Resulullah (sav)'a komşu olan bir babanın evladı olmak kolay değildi. Üstelik hoca babaya da söz verilmişti; 'Senin bize öğrettiğin çizgin, 'Kitap' ve 'Sünnet'in ölçüsü nefesim çıktıkça devam edecek' diye. Kolay değildi, bütün dini sahalarda hüccet olan ilmiyle Ezher ulemasını bile şaşırtan bir babanın evladı olmak. Kolay değildi, yanında Resulullah (sav)'ın ismi zikredildiğinde saatlerce hüngür hüngür ağlayan Peygamber aşığının talebesi
HAZIRLAYAN: SABRİ GÜLTEKİN - milat.ramazan@yahoo.com
***
Günün Ayeti
'Biz bu Kitab'ı sana sırf hakkında ihtilafa düştükleri şeyi insanlara açıklayasın ve iman eden bir topluma da hidayet ve rahmet olsun diye indirdik.' (NAHL, 64)
Günün Hadisi
'Kur'an'ın okunduğu evin hayır ve bereketi artar, Kur'an'ın okunmadığı evin hayır ve bereketi azalır.' (El İtkan-Suyuti, 2/331)
***
Prof. Dr. Nihat Hatipoğlu kimdir?
11 Mayıs 1955'te Diyarbakır'da dünyaya gelir. Diyarbakır'dan başlayan yolculuğun ilk durakları Siirt ve Malatya olur. Baba Haydar Hatipoğlu Hocaefendi'nin evdeki manevi öğretilerinin yanında, okul sıralarında geçen zaman; artık Nihat Hatipoğlu'nu gençlik kapısının önüne sürükler. Hatipoğlu uhrevu00ee iklimin gölgesinde adımlarını attığı Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'ni 1981 yılında tamamlar. Aynı fakültede Hadis Anabilim Dalı'nda 'Kur'an-ı Kerim'in Anlaşılmasında Hadislerin Rolü' adlı çalışmasıyla 'Doktor', 2000 yılında da 'Doçent' olur. 2012 yılında profesör olan Hatipoğlu, şu anda Dicle Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Hadis Ana Bilim Dalı Öğretim Üyeliği görevini sürdürüyor.
***
RÖPORTAJ: SABRİ GÜLTEKİN
İbn-i Mace'nin son hadis sözünü bitirdiğinde, baktık babam ağlıyor. Neden ağladığını sorduğumuzda: 'Çünkü ben her gece Hz. Rasulullah ile beraberdim. Nasıl ağlamayayım?' diye hüzün gözyaşları döküyordu. Peygamber Efendimiz (sav)'i ve Asr-ı Saadet yıllarını anlatışınızdaki ruh halini size aşılayan hocanızı, yani babanızı, yani Resulullah'ın komşusu Haydar Hatipoğlu Hocaefendi'yi biraz anlatır mısınız?
Kur'an ve sünnetin ölçüleri neyse onu uygular ve uygulattırırdı. O kadar toleranssız bir hayatı vardı. Küçüklüğümüzden beri biz onu; hep Kur'an-ı Kerim okuyan, hadislerle meşgul olan, gece teheccüdlerini kaçırmayan, Allah'ı ve Peygamberi sevdirmeye çalışan biri olarak gördük. Babalıktan çok, eğitici ve öğretici yönüyle etkiledi hep bizi.
Fakat babamda ön plana çıkan şey; İslamu00ee şuur ve sevgi şuuruydu. Sanıyorum Allah ve Peygamberimize olan sevgisi, bize olan sevgisini de kat kat fazlalaştırdı. Bize olan ilgisi sadece evlat sevgisi gibi değil, evlatlarının ahirette sıkıntı görmemesi şeklinde de hayatımıza yansıdı. Onu öyle anladı ve öyle uygulattı bize. Hayatı çok sadeydi. Güler yüzlü ve merhametliydi. Önüne gelen herkese tebessüm ederdi.
Daha sonra Hz. Peygamberin hayatını okuduğumda gördüm ki; Hz. Peygamberin izdüşümünü takip etmeye çalışan bir muhibbi, bir divane, sanki öyleydi. Hakikaten Resulü Ekrem'i adım adım takip etmeye çalıştı. Müthiş bir birikimi vardı. Dört mezhebi karşılaştırmalı olarak bilirdi. Usullere çok hakimdi. Fakat fetva verirken takvayı esas alırdı. Ruhsatı değil, azimeti esas alırdı. Tasavvufun kamil bir insanda görmek istediği şeyi, adı konmamış şekilde biz onun hayatında görürdük. Adı konmamıştı belki. Adını koymayı istemiyordu. Bazı şeyler onda sır halde kalıyordu. Mesela odasına çekilirdi, bizden uzak şekilde. Sabah namazından sonra odasına gittiğimizde seccadesinin ıslak olduğunu görürdük.
