Çağın parametreleri ve siyaset (3)

Türk siyaset tarihin Demirel sonrasında yargı bürokrasisinden gelen bir isim belirlenerek cumhurbaşkanı yapılmıştır. Bu dönem; yargıdan gelen bürokrat, kendini cumhurbaşkanı mevkiine getiren dönemin başbakanı Bülent Ecevit'e "Anayasa Kitapçığı Fırlatması" yla ve önüne gelen önemli kararları tek boyutlu açıdan değerlendirip "veto etmesiyle", siyasal bilgi ve donanım yoksunluğundan olmalı ki, hemen hiçbir konuda kamu oyu önünde çıkıp düşüncelerin

XXI. YÜZYILDA SİYASAL YÖNELİMLER VE BAŞKANLIK SİSTEMİ (3)

Tahir Erdoğan Şahin

Halkın hep rahmetle andığı Turgut Özal'ın 1993 yılı vakitsiz ölümünden 2002 yılına kadar geçen yaklaşık on yıl, Türkiye'nin kayıp zamanı olarak tespit ve teyit edilmektedir. Ak Parti öncesi üçlü koalisyon (DYP-MHP-ANAP), sadece Türkiye'nin değil, yüzyıl içinde yer yüzünün en vasıfsız ve beceriksiz hüku00fbmeti olarak yerini almıştır. Ancak, parlamenter sistemin zaafları yanı sıra darbeler nedeniyle yer yer siyasal çalkantılar geçiren Cumhuriyet Türkiyesi'nde (en beceriksizi olsa da) yalnızca son koalisyon hüku00fbmeti değil, daha önceki koalisyon hüku00fbmetlerinin de gerekli performansa sahip olamadıkları, hatta 1980 öncesinde darbecilere bahane üretecek handikaplara neden oldukları bilinmektedir.

Türkiye'nin parlamenter sistem içinde idare edildiği siyasal tarih, olumlu ya da olumsuz yönde nükseden sapmalar tarihidir de. Nitekim, bu sistemin genel kuralları arasında başkanın meclis tarafından ve meclis içinden seçilmesi gerekirken, çeşitli nedenlerle meclis dışı asker kökenli veya siyasal derinlikten mahrum bürokrat kişiler bu mevkiye getirilmişlerdir. Bu tür sapmalar, sistemde parlamentonun ağırlıklı olması gerekirken, parlamento dışı güçlerin etkin olmasına neden olmuştur. Sivil inisiyatifin ağırlıklı olduğu ve sivil cumhurbaşkanı seçimi için yapılan bazı girişimlerin, ülke yönetiminde makuliyeti öngören hukukun ruhuna aykırı, yasal laf cambazlıklarıyla engellenildiği de olmuştur. Nitekim Türk siyasal ve hukuk tarihine "367 garabeti" olarak geçen olay budur. Demokratik ülkelerde temsilde adalet ve yönetimde istikrarın oluşması büyük önem taşımaktadır. Ancak parti ve particiliğin başat olduğu parlamenter sistemin niteliği bu dengeyi sağlamakta genellikle başarısızdır.

Parlamenter sistemde kuvvetler ayrılığı sağlanabilmekle birlikte, bu ayrışmanın karşılıklı güven bağlamında uyumlu çalışabilmesi konusunda başarılı olduğunu söylemek zordur. Yakın ya da uzak tarihimizde yaşanılanlara bakıldığında; teamülen sembolik olması addedilen, ancak sorumsuz ve fakat yetkilerle mücehhez başkan (cumhurbaşkanı), yürütmenin başı ve kararların fiili uygulayıcısı konumunda olup halka hesap vermekle sorumlu başbakan, kanunların zırhı arkasında hukukun ötesine savrulup siyasal konulara müdahaleyi doğallaştıran yargı arasında zaman zaman gerilimlerin olduğu bilinmektedir. Çeşitli partiler tarafından oluşturulan ve yasamanın temel amacı ve ruhunu esas almaktan çok "particiliği" esas edinen yapılar ise bu tür gerilimlerde objektif olmaktan, genel kamusal menfaatleri gözetmekten çok kendi partilerinin çıkarı uğruna hareket ettikleri konusunda düz dünya vakalar mevcuttur.

