Davutoğlu: ABD'nin silahları IŞİD'in eline geçti

Başbakan Ahmet Davutoğlu, ABD'nin Irak'a bıraktığı silahların külliyen IŞİD'in eline geçtiğini belirtti.
Başbakan Ahmet Davutoğlu 24 TV'de yayınlan özel programda Star Gazetesi yazarı Mustafa Karaalioğlu ve Hürriyet Gazetesi yazarı Akif Beki'nin gündeme dair sorularına canlı yayında yanıt verdi.
İşte Ahmet Davutoğlu'nun konuşmasından satırbaşları...
ABD'NİN IRAK'TA BIRAKTIĞI SİLAHLAR IŞİD'E GEÇTİ
Uluslar arası toplumda geciken tedbirler daha büyük devasa problemleri beraberinde getirebiliyor. Biz 4 senedir Suriye bağlamında ortaya çıkan gelişmeler çerçevesinde bütün müttefikleri, bölge ülkelerini hep bir konuda harekete geçirmeye çalıştık. Bu bölgede yapılar çok kırılgan. Bir kere sarsılmaya başlarsa deprem fay hatlarıyla diğer yerlere süratle yayılır. Eğer bunu kontrol altına tutmak icap ediyorsa, ki icap ediyor Suriye krizinin bir an önce çözülmesi lazım. Çünkü Suriye çok stratejik bakımından bölgenin en önemli ülkesi. Neden? Çünkü bir taraftan Irak'a, bir taraftan Lübnan'a, bir taraftan Filistin ve İsrail'e komşu. Suriye krizi kontrol altına alınmazsa buraların hepsinde çok ciddi depremler olur diye anlatmaya çalıştık. Önce Esad'a 8- ay anlatmaya çalıştık. Dinlemedi, anlamadı. Zannetti ki bölge hala 80'li, 90'lı yıllarda babasının demir yumrukla ezdiği Hama, Humus dönemlerinde yaşıyor. Neredeyse yalvardık; "bu gidişat kötü, ülkenizle ilgili çok ciddi sıkıntılar var. Hepimiz etkileniriz. Şu reformları yapın." Bu sefer diğer ülkelere anlatmaya çalıştık. Eğer bu rejim durdurulmazsa radikalleşme artacak. Bunu hem İran ve Rusya gibi Suriye'nin dostu ülkelere anlattık, hem de o eskiden beri Suriye'yi eleştire gelen ve bizim Suriye ile geliştirdiğimiz iyi ilişkileri eleştiren başta ABD olmak üzere Batı ülkelerine anlatmaya çalıştık. Ama hep İran ve Rusya kanadı "nasıl olsa Esad rejimi kontrol altına alır durumu, biz de müttefik kaybetmeyiz" diye düşündüler. Diğer ülkeler ise bir müddet görelim, ABD zaten müdahale yorgunuydu, Avrupalıların ise bölgeye ilgisi çok sınırlıydı ve Türkiye tek başına neredeyse feryat etti. Her toplantıda, her yerde. Çünkü biz bu bölgeyi biliyoruz. Maalesef olan Suriye'de yüzde 12'lik sınırlı bir azınlık geri kalanı hükmetmeye çalışınca ve onlara her türlü baskıyla gelince bir mezhep çatışmasına dönüştü. Irak'ta Maliki için hatırlarsanız ne kadar çok eleştirildik. O zaman Başbakanımız Sayın Cumhurbaşkanımızın uyarıları içeride ne kadar çok eleştirildi. Kılıçdaroğlu kalktı gitti Bağdat'a Maliki'nin elini sıktı, sırf bizi rahatsız etmek için. Ne oldu? Sonunda Maliki'nin o politikaları Irak ordusunun Musul'dan her şeyi bırakarak kaçmasına yol açtı. Her şeyi bırakmanın önemi şu; bıraktığı şeyler IŞİD'in eline geçti. Bütün dost ülkelere, muhalefeti destekleyelim derken ya muhalefete geçen silahlar başka yere geçerse gibi haklı bir kaygı vardı ama şimdi ABD'nin Irak'a bıraktığı silahlar külliyen, topluca en sofistike silahlar IŞİD'in eline geçti. Burada alternatif üretmediğiniz zaman, problemi vaktinde çözmediğiniz zaman bir sonraki döneme alacağınız tedbirin çıtası yükseliyor. Biz sınırımızda herhangi bir terör yapılanmasını, radikalleşmeyi istemeyiz. Ama bunun sebeplerine inmedikçe ve bunun sebepleri ortadan kaldırmadıkça bir grubu tasfiye edersiniz, başka bir grup çıkar.
