Tevhidi Tedrisat yasasıyla birlikte devletin aynı zamanda "dini kontrol altında tutma" yönünde bir politika geliştirdiğine tanıklık etmekteyiz. Yazı dizimizin "Tevhid-i Tedrisat" bölümünde de ifade ettiğimiz gibi 1924 yılında çıkarılan kanunla askeri ve dini eğitim dahil olmak üzere bütün eğitim faaliyetleri Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde birleştirilmişti. "Bu Kanun eğitimin sekülerleşmesi, ulusallaşması ve tek-tipleştirilmesini ön görmüştür. Bu politikanın bir gereği olarak toplumun dini hizmetlerini yürütmek üzere İmam ve Hatip mektepleri ile Darülfünun altında bir İlahiyat Fakültesi kurulmuştur. Kısa bir süre sonra askeri eğitim Milli Eğitim Bakanlığından alınarak özerk bir hüviyete kavuşurken, dini eğitim veren İmam ve Hatip mektepleri ile İlahiyat Fakültesi 1930 yılında kapatılmıştır. Bununla birlikte kendi çabasıyla dini eğitim alma faaliyeti yasaklanarak dini kaynakları okuyanlar devlet kovuşturmasına tabi tutulmuş ve cezalandırılmışlardır. Gerek resmi eğitim, gerekse toplum bazındaki sivil eğitim üzerinde kontrol sağlayan devlet bu yolla "bilgi" ve "inanç" kaynağını tamamen eline almayı başarmıştır."(1)
Hatırlarsanız Türkiye kamuoyu Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın 2012 yılında "dindar nesil yetiştirmek istiyoruz" sözlerini tartışmıştı. Tartışmaların yapıldığı sıralarda bende Taraf Gazetesine yazdığım bir yazıda Cumhuriyet dönemi eğitim ideolojisinin pozitivist dünya görüşü ve Türk milliyetçiliği üzerine inşa edildiği bir ülkede meseleye birde "Tevhidi Tedrisat" çerçevesinden bakılması gerektiğini ifade etmiştim.(2) Bilindiği gibi Türkiye'de "milli eğitimi" -Cumhuriyet dönemi boyunca- Kemalist CHP ideolojisi yön vermiştir. Eğitim kurumları resmi ideolojinin yeniden üretim merkezleri olarak kurgulanmış ve CHP'nin altı oku yasa ve yönetmeliklerle eğitimin tüm unsurlarına sirayet ettirilmiştir. Resmi ideolojinin içselleştirilmesi için eğitimin her şeyden evvel milli ve pozitivist bir nitelikte olması gerekiyordu. Dolayısıyla başta din olmak üzere bu amaca zarar verecek her türlü aykırılığa asla müsaade edilmedi. Kısacası eğitim, ulus devletin ihtiyaçları doğrultusunda kurgulandı.
Zorunlu din dersinin kaldırılmasını isteyen bir kısım marjinal çevreler, çocuklarına dini ve ahlaki bilgi verilmesini isteyen sessiz çoğunluğun taleplerini gözardı etmekte ve dinsiz bir nesil yetiştirmeyi amaçlamakta.
Bugün Türkiye'de farklı kesimlerin kendi inanç sistemlerine göre insan yetiştirmesinin önündeki en büyük engellerden birisi şüphesiz Tevhidi Tedrisat yasasıdır. Çünkü bu yasayla hedeflenen tüm ulusun tek bir terbiye sistemi ile yetiştirilmesidir. Daha da önemlisi eğitim kurumları tamamen devlet tekeline alınarak Althusser'in ifadesiyle birer ideolojik aygıta dönüştürülmüştür. Din eğitimi, din görevlilerinin yetiştirilmesi ve tüm eğitim görevleri Maarif Vekaleti'ne verilmiştir. Bir bakıma din devletten ayrılmamış bilakis devletin emrine verilmiştir. Yasayla devlet tarafından kurulmuş olan din okulları kapatılmış, sivil okullarda din dersi kaldırılmıştır, devlet okulları dışında din eğitimi verilmesi 1924 yılından itibaren suç haline getirilmiştir 1924'ten günümüze kadar da Talim Terbiye Kurulunun onayını almamış hiçbir ders kitabı devlet okullarında okutulmamıştır. Kısacası eğitim doğrudan devletin resmi ideolojisine uygun bireyler yetiştirme işlevini üstlenmiştir.
