ERDAL ŞİMŞEK
Gelenek ile gelecek arasında sıkışan…Cumhuriyet Halk Partisi, çok partli sisteme geçtiğimiz 1947 yılından bu yana gerçek ile ilgisi olmayan bir çok yakıştırma, öykünme ve övünme mitoslarını kullanmayı seçerek toplum nezdinde meşruiyet arayışı içerisinde hazin bir tarihe sahiptir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kurmadığı halde, kendini “devleti kuran parti” olarak seçmene sunmaya çalışmıştır. Halbuki CHP’nin kurucu kadrolarına baktığımızda, cumhuriyet fikrine inanmayan (ta ki Mustafa Kemal’in yanında durarak ikbal sahibi olacağına inanan) bireyler de görüyoruz.
Dolayısıyla Cumhuriyet Halk Partisi hem devlet kurucu parti hem de yekpare “Cumhuriyet’in faziletleri”ne inanmayanların kurduğu bir siyasal organizasyon olarak karşımızda bulunuyor.
Cumhuriyet halk partisi dönemsel olarak kimlik bunalımları yaşamış ve atlatmayı başarmıştır.
Tek parti iktidarı döneminde adı ile çelişmesine rağmen hiçbir zaman “cumhur”un görüşünü önemsememiş ve bu yüzden halk oyuna; seçime girmemiştir.
Bu yüzden partinin ilk Genel başkanı Mustafa kemal, “seçilen milletvekilleri tarafından” hiçbir zaman Cumhurbaşkanlığı makamına oturtulmamıştır. Mustafa Kemal, kendisinin atadığı “milletvekilleri”(!) ile cumhurbaşkanlığı seçilmiştir(!) hep.
Halktan kaçan 'Halk Partisi'Mustafa Kemal, 15 yıllık Cumhurbaşkanlığı süresince hiçbir zaman halkın görüşüne, yani seçime gitmemiştir. Ama Genel Başkanı olduğu partinin adı Cumhuriyet Halk Partisidir.
Tabi bu tür çelişik durumlar, Türk siyasi hayatında dönem dönem görülmüş görülen küçük cilve ve ironiler olarak değerlendirilebilir.
Ve bütün bu darbecilik, Amerikancı komitacılık, seçmenin iradesini ayaklar altına alma gibi küçük siyasi şakaların merkezinde Cumhuriyet Halk Partisi’nin yer alması da Cumhuriyet dönemi Türk siyasetinin küçük cilvelerindendir.
12 Eylül 198 tarihinde Kenan Evren isimli generalin kurduğu Amerikancı çete darbe ile ülke yönetimini ele geçirerek, Türkiye’nin bambaşka bir siyasi maceraya sürüklenmesini sağlamış, bunu da yasalar ve Anayasa ile muhkemleştirmişti. Böylece Türkiye’de legal siyaset, birbirinden farklı siyasi hareketlerin, “birbirinin aynısı olma zorunda” bırakılarak politika sahnesinde boy göstermesine sebep olmuştur.
En Komünistinden en liberaline kadar bütün Türk Siyasi partilerinin tüzükleri zorunlu olarak tek bir madde üzerinde buluşmak zorunda bırakılmışlardır. Bu da “Atatürk milliyetçiliği, laik, sosyal hukuk devleti ilkelerine bağlı kalma” maddesidir. Bu zorunluluk, özellikle ideolojik ve 1923 çizgisinin dışına çıkıp yeni dünyalar vaad eden siyasal partiler için kelimenin tam anlamı ile bir açmaza dönüşmüştür.
CHP’nin başına Amerikan Valisi Bülent Ecevit geçiyorCumhuriyet Halk Partisi, bu açmazı en ağır hisseden kitle partilerinden biri olmuştur. Çünkü CHP, 1960 Amerikancı darbesinden sonra parti içindeki “gelenekçiler-yenilikçiler” kavgasına sahne olmuştu. Yenilikçiler daha çok CIA tarafından organize edilen ve ABD’nin Avrupa’daki en büyük sömürgesi olan Almanya’da boy gösteren Avrupa Sosyal Demokrasisi rüzgarını parti içinde estiren grup olarak oldukça popülerleşmişti. Bu grubun başını da Bülent Ecevit isimli şahıs çekiyordu.
Bülent Ecevit, Türk siyasi tarihinde üzerinde ayrıca çalışılması gereken bir siyasi figürdür. Çünkü kendisini “halkçı” olarak tanımlamasına rağmen Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinin üst bürokrat elit ailelerden birinin çocuğudur. Kürt olmasına rağmen, dönem dönem Adolf Hitler’in Nasyonal sosyalizm ile Benito Mussoloni’nin Faşizmine kaçan siyasi görüş ve duruşlar sergilemiş “Atatürk milliyetçisi” bir siyasi figürdür.