SÜNNİCİLİK YAPMAKLA İTHAM EDİLDİK
Sünnicilik yapmakla itham edildik. Halbuki nasıl bir Sünnicilik yaptık? En büyük problemi bir başka ülkedeki Sünni otoriter rejimle yani Sisi yönetimi ile yaşadık. Yani sadece Maliki'ye tepki göstersek, Sisi'ye göstermesek bu haklı olabilir. Burada ilkesel olarak doğru yerde durmadığınız zaman tarih öyle böyle akıyor sonunda sizin geldiğiniz yere geliniyor ama binlerce, on binlerce insanın canına belki yüz binlerce insanın canına malına ve bütün bölgenin istikrarsızlığına yol açıldıktan sonra geliyor.
TÜRKİYE DOĞRU ZAMANDA DOĞRU KARARLARI ALDI
Biz Beşşar Esad'la görüştüğümüz dokuz ay zaman ABD yönetimi "bu görüşmeleri kesin, adamı cesaretlendiriyor bu görüşmeler" diye ısrar etti. Ve ben Beşşar Esad'ı ikna etmeye çalıştığımda o zaman bir iki hafta beklemeyi çok görmüştü ABD yönetimi. Sonra "biz artık ümidi kesip burada istikrar ancak ve ancak bu rejimin dönüşmesi ya da değişmesiyle sağlanır" dediğimizde müttefiklerimiz bu sefer daha alttan almaya başladılar. Kimyasal silah konusu da aynı şekilde. "Birlikte hareket edelim" dendiğinde bir müddet sonra tekrar bir yavaşlama oldu. Bunu şunun için zikrediyorum; Türkiye doğru zamanda doğru kararları aldı. Beşşar Esad'la o zaman görüşülmesi gerekiyordu. Çünkü yüzde bir bile ümit olsa o ümidi tüketmeden yol alınamazdı. Sonra zulmettiğinde de sert tutum takınmak gerekiyordu çünkü zulüm karşısında, baskı karşısında esnek tutum takındığınızda karşı taraf bunu zaaf olarak algılıyor. O zaman tutarlı bir politika eksikliği yaşandı uluslar arası toplumda.
ESAD'LA İŞBİRLİĞİ TEKLİFİ
Bazı yerlerde öyle bir kanaat var ki bu başka bir felaketin önünü açmaktır bu. NATO zirvesinde bunun dile getirildiğini duyduk, bunu da muhataplarımızla paylaştık. "IŞİD'i yok etmek için Esad ile işbirliği yapalım." Bu ne demek biliyor musunuz? Tüm o şuanda muhalefete IŞİD'e kaymamış ılımlı muhalefeti bile IŞİD'e itmek demektir. Yani Esad'la işbirliği yapıldığını bildiği anda ÖSO bünyesindeki ve IŞİD'den de hoşlanmayan, hatta nefret eden kesimleri dahi oraya doğru itmek anlamına gelir. Ortadoğu halkları artık iki kötüden birini tercih etmek gibi bir kaderle karşı karşıya bırakılmamalı. Niye iyi bir alternatif ortaya koyamıyoruz?
