Tam 104 yıl önce sineleri iman dolu kahraman mehmetçik ve yazdığı tarih dillerden dile dolaştı. Çanakkale'de verilen destansı savunma dünyaya nam salarken Çanakkale'de oluşan manevi ruh ve bütünleşme ile yapılan savunma tarih kitaplarında ve şiirlerde ve edebiyat eserlerinde ''Çanakkale geçilmez'' dedirtmiştir. Bu şanlı mücadelenin nasıl seyrettiğini tekrar hatırlayalım. Çanakkale destanı nasıl yazıldı? Çanakkale mücadelesinin nedenleri ve sonuçları nedir?
18 Mart Çanakkale Savaşı tarihin en büyük zaferlerinden biridir. Gelibolu Yarımadası'nda Osmanlı İmparatorluğu ile İtilaf Devletleri arasında gerçekleşmiştir. 18 Mart 1915 yılında başlamış, 9 Ocak 1916 tarihinde sona ermiştir. Çanakkale Savaşı nedenler ve sonuçları ile ilgili detaylara aşağıdan ulaşabilirsiniz.
Çanakkale savaşının çıkmasına neden olan başlıca nedenler maddeler halinde şu şekilde sıralanabilir:
ÇANAKKALE SAVAŞI NEDENLERİ
1. 1911-1912 yıllarında Osmanlı Devleti son Afrika toprakları olan Trablusgarp ve Bingazi'yi İtalya'ya bırakmış, 1912-1913 Balkan hezimeti ise, 500 yıldır Türk olan Rumeli'deki son Türk hâkimiyetini yok etmişti. Bu yüzden Osmanlı Devleti kaybettiği toprakları geri almak istemesi
2. İngiliz ve Fransızların İstanbul'u ele geçirmek istemesi ve İstanbul'a giden yol ise Çanakkale Boğazı'ndan geçer. Bulgar ordularının İstanbul kapılarını zorlaması, İstanbul ve boğazların güvenliğinin tehlikeye girmesi..
3. Ekonomisi kötüye giden Rusya'ya gerekli yardımı götürmek. Ve Anadoludaki petrol yataklarını ele geçirmek.
4. Balkan Savaşları' nda yara almış Osmanlı devleti'ne ikinci hamleyi vurarak tamamen çökertmek. Bu sayede de Avrupa'ya açılabilme emellerini gerçekleştirmek.
5. İki Alman gemisinin Akdeniz'de İngiliz ve Fransız donanmasından kaçarak Türk bayrağı altında Rus limanlarını bombalaması.
6. Osmanlı Devleti'nin bu sebeplerden dolayı savaşa girmek zorunda kalması ve müttefiği olduğu Almanya'nın savaşı kazanacaklarına inanması.
ÇANAKKALE SAVAŞI'NIN SONUÇLARI
*İngiltereden 400 bin, Osmanlıdan 500 bin, Anzak ve Fransa dan 125 bin civarı asker bu savaşa katılmışlardır. Bu da çarpışmaların ne denli şiddetli olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
*Bu savaşta 253 bin Türk askeri şehit düşmüştür, itilaf devletlerinden ise 250 bin civarı ölü olmuştur.
* Bu savaş sonucunda yeni bir devlet ortaya çıkmaya başlamıştır.
*Çarlık Rusyaya yardım gidememiş ve sovyetler birliği kurulmuştur.
* Osmanlının sürekli kaybeden imajı bir nebze olsun silinmiştir.
Çanakkale Savaşı, 1915–1916 yılları arasında Gelibolu Yarımadası’nda Birinci Dünya Savaşı sırasında yapıldı. İtilaf Devletleri’nin amacı İstanbul ve Çanakkale Boğazlarını ele geçirmekti. Kahraman Mustafa Kemal ve asker arkadaşları verdikleri müthiş mücadele ile savaşın seyrini değişti. Şairler ise en güzel mısralarını bu zaferi anlatmak için yazdı. İşte Çanakkale şiirleri ve sözleri…
ÇANAKKALE TÜRKÜSÜ
18 MART SÖZLERİ VE MESAJLARI
Bu Türk kıtaatının cesaret, metanet ve se'bat cihetiyle takdir ve senaya liyakati, her şüphenin fevkinde bulunmuştur. Donanmasının ateşiyle de, en müessir surette muavenet gören pek cesur bir düşmanın taarruzlarına karşı sayısız muharebelerde bu kıtaat mevkilerini muhafaza etmişlerdir.