Ecevit, 1957'de Rockefeller Vakfı Bursu ile ABD'nin o dönem en ünlü üniversitelerinden Harvard’da Sosyal Psikoloji ve Orta Doğu Tarihi okudu. Rockefeller ailesi ve Harvard, II. Dünya Savaşı sonrasında Amerika Birleşik Devletleri’nin jandarmalığını yaptığı müesses nizam olan Yalta Düzeni’nin korunması ve uygulamasın sağlayan üçüncü ülke siyaset kadrolarını “burslayan” ve yetiştirenler olarak biliniyor.
Böylesine “Amerikancı Düzen”in mutemet adamlarının yetiştirildiği bir çarkın içinden geçip şekillenen Ecevit, Türkiye’ye gelerek “solcu/sosyal demokrasi/demokratik sol gibi” bir fikriyatın politikadaki bir numaralı ismi oldu.
Ecevit’in içinde politika yaptığı CHP, o güne kadar Alman Nazi ve İtalyan Faşist partilerinin bir süzmesi; sentezi olan “devletçi” politikayı savunan bir parti idi. CHP’nin lideri İsmet İnönü, Ecevit’in parti içinde estirdiği bu “sol rüzgar”a karşı koltuğunu sağlama almak için 1965 genel seçimlerinin hemen öncesinde 29 Temmuz 1965'te, gazeteci Abdi İpekçi'ye verdiği mülakat sırasında CHP'nin çizgisinin "ortanın solu" olduğunu belirtti. Böylece CHP, Türk siyasi hayatında “solcu” parti olarak tescillendi.
Ne var ki İnönü’nün bu “ortanın solu” yaklaşımı da koltuğunu koruyamamış ve Amerika’da yetişmiş Bülent Ecevit’e 8Mayıs 1978’de yenilmiştir.
CHP, kimlik bunalımını “Solcu-Faşist” tercihi ile atlatmaya çalıştıSiyasi analistler, CHP’nin “Ortanın solu” kavramını şöyle yorumlarlar:
“CHP'nin politik yelpazede merkez solda konumlandırılmasını ve CHP'nin sosyal demokratlaşma dönemini ifade eder. En başta ‘ortanın solu’ söylemi, İsmet İnönü'nün Kemalizm'i siyasi yelpazede merkez sola koymasıyla başlamış, sonrasında Bülent Ecevit ile beraber Kemalizm ile sosyal demokrasinin kaynaşmasıyla devam etmiştir.”
Ve böylece bir biri ile çelişen, hatta çatışan ortaya Türk tipi “sol-faşist” gibi bir görünüm olmuştur. Bu yüzdendir ki, kendini “sosyalist/Marxist” sanan Stalinist Türk solu kadroları, yorgunluk ve emeklilik dönemlerinde çok rahat bir şekilde CHP’ye geçerek siyasi hayatlarını sürdürmüşlerdir.
CHP, 12 Eylül Amerikancı darbeden sonra kapatıldı ve kadrolarının tamamı Sosyal Demokrat Halkçı Parti adı ile politika sahnesinde boy göstermeye başladılar.
Amerikancı rüzgârın; küreselci fırtınanın kasıp kavurduğu o günkü dünyada en çok etkilenin ülkelerin başında Türkiye geliyordu. Ve, kıtalar arası kesişme noktasında olan Türkiye’nin bu yeni çağa uyumlu olması zorunluluğunu görmüş ve ülkenin siyasi yapısını silah zoru ile şekillendirmeyi başarmışlardı.
SHP/CHP bu küreselci dalgaya hazırlıksız yakalanmıştı. Günün koşullarına uygun bir siyaset geliştirmeyen, “İnönücülük olan Kemalizm”in Türk toplumunda geçer akçe olmadığını gören CHP yeni arayışlara girdi. Zamansal olarak sıkışan CHP, nefes alabilecek bir gedik buldu ve varoluşunu Türkiye’nin bölünmesini savunan ayrılıkçı Kürtlerin sırtına binerek sürdürebileceğine inandı.
Ayrılıkçı Kürtçülüğü Meclis’e taşıdıCHP’nin Meclis’e taşıdığı ayrılıkçı Kürtçüler, açık bir şekilde terörizm ve terörist PKK ile iç içe olduklarını göstererek bir süre sonra CHP’den ayrılıp Kürt faşisti bir parti kurarak yollarına devam ettiler.
Böylece SHP/CHP için yeni bir kimlik bunalımı başladı. Avrupa türü sosyal demokrasi kavramları toplumda karşılık bulamayınca CHP Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne temsilci sokamaz hale geldi.
Süreç içerisinde toplumda gelişen milliyetçi akımın da etkisiyle “Atatürk milliyetçiliği” kavramı ile günün Türkiye’sinde sayıları oldukça fazla olan emekli, seçkinci, Tek Parti faşizmi özlemi taşıyan, çağdışı kalmış, gerici bürokratların yanısıra, sağ politikada da toplumun gerisinde kalmış, arkaik kafa yapısına sahip kadrolarla yoluna devam etti. Aynı süreçte Amerikancı, NATOTÜRK subaylarının uydurduğu Atatürk milliyetçiliği ile toplum hızlı bir şekilde birbirinden ayırıştı. Bunu hazmedemeyen bu gerici kadrolar, halkın moral ve inanç değerlerine karşı aşırı baskı yaptılar. Bu faşist baskı politikada elbette CHP’de temsil edildi.