Demokrasilerde parti, demokratik sistemin önemli bir argümanı ve organları arasındadır. Ancak, partilerin araç olma doğallığından çıkarılıp amaçsal konumlara konulması, bireyleri de parti taassubu yolunda biçimlendirmekte, "kemikleşmiş oy" deyiminden de anlaşılacağı üzre, "özgür düşünemeyen kemik kafalı vatandaş" profili çoğaltmaya matuf sonuçlar üretmektedir. Parlamenter sistemin uygulamalarında pek çok sorunlarla karşılaşıldığı, başta Türkiye olmak üzere, bu sistemle idare edilen bütün ülkelerde yaşanılarak öğrenilmektedir. Her sistem, tasarlanıp uygulamaya geçirildiğinde, çıkabilecek sorunların da yine o sistemin içinde kalınarak çözülebileceği ön görülür.

Ancak; klasik parlamenter sistemin XXI. yüzyıl içerisinde kendini revize edemediğinde, bazı demokratik sivil baskı grupları harekete geçmediğinde ya da sorunlar halk oylamasına götürülmediğinde bunu başaramadığı görülmüştür. Nitekim, Türkiye'de bir çok konu yanı sıra cumhurbaşkanının da halk tarafından seçilmesi yoluna gidilmesi, temelde parlamenter sistemin tıkanabildiğini, bu tıkanıklıktan çıkmada yetersizleştiğini ap açık ortaya koymuştur. İkinci olarak, parlamenter sistem ana omurgasını koruduğu sürece, paryatif değişikliklerle siyasal hayatın ihtiyaçlarına gerektiğince cevap verebilir bir niteliğe kavuşturulamaz. Eğer bu amaçla zamanın koşullarına, vatandaşın taleplerine uygun bir sistem oluşturulmuş denebiliyorsa, revize edilen sistem parlamenter yapının çok uzağına savrulmuş demektir. Bu yapı, bilimsel ve toplumsal gerçekliğin de dışında, mevcut yapı ve kurumları geleceğe taşımakta da güvenilir dokulardan mahrumdur. "Yarı başkanlık" denilen sistem ise temelde parlamenter sistemin yetersizliğine karşı geliştirilmek istenen, siyaset bilimi açısından " iki arada bir derede", zamansal olarak "ne idüğü belirsiz" bir sapmanın modelidir ve "karma ekonomi" diye seslendirilen yapı gibi çaresizliklere yarı çare veya çareymiş gibi sunulan sulandırılmış başkanlık sistemidir.

Üçüncü olarak, parlamenter sistemde hüku00fbmet kurma çoğunluğuna erişen her hangi bir parti ya da ittifak kuran partiler, yürütme yanı sıra yasamaya da egemen olduğu için, yasamanın ayrılığı ilkesi boş bir laf olmaktan öteye gitmez. Yürütme ve yasamanın birleşik hale geldiği bu tabloda, yasamanın denetiminden bahsedilemez. Parlamenter sistemin bu temel zaafını görmeksizin, tek bir partinin her hangi bir partiyle iş birliğine ihtiyaç duymaksızın iktidar olması karşısında, bunu "tek parti diktatörlüğü" diye addedip sızlanmak ise siyasal bilinç mahrumu dangalaklık olarak telakki edilir. Zira çok partili bir parlamenter sistemde gerekli oy çokluğuna erişemeyenlerin "tek adam", "tek parti hegemonyası" biçimindeki çıkışlarının hedefinde dolaylı olarak bizzat halk vardır ve suçlanan halkın iradesidir. Ve eğer, her hangi bir partinin tek başına iktidar olmasının verdiği avantajla keyfu00ee uygulamalar yapılıyor ise, bunu önlemenin demokratik, hukuki ve yasal yolları vardır. Ancak, köklü çözümler bulunmak isteniyorsa, öncelikle mevcut parlamenter sistemin zaaflarını kabul edip alternatif sistemler üzerinde ciddi olarak durmak gerekmektedir. Günümüz dünyasında Türkiye'nin iktidar ve muhalefetiyle "başkanlık sistemini" tartışıyor olması umut vericidir.