Kısacası Tevhidi Tedrisat yasasıyla birlikte devletin aynı zamanda "dini kontrol altında tutma" yönünde bir politika geliştirdiğine tanıklık etmekteyiz. Bugün Türkiye'de bir din ve vicdan özgürlüğü sorunu ile beraber din eğitimi sorunu varsa bu sorunun kaynağını tek parti döneminin kendine has ürettiği laiklik uygulamaları ile Tevhid-i Tedrisat Kanunu, Tekke ve Zaviyelerin Kapatılması Hakkında Kanun vb. düzenlemelerdir. Dünyadaki gelişmiş demokrasilerin hiçbirisinde "din" bir kurumun tekelinde bırakılmamaktadır. Aslında Sayın Başbakanın istediği gibi"dindar nesil yetiştirme" önerisine bu yasa "yetiştiremezsin" demektedir. Bu bakımdan -kitabımızda da sıklıkla ifade etmeye çalıştığımız gibi- eğitim, tek parti zihniyetinin tahakkümü altından mutlaka kurtulmalıdır.
Bilindiği gibi Cumhuriyeti kuran devlet eliti, vatan, millet ve devlet üçlüsüne dayalı yeni bir yapı vücuda getirmeye çalışmıştır. Vatan Anadolu toprakları, devlet Osmanlı'dan devralınan devlet yapısının reforme edilmiş biçimi, millet ise yeniden inşa edilecek olan bir varlık olacaktı. Bu bakımdan kurucu devlet elitinin din politikası daha çok yaratılacak olan topluma ilişkin olarak karşımıza çıkmaktadır. Milleti inşa ederken, dinsiz millet olamayacağı varsayımından hareketle dine belli bir yer verilmiştir. Ancak Kemalist elit dini bir din olarak görmekten ziyade Mustafa Erdoğan'ın ifadesiyle bir "duygu" biçimi, bir "manevi kaynak" olarak görmüştür. Buradan hareketle Türkiye'nin milli ethosunu oluşturmak için İslam, kaynaklardan bir kaynak olarak telakki edilmiştir. Dinin Osmanlı'da hatta daha öncesi dönemlerde hep devlet hiyerarşisi içinde yer almış olmasından ve onun varlığıyla büyük ölçüde birleşmesinden dolayı ne genel olarak İslam toplumlarında ne de Osmanlı'da devletin üstünde ya da ondan bağımsız olarak bir kilise kurumu gelişememiştir. Bu bakımdan devlet 1920'lerde din-devlet ilişkisini düzenlerken dine "bir din gibi" muamele etmekten ziyade onu bir maneviyat kaynağı olarak kabul etmiş, bu kaynağın kullanım hakkını da kendisinde görmüştür. Bu kaynaktan bazen yararlanma yoluna gitmişken, bazen de alanını daraltıcı politikalar geliştirmiştir."(3)
1948'den beri seçmeli olan din derslerinin, 12 Eylül Anayasasıyla birlikte zorunlu hale getirildiğini görmekteyiz. Var olan din eğitimi de şüphesiz endoktrinasyona dayalıdır. Kaldı ki "Türkiye'de teknik anlamda bir din eğitimi yoktur. Devlet kendi uhdesine almış olduğu mezhepte dahil olmak üzere din mensuplarının teknik anlamda din eğitimi almasını yasaklamaktadır. Teknik anlamdaki din eğitimi, ebeveynlerin istediği şekil ve koşullardaki din eğitimidir."(4) "Bireyin kendi ihtiyaç ve ideallerini tatmin eden din eğitimini alma özgürlüğüne sahip olması, din özgürlüğünün olmazsa olmazıdır. Resmi otorite, rasyonel, bilimsel, modern ve aydın gibi nitelemelerle doğru olarak kabul ettiği kendi ideolojik din anlayışını yansıtan din kitaplarını okullarda okuttuğunu iddia edebilir. Ancak bu iddialar, devletin öngördüğü ahlaki ve dini değerlerin eğitim yoluyla bireylere empozesini meşru kılmamaktadır. Bilakis bu tarz iddiaların ideolojik ve kolektif karakteri, din eğitiminin devletin değil birey merkezli olarak ele alınması gerektiğini ortaya koymaktadır."(5)
Yarın: Çoğulcu Din Eğitimi
(1) Ömer Çaha,Türkiye'de Resmi Din Anlayışı:Etatokratik Sistemin İnşası, http://www.fatih.edu.tr/~omercaha/s.7
(2) Ufuk Coşkun, Tevhid-i Tedrisat ve eğitim çerçevesinden "dindar nesil" meselesi, Taraf, 20.02.2012
(3) Ömer Çaha,Türkiye'de Resmi Din Anlayışı:Etatokratik Sistemin İnşası, http://www.fatih.edu.tr/~omercaha/s.7
(4) Hasan Yücel Başdemir,"Din Dersleri ve Aleviliğin Aktarılması"Liberal Düşünce,Yıl 16,Sayı 63,Yaz 2011,s.59-72
(5) Bilal Sambur,"Bir Özgürlük Sorunu Olarak Zorunlu Din Dersi",www.hurfikirler.com