Ancak bu yöntem çok kısa bir süre içerisinde ters tepti.
Hak ve özgürlük arayışında olan Türkiye toplumu, yeni bir siyasi organizasyonla, ülke yönetimine geldi. CHP ve bu neo ulusalcı faşistler yeni arayışlara gittiler. Kemal Kılıçtaroğlu, bu yeni arayış içerisinde Türkiye’nin bütün değerlerini ve sağ siyasette rantları kesilen kadrolarla bir çatı altında toplanarak bir güç dalgası oluşturdu. Ancak bu güç dalgası hem kemikleşmiş CHP kadrolarında hem de partiyi ele geçirmeye çalışan rantçı-müteahhit sağcı kadrolar arasında ciddi bir çatışmaya sebep oldu.
CHP’de gelenekçiler ile sağcı, rantçı, müteahhit kavgasıBu çatışmayı CHP delegeleri, ne kemikleşmiş gerici, arkaik CHP anlayışı, ne de sağın eski hırslı döküntüleri ve müteahhit kadrolarına partiyi bırakmadılar. Çünkü bu konuda parti tabanının dili 1990’larda yanmıştı. Partiyi emanet ettikleri kadrolar, CHP’yi tam bir müteahhit/rantçı partiye çevirmişlerdi.
Böylesine acı bir tecrübeye sahip olan CHP tabanı, daha geçişgen olan bir isim üzerinde anlaştı. Bu ismin geçişgenliğinden dolayı, rantçı, belediyeci sağcı görünümlü ideolojisiz CHP’liler ile “gelenekten geleceğe” umudunu taşıyanların ortak ittifakıyla Özgür Özel’e parti emanet edildi.
Ancak CHP’nin ideolojisiz-müteahhit-rant kanadı, Özel’in tamamen kendilerine bağlı sol görünümlü bir “idari müdür” olmasını istediler. Hatta buna zorladılar.
Ne var ki Özgür Özel, geldiği komitacılık anlayışının hâkim olduğu CHP ile “esnaf odaları” kültürü ve yerel siyaset döneminde çok iyi gözlemlediği Fetullahçı Terör Örgütü’nün “arkayı dolanma” yöntemini uygulayarak, müteahhit-rantçı kadrolara teslim olmadı.
CHP içinde bir yalnız adam…Özgür özel, partinin başına gelir gelmez, CHP’nin alışılagelmiş kavgacı, ötekileştirici ve nefret suçu işleyen dilden uzak, toplumun tümüne hitap eden bir dil ve anlayış sergiledi. Özel’in bu yapıcı tutumu onu parti içerisinde yalnız bıraktı. İktidarı veya diğer muhalefeti eleştirirken kullandığı nezaketli ve yapıcı üslubu, onu parti tabanının yenilikçi kanadı ile Türkiye toplumunun gözünde farklı bir yere konumlandırmaya başlarken, CHP’yi kaybedeceğini anlayan ve birbirleri ile kanlı bıçaklı olan gericiler ile rançtı-müteahhit grup yeni ittifak arayışına girdiler.
Özel’in bu yolu seçmesinden sonra, rantçı-müteahhit kanat kendisine yönelik tariz ve taarruzlara başladı. Hükmettikleri yüz milyarlarca Dolarlık bütçelerin verdiği güçle kontrol ettikleri yerleşik ve dijital medyanın yanı sıra sosyal medyadaki dev trol ordusunu Özgür Özelin üzerine saldılar.
Ve Özgür özel yaşadığı zemin kaybını, panikle, yeniden CHP’nin o nefret dili ve politik anlayışına sarılarak durdurmaya çalışıyor.
Özgür Özel’in 26 milyon seçmene ve onun seçtiği Cumhurbaşkanına küfreden Dilruba Kayserilioğlu’nun bir kerhane karısının bile ağzına almaya utanacağı küfürlerine sahip çıkması bir paniğin getirdiği büyük bir hata ve kaza olarak görmesi gerekir. Sayın Özel, partinin başına geçtiğinden beri CHP’nin unuttuğu yapıcı dil, toplumu kucaklayan, akılcı ve çözümcü muhalefet örneğini içselleştirmiş bir şekilde sergilemesi ile bir sokak karısı dilini kullanan Dilruba Kayresilioğlu’na sahip çıkması, taban tabana zıt iki tutumdur.
Özetle, Sayın Özgür Özel’in Dilruba Kayserilioğlu’nun “emcüğüne tutunması” CHP’nin gelenek ile gelecek arasındaki sıkışmışlığın bir göstergesidir.
Oysa Özel’in sarıldığı bu eski dil ve yöntemin sahipleri ile, rantçı-müteahhit tayfa o alanda da kendisine bir cm.lik alan dahi bırakmamışlardır.