Başkanlık Sistemi: Yazı dizimizin altıncı makalesinde "Siyasal sistem, bütün bir topluma şamil olarak genel amaçlar ve pratikler sürecinde oluşturulan kapsayıcı bir örgütlenme" olduğuna vurgu yapmış" ve "..oluşturulan siyasal sistemin, o ülkenin tarihi, kültürel, ekonomik ve toplumsal yapısı ile o ülkenin uluslar arası konumuna göre şekillendirilmesi" gereğine değinmiştik. Başkanlık sistemi, başkanın doğrudan halk tarafından seçildiği ve yürütmenin başına getirildiği hüku00fbmet yapısıdır. Bu sistemde yürütme ve yasama kesin bir biçimde ayrı olduğu için yasamanın denetim niteliği önem kazanır. Nitekim yürütmeyi oluşturan kabine öncelikle işin ehli/profesyonel insanlardan kurulur; meclisi oluşturan her hangi bir parti ya da partilere mensup milletvekillerinden oluşturulması zorunluluğu yoktur. Seçilen başkan parlamentoya değil, mevcut yasalara ve öncelikle halka karşı sorumludur. Buna karşın, başkanın meclisi fesh etme ya da süresini kısaltma veya uzatma yetkisi yoktur.

Başkanlık sisteminin en önemli avantajlarından biri de siyasal istikrarın korunabilmesi ve sürdürülebilmesidir. Başkana karşı sorumlu olan yürütme, her hangi bir parti ya da baskı gruplarının etkisinde kalmadığı için, partizanca davranamaz, bu yönde kararlar alamaz. Parlamenter sistemde parti taassubu ve parlamento iç çekişmeler yasaların çıkmasında sorun yaratıp gecikmelere neden olurken, başkanlık sisteminde önemli kararlar çok daha erken çıkabilmektedir. Çağımızda hızla değişen dengeler ve her an ortaya çıkması mümkün sorunlar karşısında erken tepki vermek ve ülke menfaati adına hızlı kararlar almak için de başkanlık sisteminin hareket kabiliyeti büyük önem taşımaktadır.

Gerek başkanın ve gerekse meclisin ayrı ayrı seçimlerde doğrudan halk tarafından seçilmesi, halkın yasama ve yürütme tercihleri konusunda daha fazla tercihte bulunabilmesini sağladığı için, başkanlık sistemi parlamenter sistemden çok daha demokratik bir niteliğe haiz görülmektedir. Ancak, demokrasi hiçbir sistemde kendinden menkul bir zuhurat değil, öngörülen sistemi tazammum ettirilecek hukuki ve yasal çerçevelerle var edilebilir bir olgudur. Parlamenter sistemde yürütme iki başlıdır; yürütme erki hem cumhurbaşkanı hem de başbakan arasında paylaşılmaktadır. Muhalefetteki ya da iktidardaki partiler ile başkan arasında uyum çabaları irrasyonel bir beklentidir. Nitekim, çift başlılık ve partizanlığın ağır bastığı parlamenter sistem bunu sağlamaktan acizdir. Bazı cumhurbaşkanlarının tarafsız olduğu iddiası, onların pasif ve yetkilerini kullanmaktan aciz olduğunun itirafı anlamına gelmektedir.

Yürütme yetkisinin başkana bağlı olduğu güçlü bir hükümet güçlü bir devlet demektir. Parlamentonun blok halinde muhalefet edebilmesi de güçlü ve yapıcı bir karşı duruş anlamını ifade eder. Bu nokta, Türk tarihinde istikrarlı devletler kurulmuş olmasının ana gerekçeleriyle de buluşur. Nitekim, çağımız koşullarına uygun olarak kurulacak her hangi bir sistemin, o toplumun kendi tarihsel- kültürel yapısına uygunluğunun da önemine değinmiştik. Cumhuriyet döneminde farklı siyasal düşünceler ve sistemler teklif edilmiş ve bu mecrada bazı tartışmalar yapılmıştır. Başkanlık sisteminin olumlu olacağı yönünde önde gelen bazı bilim adamlarının ve bazı liderlerin sözlü ya da yazılı metinleri bulunmaktadır. Bunlardan en belirgin olanı Alparslan Türkeş'e aittir.

Parlamenter sistemin zaman zaman tıkanması ve siyasal çözüm üretmedeki zaafı, bu sistemin zaaflarını istismar eden darbecilerin demokrasi dışı müdahaleleri, bulunan çözümlerin yasalaşmasında görülen gecikme ve hantallık, daha 1960'lı yılların sonunda başkanlık sisteminin çok daha verimli olacağı yönündeki görüşlerin netleşmesini sağlamıştır. A. Türkeş'in bu konudaki net açıklamaları 1975'te yayınlanan "Temel Görüşler" adlı kitabında kısa fakat öz olarak yer almıştır (bak, A.Türkeş, Temel Görüşler, İstanbul 1975, s. 155). 1980'li yıllarda da aynı konu biraz daha detaylandırılarak ifşa edilmiştir (bak. A. Türkeş, 9 Işık, Ankara 1980, s.267-268). Bu metinlerde başkanlık sisteminin Türk tarihindeki devlet yapılanmalarına ve Türk devlet felsefesine uygunluğu belirtilerek, "güçlü, adil ve hızlı" bir icranın öneminin altı çizilmiştir.

