerisinde iken, @mustafaselanik3 adlı ahlaksızın Başbakan Davutoğlu'na danışman yapılmak üzere olduğunu öğrendim.
Bilgilerim kesinlikle doğru ide. Hem de öyle bir kanaldan sayın Davutoğlu'na ulaşmışlardı ki, duyunca kulaklarıma inanamadım. Ancak kısa süreli araştırmada bu kirli isimin Başbakanlığa "danışman" olarak alınacağını öğrendim.
@mustafaselanik3 isimli ahlak yoksunu bu şahıs, internette ağına düşürdüğü onlarca kadının parasını dolandırmış, beraberliklerini şantaj amaçlı kullanmış ve hepsini rehin almıştı. Bu bilgiler piyasada dolaşırken ve mağdurlar başta savcılıklar olmak üzere devletin kapılarını aşındırmasına rağmen, nasıl Başbakan Davutoğlu'nun "danışman" adayı yapılacaktı? Hem de sayın Davutoğlu'nun pek itibar ettiği bir düşünce kuruluşu üzerinden bu DHKP-C eskisi, Fetullahçı çetenin kuklası kadın düşkünü Başbakanlığa kapak atacaktı. Ne var ki Yeni Söz'deki haberimiz ülkenin bir felaketten kurtulmasına vesile olmuştu. DHKP-C'yi Cemaatin kontrolüne sokan @mustafaselanik3 ismi olduğuna dair çok emareler bulunuyor.
Çünkü @mustafaselanik3 FETÖ mensubu polislerle yaptığı görüşmeler, onlarla girdiği ilişkiler yumağının tümü tek tek deşifre olmuş durumda.
@mustafaselanik3 NASIL DHKP-C'yi DHKP-CEMAAT YAPTI
Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ), Semih Genç üzerinden DHKP-C'ye sızmaya çalışmış ancak başaramamıştı. Örgüte sızma arayışları tüm hızı ile sürerken, bir anda Yunanistan'dan bir haber geldi cemaatçi polise: Kısa bir süreliğine de olsa örgütün Merkez Komitesi'nde bulunmuş, ancak "bazı durumlar"dan dolayı örgüt tarafından dışlanmış ve bunalım içerisinde ekmeğe muhtaç halde olan biri "itirafçı" olmak istemiş.
Başbakanlık, Dışişleri Bakanlığı, Milli İstihbarat ve diğer ilgili devlet kurumlarından habersiz bir şekilde FETÖ'cü polisler Yunanistan'daki bu kişi ile temasa geçerler.
Ancak umduklarını bulamazlar. Çünkü söz konusu kişi, örgüte ait yeni hiç bir şey bilmiyor. Bilgilerinin çoğu 1980'li yıllara ait.
Bunun üzerine Cemaat Polisi @mustafaselanik3'e bir teklif sunar: Kendisine verilecek senaryoyu ezberleyecek ve "gizli tanık" sıfatı ile bu senaryoyu ifade olarak verecek ve hakkındaki suçlamalardan kurtulacağı gibi Türkiye'de yaşamasına izin verilecek. @mustafaselanik3 kendisine önerilen bu teklife can simidi gibi sarılır ve Türkiye'ye gelerek Cemaatçı savcı ve yargıçlara DHKP-C ile ilgili ifadeler vererek örgütün "namuslu, Fetullahçı polise diz çökmeyen kadroları" kendilerine suç isnat edilerek tümü tutuklattığı belirtiliyor. Ve doğan boşlukta, daha önce FETÖ'cülerle "işbirliği"nin kabul eden kadrolar örgütün hem şehir hem de "kır gerillası"nın etkin yerlerine getirildiler.
Bu arada @mustafaselanik3 de Paralel örgütün Siyanür Medyası'ndan bir kız ile "tamamen tesadüf" bir şekilde karşılaştı. Birlikte uzun süreli "aşk" yaşadılar. Bu muhabir kızımız @mustafaselanik3 ile münasebetini "hizmet" aşkı ile sürdürürdü.
@mustafaselanik3 twitterda fenomen oldu. Sonra Şişli Belediyesi'nden bir hanımla birlikte oldu. Mustafa Sarıgül'ü tehdit ve şantajla "söğüşleme"ye çalıştı.
Hızını alamadı Zeytinburnu Belediyesi'ne sarktı. Oradan da Belediye Başkan katından halen günlük anlık bilgiler alıyor.
@mustafaselanik3 bunlar gibi nice yalnız ve içine kapanık kadını twitterdan kandırarak paralarını çarptı. Ama diğer taraftan da mufazakar medyadan gazetecilerle yakın ilişkilerini sürdürdü. Fetullahçı polislerden aldığı dedikodu mahiyetindeki bilgileri bu gazetecilerle paylaşıp kendisini hep gizemli kıldı
Gezi olaylarından bu yana DHKP-C'nin İstanbul ve Ankara'daki eylemlerinin yapılış şekil, zaman ve hedeflerine baktığımızda bu eylemlerin Paralel Yapı'ya hizmet ettiğini çok net bir şekilde görürüz.
Yıllarca Almanya, Belçika, Yunanistan ve Fransız istihbarat servislerinin kontrolünde olan DHKP-C şimdi de Paralel çete'nin kontrolüne girmiş olup artık DHKP-Cemaat olmuştur.