SÖYLEŞİ: ÖZLEM DOĞAN
Tanzimat’la birlikte her alanda batılılaşmayla başlayan, bilhassa 1923’ten itibaren Müslüman Türk milletini geleneklerinden, dininden, kültüründen kopartmak için sanat adı altında sistematik olarak atılan adımlar toplumla geçmişi arasında büyük uçurumlar açtı. Osmanlı döneminin gerçek sanatı ve sanatçıları, köhnemiş ve lanetli ilan edildi. Batı’nın dejenere sanat anlayışı çıplaklık ve çürümüşlükle birlikte kötü bir kopya olarak vatandaşa kabul ettirildi. Müslüman Türk toplumunu bozmayı misyon edinmiş kişiler tarafından ihya edilen sinema filmlerinde hacı, hoca üç kağıtçı, dolandırıcı olarak lanse edilirken Yeşilçam filmlerinden içki ve sigara eksik olmadı. Özel kanalların peş peşe açıldığı 90’lı yıllarda ise çocukların dahi oturduğu saatte televizyonlarda +18 programlar sansürsüz yayınlandı. Günümüzde ise sinema sektörü hala mezhepçi, İslam düşmanı, seküler kesimlerin elinde. Muhafazakarların ise sinema sektöründe adı geçmiyor. Oyuncu İsmail Hakkı ile sinemanın, televizyonun, sanatın dününü ve bugününü, muhafazakâr kesimin sanata bakış açısını konuştuk.
DERDİ OLAN OYUNCULUK YAPMALI
Yıllarını beyaz perdeye vermiş bir sanatçı olarak oyunculuğu nasıl tanımlıyorsunuz?
Aslında oyunculuk ırgatlıktır, ameleliktir. Bir inşaat amelesi gibi düşünün; çimentoyu, tuğlayı, demiri bir yerden bir yere taşıyıp bina oluşturur. O da bir şeylere, birilerine hizmet eder. Oyunculuk da böyle bir şey. Bir fikri, bir sanatı alıp insanlara taşırsınız ve topluma anlatmak istersiniz, derdiniz odur. İşte bu yüzden bir fikriniz varsa oyunculuk benim açımdan kutsal sayılabilecek bir meslek. Gerçekten derdi olan insanlar oyunculuk yapmalı.
Her dizi ya da sinema filmi mutlaka mesaj barındırmalı mı? Bazen sadece insanları eğlendirmek veya oyalamak için gişe odaklı olarak da kamera karşısına geçilebiliyor öyle değil mi?
Bütün filmler, diziler, tiyatro oyunları bir mesaj vermek zorunda gibi görünse de aslında değil. Komedi, romantik drama, aksiyon filmleri de sadece insanları oyalamaya yönelik olarak yapılıyor ve aslında genelde de bunlar izleniyor.
İSLAM DÜŞMANLARI SANATI YÖNLENDİRİYOR
Türkiye’de sanat genelde belirli bir kesimin yönlendirmesi dışına çıkamıyor. Sizce bunun nedeni nedir?
Sanat yaklaşık iki yüz yıldır bu topraklarda, bu coğrafyada İslam’ı ve Müslümanları sevmeyen insanların elinde yoğuruluyor, yönlendiriliyor. Onlar sanat üretip sanatçı çıkarırken Müslümanlar sanattan uzak kaldılar. Sanatı elinde tutanlar bu ülkenin gerçek sahiplerinin sanata soyunmasını istemediği için daha da geri bırakılmışız.
İnsanlığın; fikir ve kültür dünyamızın üzerinde büyük etkisi olan sanatı elinde bulunduranlar kimler? Neden bu toprağın çocukları bu tekelcilere karşı etkin bir sanat üretemiyor? Sözlerini sinemaya, tiyatroya, müziğe dönüştüremiyor?
Özellikle son yüz yıldır sanatı elinde tutan güç, oluşturduğu kültürel, sanatsal hegemonya doğrultusunda mücadele ediyor, savaşıyor. Bunların sol cenah olduğunu söylüyoruz fakat aslında hiçbiri gerçekten sol görüşlü değil, solu kullanıyorlar. Bahsi geçen grubun içinde ‘bu memleket, bu vatan, bu millet’ derdi olan yok. Kimi sabetay, kimi azınlıklara ait, kimi de kimliği bilinmeyen dönmelerden ibaret. Bu gücün karşısında var olabilmek için gayret gerekiyor. Muhafazakâr kesim de orada var olma yarışına girip ‘biz de sanat ve sanatçı üretelim, destekleyelim’ demedi, böyle bir dertleri hiç olmadı.
BİZİM HİKAYELERİMİZİ DE SEKÜLERLER ANLATIYOR
Kendi tarihimiz gerçek kahramanlarla dolu olduğu halde etkin bir anlatıcımız yok. Muhafazakâr kesim kendi gerçekleri yerine niçin başkalarının masallarını izliyor?
Seküler kesim kendi hikâyelerini anlatmakla kalmadı, bize ait olan hikâyeleri de kendi istediği gibi anlattı, biz sadece izlemekle yetindik. Sanat ve sinema vesilesiyle çok ciddi zararlar verdiler. Her şeyi tükettiğimiz gibi sanatı da tüketiyoruz. Karşımıza hangi yapımcıları, hangi oyuncuları getiriyorlarsa kabul ediyoruz, ayak diretmiyoruz. Herkesi kabul edip evimizde baş köşeye misafir etmememiz gerekiyor. Ayrıca bizim sektörde çok fazla kripto var. Her renge boyanıp kendilerini istedikleri gibi pazarlıyorlar. Seyirci de bu oyunculara inanıyor, seviyor, bir süre sonra da taklit ediyor.
