ÖZLEM DOĞAN
Her ne kadar en çok imparatorluklar başkenti İstanbul, başkent Ankara, tatil cenneti Antalya öne çıksa da ülkemizin yedi bölgesi de ayrı ayrı kendi içinde hem tarihi hem de kültürel açıdan büyük zenginlikler ve güzellikler barındırıyor. Bandırma’dan başlayıp Biga’da sona eren yolculuğumuzun ardından İstanbul’a dönüşümüzde geride çok güzel anılar biriktirdik. Fakat şahitlik ettiğim ve beni üzüntüye sevk eden bazı ayrıntılara da değinmeden geçemeyeceğim.
Sessiz sedasız bekleyen Bandırma müzesi
İstanbul Yenikapı’dan başlayan iki buçuk saatlik deniz yolculuğu sonrasında Bandırma’ya ulaştık. Vakit kaybetmeden Kyzikos Antik Kenti ve Daskyleion Ören Yeri kazılarında ortaya çıkan buluntularının sergilendiği Bandırma Müzesi’ne doğu yola çıktık. Müzede Pers Krallığı, Roma Dönemi eserlerle Geç Bizans Dönemi’ne ait batan bir geminin yükü sergileniyor. Müze bahçesine gelişigüzel dizilmiş mermer buluntular, eserler dikkatimi çekti. Müze görevlisine bu buluntuların aşırı sıcakta ya da yağmurda zarar görebileceğini ve neden müze içerisine alınmadığını sorduk. Depolarda dahi yer kalmadığı için eserlerin şimdilik bahçede tutulduğu cevabını aldık. Hepsi birbirinden değerli bu eserlerin mutlaka koruma altına alınması lazım. Ayrıca müzenin çok daha dikkat çekici hale getirilmesi turizm açısından da ülke gelirine katkı sağlayacaktır.
Manyas Kuş Cenneti’nde bir gün
Yol uzun, vakit dardı. Manyas Kuş Cenneti’ne vardığımızda saat 15.00 civarıydı. Balıkesir ili sınırları içinde yer alan ve 1959 yılında milli park ilan edilen bu doğa harikası güzellik, Afrika'dan, Avrupa ve Asya'ya göç eden su kuşlarının ana göç yolları üzerinde bulunuyor. Tepeli pelikan, ak pelikan, balıkçıl, kaşıkçı, karabatak, yaban kazı, yaban ördeği ve ötücülerden oluşan binlerce kuşun ağaçlar ve sazlar üzerine yuva yaptığı büyük kuluçka kolonilerine ev sahipliği ediyor. Parkın içinde bulunan müzede çeşitli kuşlara ait boy boy yumurta, yılan ve kuş türlerini yakından inceleyebilirsiniz. Ayrıca müzeden verilen dürbünlerle tahtadan müteşekkil gözetleme kulesine çıkarak tepeden kuş türlerini inceleme şansınız da var. Farklı türlerde ağaçların arasından geçerken yemyeşil çalıları arasına bin bir özenle yuva yapmış örümceklerin parıldayan ağları ve tabiatın kendine has o mis gibi kokusunu duymak için Manyas Kuş Cenneti harika bir fırsat.
Meşhur Susurluk ayranı
Ayvalık’a doğru yola revan olmuşken yol güzergâhımız üzerindeki Susurluk’a uğrayıp meşhur ayranından da içelim dedik. Susurluk ilçesine özgü, tadı ve yapımıyla bildiğimiz ayrana göre farklılık arz eden bu bol köpüklü ayran biraz ekşi olsa da yaz sıcağında oldukça ferahlatıcı yöresel bir içeceğimiz. Susurluk ayranının önüne geçen ve Susurluk denince akla gelen bir hadise daha var; 3 Kasım 1996’da Balıkesir’in Susurluk ilçesi yakınlarında gerçekleşen trafik kazası... Bir Mercedes ve bir kamyonun karıştığı kazada devlet ve mafya ilişkisine dair uzun zaman tartışılacak büyük tartışmalar ortaya çıktı. Çünkü kaza sonucu hurdaya dönen araçtan İstanbul Eski Emniyet Müdür Yardımcısı Hüseyin Kocadağ, üstünde Mehmet Özbay adına düzenlenmiş bir kimlik bulunan Abdullah Çatlı ölü olarak çıkarılırken, yaralanan ve hastaneye kaldırılan kişi ise DYP Şanlıurfa Milletvekili Sedat Edip Bucak’tı. Türkiye uzun yıllar bu kazayı konuştu. O yüzden Susurluk denince akla ilk önce bu kaza geliyor.