ZOR VE ÇİLELİ OLACAK
Biz bu bölgede herkesin onurlu bir şekilde yaşadığı, kimsenin kimseye adı, mezhebi üzerinden bir zulüm yapamadığı, özgürlük ve güvenlik dengesinin sağlandığı ve bütün halkların iç içe geçmiş şekilde yaşadığı bir bölge hedefliyoruz. Göreceksiniz öyle ya da böyle, bugün veya yarın bütün bu kısır ve tarihle mütenasip olmayan bütün bu akımlardan arınacak ve kendi geleceğini kendi inşa edecek. Ama bu zor ve çileli olacak. Bunu hepimizin bilmesi lazım.
3 AYDIR BİZİ AÇIKLAMA YAPMAYA ZORLUYORLAR
Amerika'nın ne istediği ne kadar belliyse, bizim ne için imza atmadığımız da o kadar açık ve bellidir. Bunun için arife tarif gerekmez. Niye imza atmamamızın gerekçesine de zarar verir. Bizim göz önüne almamız gereken bir başka faktör var; rehinelerimiz var. Derin hayal kırıklığı yaşadığım hususlardan birisi bu konu. Bu Amerikalı rehineler neredeyse iki yıldır oradalar. Ve bunlar gazeteci. Ama onların gazeteci arkadaşlar, onların orada olduğunu ilan etmediler, yazmadılar. Amerikan kamuoyu bunu yazmadı. Hergün Amerika'da kongrede yönetim muhalifleri çıkıp da bunu gündeme getirmediler. Bunun için sert tartışmalar yaşanmadı. Yönetimi bu konuda açıklama yapmaya zorlamadılar. İki vukuat olmasına rağmen hala zorlanıyorlar. Niye biliyor musunuz? Çünkü bu insani durum hassasiyet gerektirir. Herkesin konuşması gereken anlar vardır, herkesin bir insan canı için susması gereken anlar vardır. Üç aydır bütün uyarılarımıza rağmen bugün gelen TÜSİAD heyeti, basın özgürlüğü ve bu konuları açtıklarında kendilerine de söyledim. Basın özgürlüğü veya eleştiri bir haktır. Ama bunun da bir etik sınırları var. Başka bir insanın hayatı söz konusu olduğunda dikkatli olunmazsa bir insanın hayatından daha aziz olan bir başka özgürlük olabilir mi? Üç aydır bize her gün açıklama yapmaya zorluyorlar. Cumhurbaşkanımızı, Dışişleri olduğum dönemlerde, şimdi. Hala geçen gün mecliste eski bir diplomat sorumsuzca bunu gündeme getiriyor. Yani isteniyor ki biz bir açıklama yapalım ve karşılığında rehinelerimiz de zarar görsün. Bundan memnun mu olunacak? Beni bu sorumsuzluk ve muhalefetin bu duyarsızlığı gerçekten üzüyor. Basında da var bu duyarsızlıklar. Nihayetinde herkes bunun sebebini biliyor.
BU HASSASİYETLER İÇİN DEVLET ADAMI OLMAYA GEREK YOK, İNSAN OLMAK YETER
Daha önce böyle olaylar yaşadık. Afganistan'da uzun bir kaçırılmadan sonra ailesine ve kaçırılan kod adı "mühendis" diye bildiğimiz bir vatandaşımıza susması telkin edildi. O Anadolu insanları devlete güvenip sustular. Bir buçuk yıl sonra her gün takip ediyordum. "Mühendis" geldi, evine de döndü. Şimdi beklediğimiz tek şey bu; sorumluluk içinde davranılması. Tutup da "IŞİD'le şu konu müzakere ediliyor" diye ortalığı asılsız haberlerle velveleye verdiğiniz zaman, hatırlarsınız Süleyman Şah'la ilgili şeyler, bunları bu konuda hassasiyetler göstermek için devlet adamı olmaya gerek yok. Bu olayları çok yakından da takip etmeye gerek yok. İnsan olmak yeter. İnsan olmak ve bir empati yapmak, onlar yerine düşünmek, onların aileleri yerine düşünmek yeter. Ama maalesef devlet adamı olmak iddiasındakiler de dahi bu konuda insani bütün duyarlıktan uzak davranıyorlar. Önemli olan burada hepimiz milli beraberlik içinde hem onlar için dua etmeliyiz, hem de elimizden gelen her türlü gayretle zaten çalışmakta olan devlet birimlerimize destek olmalıyız, köstek değil.