Hayali kahramanlar üzerinden sinema filmleriyle milyonları etkisi altına alan, Ortadoğu’yu askeri olarak işgal etmeden önce Rambo ve Rocky serileriyle nesillerin zihinlerini esir eden ABD emperyalizmi amacına ulaştı mı?
Hollywood bize filmlerini yıllarca dublaj şartıyla sattı. Birçok ülkeye ABD filmleri alt yazılı satılırken başta Rambo olmak üzere bütün filmlerine Türkçe dublaj şartı koştu çünkü vatandaşımız alt yazılı film izlemek istemez ama şehirden köye ABD emperyalizminin halkın kendi diliyle ulaşması için bu şartı koştular. Amerika elde edeceğini etti. Fakat zaman geçiyor, nesil değişiyor. Dijital çağa geçtik. Büyük bir rekabet var. O yarışın içerisinde güçlü olan kalacak. Bu yüzden insanları hala bir yerde tutabilmek için sinema üzerine var gücüyle çalışıyorlar. Ne yazık ki batının kültür emperyalizmine karşı alternatif üreten bir İslam ülkesi yok.
TELEVİZYONUN KIRMIZI ÇİZGİSİ YOK
Bir dizi oyuncusu olarak Türk televizyonlarındaki yapımları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türk televizyonlarının benim için varlığıyla yokluğu bir, hali içler acısı. Para kazanmanın hangi yolla olursa olsun mübah sayıldığı bir sektör olan televizyon yayıncılığının kriterleri ve kırmızı çizgisi yok. Bilhassa gündüz kuşağı bitik vaziyette, denetleyen ya da dur diyen de yok. Ev kadınlarını da bu programlara yönlendiriyorlar. Allah’tan töresi, geleneği, kültürü belli olan, dini ve geleneksel değerlerini önemseyen ulus bir topluluğuz ki bize ancak kısıtlı ölçüde zarar verebildiler. Eğer karmaşık bir toplum olsaydık sadece televizyonla bile çoktan bitmiştik.
Özel televizyonların birbiri ardına açıldığı 90’larda televizyon yapımlarında büyük bir dejenerasyon yaşandı, ahlakın yerle bir edilmesi için tüm kanallar birbiriyle yarıştı. O dönemden günümüze Türk televizyonlarında yaşananlara yorumunuz nedir?
Osmanlıca’nın yerine Latin alfabesini getirenler Türklerin geçmişiyle bağlarını nasıl kopardılarsa günümüzde bu işleri yapanlar da onların torunları. Onlar Sultan Abdülhamid’i nasıl hal ettilerse torunları da bu toplumu bozdukları için övünüyorlar. Türkiye’de ilk filmi kim çekmiş, kim yayınlamış, yapımcısı kim, ilk sinema ve tiyatro salonunu kim açtı, kim geliştirdi, bu soruların cevabı zaten her şeyi ayan beyan ortaya çıkarıyor. Müslümanlar bu ülkede güç elde etse de kültür sanattan uzak durdu. Zengin muhafazakâr iş adamlarımız sanata yatırım yapmadı. Sanata harcanan parayı çöpe atılmış olarak gördüler. Şirketlerinin en alt katında resim sergisi açarak sanata yatırım yaptıklarını sanıyorlar.
ARTIK ALTERNATİF GELİŞTİRMELİYİZ
Toplumun geleneklerine, ahlakına ters yapımları sanat diye sunanların kim oldukları az çok biliniyor. Peki halk neden izlemek yerine geri adım attıracak bir tepki vermiyor?
Halka düşen çok şey var ama maalesef izliyorlar. O zaman da yapımcılar, sanat yöneticileri aynı doğrultuda devam ediyor. Çünkü bu arz talep dengesi. Bana ne izletirlerse izletsinler ben alacağımı alırım, kimliğim oturmuş. Duruşum ve görüşüm belli fakat çocukların defans duygusu yok. Her şeyi olduğu gibi alıyorlar. Yayıncılıkta asıl unsur paradır. Televizyonlar reklam piyasasının kölesi olmuş durumda. Reklamcılar ne isterse, nasıl isterse ona göre yayın politikası kurup sürdürüyorlar. Reklam piyasasının kimlerin elinde olduğu malum. Artık bunlara karşı ne yapmak ve nasıl alternatif geliştirmeliyiz, bunu konuşmak lazım.
SANAT DÜNYASINDAKİ LGBT LOBİSİ ENGELLENMELİ
Son yıllarda dünyada sanat alanlarında gittikçe baskı unsuru haline dönüşen bir LGBT lobisi var. Türkiye’de de dizi, sinema ve müzik sektöründe sayılarının arttığını görüyoruz. Bu eşcinsel tahakkümün amacı nedir?
Dünyada sinemada iki lobi var; biri Yahudi lobisi, diğeri de eşcinsel lobisidir. Bu iki lobinin elini öpmeyen dünya piyasasında kolay kolay iş yapamaz. Çok güçlü olmasalar da Türkiye’de de aktifler. Önlem alınmazsa dünyadaki gibi Türkiye’de de gittikçe güçlenecekler. Onlara karşı bizim sektörde dik duran da yok. Hatta birçoğu normal karşılıyor. İnsan fıtratına aykırı bu durumun bir an önce önü alınmalı.