Alman Generali Liman Von Sanders
Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber. Sana ağuşunu açmış duruyor Peygamber.
Mehmet Akif Ersoy
Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor. Bir hilal uğruna, ya Rab, ne güneşler batıyor!
Mehmet Akif Ersoy
Harpte iki meş'um (uğursuz) şey vardır. Bunlardan biri taş duvara körü körüne yüklenmek, diğeri kuvvetleri birtakım ayrı ve bağlantısız harekata dağıtıp körletmektir. Biz bu iki ahmaklığı yapmanın tehlikesiyle karşı karşıyayız.
İngiliz Başbakanı Asquith
Benimle beraber burada muharebe eden bütün askerler kesin olarak bilmelidir ki bize verilen namus görevini eksiksiz yapmak için bir adım geri gitmek yoktur. Uyku, dinlenme aramanın, bu dinlenmeden yalnız bizim değil, bütün milletimizin sonsuza kadar mahrum kalmasına sebep olacağını hepinize hatırlatırım.
Çanakkale Sehitlerine Şu Boğaz Harbi nedir? Var mı ki dünyâda eşi? En kesîf orduların yükleniyor dördü beşi, -Tepeden yol bularak geçmek için Marmara'ya- Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya. Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı! Nerde -gösterdiği vahşetle- "bu: bir Avrupalı! " Dedirir -yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi, Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!
Eski Dünyâ, Yeni Dünyâ, bütün akvâm-ı beşer, Kaynıyor kum gibi, tûfan gibi, mahşer mahşer. (1) Yedi iklîmi cihânın duruyor karşına da, (2) Ostralya'yla berâber bakıyorsun: Kanada! Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk; Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk. Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ... Hani, tâ'ûna da züldür bu rezîl istîlâ! Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asîl, Ne kadar gözdesi mevcûd ise, hakkıyle sefîl, Kustu Mehmedciğin aylarca durup karşısına; Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına. Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz... Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz. Sonra mel'undaki tahrîbe müvekkel esbâb, Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb.
Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı; Beriden zelzeleler kaldırıyor a'mâkı; Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin; Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin. Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam, Atılan her lağamın yaktığı: Yüzlerce adam. Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer; O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer... Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak, Boşanır sırtlara, vâdîlere, sağnak sağnak. Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller, Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller. Veriyor yangını, durmuş da açık sînelere, Sürü hâlinde gezerken sayısız tayyâre. Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermîler... Kahraman orduyu seyret ki bu tehdîde güler! Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından; Alınır kal'â mı göğsündeki kat kat îman? Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm? Çünkü te'sis-i İlâhî o metîn istihkâm.
Sarılır, indirilir mevki'-i müstahkemler, Beşerin azmini tevkîf edemez sun'-i beşer; Bu göğüslerse Hudâ'nın ebedî serhaddi; "O benim sun'-i bedî'im, onu çiğnetme" dedi. Âsım'ın nesli...diyordum ya...nesilmiş gerçek: İşte çiğnetmedi nâmûsunu, çiğnetmeyecek.
Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar... O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar, Yaralanmış tertemiz alnından, uzanmış yatıyor, (3) Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker! Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer. Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhîd'i... Bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi. Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın? "Gömelim gel seni târîhe" desem, sığmazsın. Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb... Seni ancak ebediyyetler eder istîâb. "Bu, taşındır" diyerek Kâ'be'yi diksem başına; Rûhumun vahyini duysam da geçirsem taşına; Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ namıyle, Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle; Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan, (4) Yedi kandilli Süreyyâ'yı uzatsam oradan; Sen bu âvîzenin altında, bürünmüş kanına, Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına, Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem; Gündüzün fecr ile âvîzeni lebriz etsem; Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana... Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana.
Sen ki, son ehl-i salîbin kırarak savletini, Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddîn'i, Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran... Sen ki, İslâm'ı kuşatmış, boğuyorken hüsran, O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın; Sen ki, rûhunla beraber gezer ecrâmı adın; Sen ki, a'sâra gömülsen taşacaksın...Heyhât, Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât...
Ey şehîd oğlu şehîd, isteme benden makber, Sana âgûşunu açmış duruyor Peygamber.
Mehmet Akif Ersoy