SANKİ HİÇ KANUN ÇIKMAMIŞ GİBİu2026
Bizde maalesef şöyle bir kanaat var; kanunu çıkaralım, saldım çayıra mevlam kayıra şeyiyle kanun kütüphanelerde, köşelerde dursun. Bir problem çıktığında başvurulmak üzere dursun. İşveren sendikalarına, işçi sendikalarına da açıkça söyledim bunu; bu kanun sizler için çıktı. Ama benim gördüğüm 10 işçimizin vefat ettiği kazada derinlemesine baktığımda gördüğüm şey ve emin olan bütün görüşleri de alarak olayın oluş şekliyle ilgili bir resim zihnimde canlandırdıktan sonra bu sonuca vardım. Kanun bir yerde duruyor, uygulama ise sanki kanun hiç çıkmamış gibi bambaşka bir alanda seyrediyor. O zaman buna bir el atmamız gerekiyor. Bundan sonra bir kanun çıktığında bu kanunla ilgili ciddi bir eğitim ya da oryantasyon yapılacak.
MESLEKİ YETERLİLİK KONUSUNDAKİ EKSİKLİKLER GİDERİLECEK
Şöyle bir anlayış var bizde. İş isteyen birine "ne iş yaparsın" dersiniz. "Ne iş olsa onu yaparım abi." İşte bu bizim bu iş kazalarına yol açan insan faktörü ile ilgili bir şey. Bundan sonra işçi tabiri olmayacak. İnşaat işçisi demeyecek. Onun alt kademelerine inecek. "Betoncu" denecek, "kalıpçı" denecek. Bunların alt şeyi olacak. Bugün aldığımız kararla mesleki yeterlilik kurumunun 2016 başında vermeye başlayacağı sertifikalandırma süreci 2014'ün sonunda başlayacak. 1 Ocak 2015 itibariyle işçilerle ilgili sertifikalandırma ve yeterlilik belgeleri verilecek. Ve bu da iş güvenliği bakımından öncelikle en tehlikeli ve tehlikeli kategorilerindeki işçiler buradan geçecekler. İşçi elinde belgesi ve sertifikası olacak. "Ben bu işi yaparım" dediğinde ehliyeti olacak.
İŞÇİ BİLİNÇLENDİRİLMELİ
İşçi sendikalarımıza bugün çok samimi şekilde sordum. "Acaba sizler, kendi işçilerinizi, emekçilerinizi, size üye olanları bu iş yasasının getirdiği haklar konusunda eğitime tabi tuttunuz mu, bilinçlendirdiniz mi?" Herkes kendi sorumluluğunun farkında olacak. Bu yasa işçilere öyle haklar getiriyor ki, işçi der ki "ben burada güvenliğimi teminat altında görmüyorum" ve çalışmayabilir. Atılırsa hukuki tazminatı öder. Öncelikle işçinin kendisinin düşünmesi lazım. Biz böyle kahramanlığı tedbir almamaya bağlarız. Burada işçi sendikalarımıza buradan çağrıda bulunuyorum. İşçileri eğitelim.
BİR MÜFETTİŞ, DENETÇİ ÇAY BİLE İÇMEYECEK
Bugün gelirken ailelerle tekrar konuştum. O kadar üzüntü verici hikayeler var ki. Bir tanesi Giresun'daydı aradım ağlayan bir baba. Bir tanesi Bursa'da bir anne. Geride bıraktıklarınız o kadar kıymetli ki siz de kıymetlisiniz işte kardeşim. O haklarınızı bileceksiniz. Kamuya, teftiş heyetine de söyledim; denetim ciddiye alınacak. Kağıt üzerinde olmayacak. Ve bir denetçi, bir müfettiş gittiği yerde çay bile içmesi doğru değil. Çay bile içmeyecek. Denetimini yapacak. Eğer çay kabul ederse aradaki doğan samimi hukuk bazı eksiklikleri görmeye engel olabilir. Gidecek ve görevini yapacak.