Dağ kekiği, nanesi ve organik domates
Sıcak bir Haziran ayının son günlerinde Ayvalık’a doğru ilerlerken yol kenarında tezgâh açmış köylülere de uğradık. Taze dağ nanesinden dağ kekiğine, damla sakızı reçelinden karadut özüne, köy yumurtasından organik sebze meyveye, halis zeytinyağından sabununa ne ararsanız bulabileceğiniz köy ürünleri satışa sunuluyor. Özellikle İstanbul’da rastlayamayacağınız domateslerin o mis gibi kokusu ve tadı, şehir yaşamından bunalan insanlar için oldukça çekici. Mola durağımız Burhaniye’deki iki katlı rengârenk çiçeklerle süslü evlere hayran kalmamak mümkün değil. Ayrıca Mutluköy’de yaptığımız köy kahvaltısı metropollerde alışkın olduğumuz türden değil. Tava çöreği, kekikli zeytinyağı, sahanda yumurta, ev yapımı reçeller, bal-kaymak ve yemyeşil bir manzara…
Ayvalık’tan Cunda’ya bir yol gider…
Ayvalık’ın denizle bütünleştiği o eşsiz manzarasında, dibi pırıl pırıl kumla kaplı denizinde yüzmek ayrı bir keyif. İri siyah ve yeşil zeytininin tadına bakıp da almadan olmaz. Yaklaşık 70 binlik nüfusunun yazın 500 bine çıktığı Ayvalık, cumbalı evleri, Sarımsak Plajı, Şeytan Tepesi, yemek kültürü ve daha birçok zenginliğiyle tatil severleri bekliyor. Ayvalık’a birkaç kilometre uzaklıktaki Cunda Adası ise bir başka güzel. Ada otlarıyla yapılan yöreye özgü çorbası, damlasakızlı dondurması, el yapımı takıları, susamlı lokması ve güler yüzlü esnafı bir yana Cunda akşamlarında sahil şeridi cıvıl cıvıl cıvıl. Ayrıca Cunda’ya özgü bir balık cinsi olan ‘Papalina’ hamsiyle aynı familyadan gelse de lezzetler açısından tamamen farklı. Yumuşak bir iskelete sahip olan papalina, kuyruğu ve kafası ile beraber bir çerez gibi tüketiliyor.
Çanakkale şehitlerine karşı içki içilen barlar
Cunda’dan sonra yeni istikametimiz Çanakkale’ydi. Büyük bir destanın yazıldığı tarihi yarımada Gelibolu’da 500 bin şehidimizi ziyaret edecektik. O gece Çanakkale sahilini gezerken barlarda yüksek sesle alkol alan gençlerin görüntüsü beni dehşete düşürdü. Oysa karşı sahilde dehşetengiz bir savaş yaşanmış ve 500 bin vatan evladı bu savaşta şehit düşmüştü. İşte bu şehadet yarımadasına karşı Türk gençleri içki içiyordu. Bu üzüntüyle ertesi sabah feribotla Eceabat’a geçtik. Oysa orada çok daha kötü sahnelerle karşılaşacağımı bilmiyordum.
Şehitliği bikiniyle gezen aymazlar!
Eceabat’tan şehitliğe doğru yol alırken ilk önce Türkiye’de bir ilk niteliği taşıyan Çanakkale Destanı Tanıtım Merkezi’ne uğradık. Burada simülasyonlarla savaşa dair kesitler anlatılıyor. Ayrıca Çanakkale Savaşları’nda kullanılan malzemeler ve dioramalar sergileniyor. Merkezden ayrıldıktan sonraki durağımız 1817 kişinin şehit olduğu 57. Piyade Alayı şehitliğiydi. Şehitlerimizin zor koşullarda verdiği mücadeleyi düşünürken, şort ve bikini üstlü ziyaretçi kadınları görünce beynimden vurulmuşa döndüm. Sanki denize güneşlenmeye gelmiş gibi şehitlik dolaşan bu aymazlara karşı önlem alınmaması beni çok şaşırttı.
Şehitlikte Ankara havasıyla dans ediyorlardı
Gördüklerim karşısında şok olmuştum. Pazar günü olması dolayısıyla gidip şikâyet edebileceğim bir yetkili de yoktu. Fakat bu akıl almaz saygısızlık henüz bitmemişti. Bir alt yoldaki ağaçlıkta bir araba sonuna kadar Ankara havası açmış eğleniyordu. Dayanamayıp yanlarına gittim. ‘Şehitlikte bunu nasıl yapıyorsunuz, ayıp değil mi’ diye uyardım, utandılar ve müziği kapadılar. Bu insanlar nasıl bu hale gelebildi? Adım attıkları her karış toprağın altında dedelerimizin ölü bedenleri yatarken böyle nasıl değerlerinden koptular? Sorunun cevabı basit! Batı’nın ahlaksızlığı LGBT gününü kutlayan Çanakkale’nin CHP’li belediyesinden şehitlere saygı ve bu saygıya zarar verecek davranışlara engel olması elbette beklenemez. Şehitliğe girişteki Eceabat sahilindeki dükkânlarda içki de içilir, karşı sahilde Çanakkale barlarında şehitliğe karşı kadeh de kaldırılır, şehitliğe bikiniyle de gelinir, müzikle dans da edilir.
Şehitlerimize minnet borcumuz var
İçim kan ağlayarak veda ettim şehitlerimize. Bu yaşananları duyurmak ve ecdadımıza bu saygısızlıkları reva görenlere dur diyebilmek için gerekli mercilere başvuru yapmak boynumuzun borcu olsun. Türkiye cennet gibi bir ülke ve bu ülke için canlarını feda edenlere saygı duymayı bilmeyen bir millet eninde sonunda ‘Çanakkale Geçilmez’ mührünü de özgürlüğünü de kaybeder.