Kitlesel olmaktan çok "fikir" merkezli olmayı yeğleyen partilerin tezleri, siyasal düşünce geleneğinin tekamülü açısından önemlidir. Liberal Parti, Diriliş Partisi gibi söylemleriyle dikkati çekip bunu oya tahvil edemeyen siyasi çıkışlar bu sürece dahildir. Parlamenter sistemin cari olduğu dönemde Türkeş'in lider olduğu MHP'nin başkanlık sistemi tezi de bunlar arasındadır. Ayrıca, 1980 darbesi öncesinde yaşanan sağ ve sol merkezli çatışmalarda MHP "Gönül Seferberliği" ilan etmekle de dikkati çekmektedir. Bu çıkış bir anlamda Bugünkü "Millu00ee Birlik ve Kardeşlik Projesi" veya "Çözüm Süreci" adlarıyla varılmak istenen barış merkezli hareketin o günkü şartlarda dile getirilen biçimiydi. Ancak, bugünkü MHP'nin gerek başkanlık sistemine gerekse çözüm süreçlerine uzak ve soğuk durması, öncelikle kendi siyasal geçmişi yönüyle değerlendirildiğinde düşündürücüdür.

CHP, içinde bulunduğu konumu, müzmin fakat anlamsız muhalefet niteliğiyle en çok tartışılan partilerden biridir. Mevcut genel başkanı, iç yapısında yaşanılan uyumsuzlukları, sert ve radikal eleştirilerde bulunarak partiden ayrılan köklü CHP'li kişilerin yerine sağcı ya da mason figürlerle iltifat- ittifak ilişkileri; vasat vaaz fetişizmiyle kolonlaştırılmış dinci bir çeteyle var olduğu söylenen yakın duruşu bir yana, bu parti öncelikle demode ilkeleriyle ve geçmişiyle yüzleşmek durumundadır. CHP'nin özeleştiride bulunması, siyasal arenada karşılığı olmayan boş sloganlardan kurtulması hemen her sosyal demokratın doğal beklentisidir. Yapılamadığı takdirde, bir tür arkaikleşme süreci riskiyle karşı karşıya olan yapılardan sistem adına sağlıklı düşünce ya da tezler beklemek pek de akılcı değildir.

Ak Parti, bugünkü klasik parlamenter sistemin öngördüğü siyasal örgütlerden biridir. Başkanlık Sistemi'ni benimseyen bu partinin önde gelen yönetici ve yetkililerinin, yeni sistem içinde hangi argümanlarla yola devam edeceklerini, sistemdeki yapısal değişimin gerektirdiği yeni parti formatının muhasebesi, sadece bu partinin değil tüm siyasal çevrelerin temel sorunlarından biridir. Geçmişte Adnan Menderes ve Turgut Özal gibi karizmatik liderlerin sürüklediği siyasal rüzgar, bu hareketlerin ruhuna uygun vasıflı kişileri siyasete taşıdığı kadar, sıradan zevatı da hak etmedikleri mevkilere getirmiş, sıradanlığın katılaştığı mecrada iki parti geleceğe taşınamamıştır. Günümüzde Ak-Parti kamu oyunda henüz takdir kaybına uğramayan bir niteliğe sahip gözükmektedir. Ancak, bu tür oluşumlar birey olarak yasama olgusundan bihaber vasatların da menfaatine bir imkan alanıdır. 2023'e büyük projelerle girme mecrasına giren Ak-Parti ve diğer tüm partiler ülke geleceği adına niteliği esas alma becerisini gösterebilmesi beklenmektedir. Umuyor ve inanıyoruz ki, önümüzdeki süreç başta nitelikli "insan"ı, masumiyetiyle var olan doğayı, ekolojik dengeleri ve kültürel mirasımızı koruyan anlayışların egemen olduğu yeni bir dönemin başlangıcı olur. Yeni bir dünyanın inşası sürecinde yeni bir Türkiye yalnızca bazı yapıların değil, hemen her bireyin temel amaçları arasında olabilmelidir.

(SON)