ACILI BABA İLE GÖRÜŞMEM YAZILDIĞI GBİ OLMADI
Biz bir taraftan işçilerimize yanarken, bir taraftan da acaba provokatörler ne yapar diye kaygılanıyorsunuz. Tepki gösterelim, ama tepkimiz işin esasına olsun. Yoksa sadece birilerine zarar vermek niyetiyle olmasın. Bizi eleştirebilirsiniz, başka partilere oy verebilirsiniz, bunlara saygı duyarım. Ama bizi eleştirmeyi hükümet üzerinden bir kalkışma, bir provokasyona yöneltirseniz o vefat eden işçilere de en büyük zararı vermiş olursunuz. Nitekim babayı aradım. Aramış olmamızdan dolayı memnuniyeti ifade eden çok güzel sözler sarf edildi. Bu babamız da acılı bir baba. Allah rahmet eylesin evladını kaybetmiş. Aradığım için teşekkür etti. Bunları hep beraber takip edeceğiz dedim. Bu kadar. Daha ben telefonu kapattım bir veya iki saat sonra internete düşen bir haber; "acılı babadan Başbakan'a tepki." Önce konuşmak istememiş güya, sonra da demiş ki bana; ben sizi mahkemeye vereceğim, bunun sorumlusu hükümettir. Vs. vs. vs. Hemen basın danışmanımız açıklama yaptı bu diyalog doğru değil diye. Ertesi gün de o baba, o acılı haline rağmen "Sayın Başbakanla aramızda böyle bir diyalog geçmemiştir" diye kendisi de açıklama yaptı. Şimdi bu diyalogu kim üretir?
TEPKİ GÖSTERMİŞ DE OLSAYDI YİNE ARARDIM
Size ne zor gelen şey nedir diye sorsanız çözüm sürecine kadar bu şehit haberleri geldiğinde o şehitlerin cenazesine katılmak derim. Dünyayı desinler ki bir buçuk kere dolaş, hiç uyuma yüksünmem. Ama acılı bir babaya sarılıp, acılı bir anneye sarılıp onun acısını yüreğinizde hissettiğinizde bütün ellerinizin, yüreğinizin boşaldığını hissediyorsunuz. Ama orada bulunmanız lazım. O acılı anne size sarılacak, sitem de edecek. O baba gerektiğinde dönüp bir şey de diyecek. Söylediği zaman bir kere daha sarılacaksınız ki devletin merhametini, şefkatini ta derununda hissetsin. Aksi takdirde biz bunlardan, bu sorumlulukları niye üstleniyorsunuz. Bugün olsa tepki de göstermiş olsaydı ben yine arardım, hatta evine giderdim. Bu bizim görevimiz. Bu tepkiler o anda insani bir tepki.
6 AYLIK YAVRUMUN SIZISI HALA İÇİMDEYKEN...
Ben de Malezya'dayken bir doğum sonrası olan rahatsızlık dolayısıyla 6 günlük bir yavrumu kaybettim. Hala sızısı içimdedir. Ben onu yaşamış biri olarak, 6 günlük bir bebek için hissettiğim şey, halbuki bugün konuştuğumuz bir annenin 21 yaşında oğlu.
ÇÖZÜM SÜRECİ DEVAM EDECEK AMAu2026
Çözüm süreci eğer ülkeye barış getirmek için yapılıyorsa önce gençlerimizi kurtarmamız lazım. Burada HDP ve ilgili taraflara söylüyorum; "çözüm süreci devam edecek ama biz gençleri kaçırıp, götürmeye devam edeceğiz, oraya refah getirmeye yönelik yol inşaatını, baraj inşaatını engellemeye devam edeceğiz" denirse bunun adı çözüm süreci olmaz. O zaman devlet de kamu düzeni sağlamak için tedbir almak zorunda kalır. Ve en büyük kötülüğü de oradaki Kürt kökenli kardeşlerimize yapıyorsunuz.