İbn-i Mace bitti, babam gitti
Babanızın İbn-i Mace'yi şerhederken yaşadığı ruh halinden bahseder misiniz?
Bizim mana literatürümüzde, keramet dediğimiz bir çok şeyi biz onda görüyorduk. Mesela bir örnek anlatayım. Hadis çalışırken kitaplarını salona koyar ve gider odasında yatardı. Sırf geceleyin teheccüde kalkmak için.
Annem anlatıyor: 'Gece bir ihtiyaç için kalktım. Baktım ki, salonun ışığı açık. Salona girdiğimde 'Seyda hala yatmadın mı?' dedim. Saat sabahın 3-4 civarı. Baktım ki, kitabının başında birisi oturuyor. Babana benziyor, fakat baban değil. Bana baktı gülümsedi.'
Annem bunu görünce bağırarak kaçıyor. Annemin bağırmasıyla hepimiz uyandık. Babam rahmetli odasından çıktı. 'Hatun ne oldu?' dedi. Annem cevaben: 'Hem oradasın, hem buradasın!' Bunun üzerine babam anneme: 'Sus, sus' dedi. Bu halleri çok vardı. İbn-i Mace'yi şerhederken tereddütü olduğunda lügatlere bakar, ama kalbi mutmain değilse istihareye yatardı. Ve gece geç saatlerde kalkar yazardı.
Son hadis sözünü bitirdiğinde, baktık babam hüngür hüngür ağlıyor. Neden ağladığını annemize sorduğumuzda: 'Babanız diyor ki; 'Hanım şimdi ben ne yapacağım? Çünkü ben her gece Hz. Rasulullah (sav) ile beraberdim. Şimdi nasıl ağlamayayım?' diye hüzün gözyaşları döküyordu' cevabını veriyordu. Ben o muhabbetin boş olmadığı kanaatindeyim.
Resulullah'a dilekçe veren adam
25 Mayıs 1995 tarihinde Türkiye'ye dönmek için Medine havaalanına giderken durmadan Ravza-ı Mutahhara'ya bakan ve sonunda 'Sevgililer Sevgilisi'ne kavuşan babanız Haydar Hocaefendi'nin hayata gözlerini yummadan önceki halleri de çok ilginç...
Bir gün İbn-i Mace'yi şerhederken ona ben katiplik yapıyordum. O esnada çok ilginç bir hadisle karşılaştım. 'Kimin gücü yetiyorsa Medine'de ölsün. Çünkü ben Medine'de ölene mutlaka şehadet edeceğim' diyordu, hadis-i şerifte Hz. Peygamber.
Babama, 'Nasıl ölsün?' diye sorduğumda: 'Oğlum, Allah-u00fb alem insan hastalanırsa oradan çıkmasın, orada ölsün' dedi. Babamızın bize müthiş bir sevgisi vardı. Ama Resulullah'ın sevgisi daha ağır bastı. Bazı insan lütuf kapılarını zorlar ya, lütuf böyle tecelli eder mi, diye. Ben onu hep Medine konusunda öyle gördüm.
İlginç bir örnek aktarayım. Vefatından önce bir şey yazmış. Ben o sırada Almanya'daydım. Daha önce defalarca Hacca gitmesine rağmen beni vekil tayin etmişti. Vaazında 'Ben Rasulullah'a dilekçe verdim. Geçen senelerde kabul etmedi, bu sene inşaallah kabul eder' sözleri çok manidardır.
'İstikametinize dikkat edin'
Biz kendisini ağabeyimle Hicaz'a yolcu etmeye gittiğimizde ilginç bir hadise gelişti. Biz büyüdükten sonra bizi hiç öpmeyen babamız, elini başımıza sürer, 'namazınıza dikkat edin' derdi. Bu defa elini öptüğümüzde, ağabeyim ve benim yanaklarımdan öptü. Dedi ki: 'İstikametinize dikkat edin.'
Babanız neden Türkiye'ye getirilmedi de, Medine'de Hz. Osman'ın hemen yanıbaşındaki Cennet'ül Baki'ye defnedildi?
Bu hususta bize çok şeyler anlatıldı. Ama musellem, doğrulanmış şeyler olmadığı için bunları anlatmıyorum. Ama şu mesele gayet sahih. Yanındaki doktor anlatıyor:
'Oturduk, herkes uçağa alınıyor. Ama hocam kalkmıyor yerinden. Hocam kalkalım, dediğimde; 'kalkarız, acele etme' dedi. Bir müddet sonra 'gel abdest alalım' dedi. Abdest aldık. Daha sonra oturduk. Dalgındı. Ama rahatsızlık alameti yoktu. Bir ara dedim ki: 'Hocam kaç defa Hacca gittiniz?' Bana döndü dedi ki: 'Bundan sonra sayılmaz'. Ve birden sağ tarafa döndü birini görmüş gibi. Ondan sonra uzandı oraya. Ben figan edince, çevredekiler geldiler. Bu arada uçak da yarım saat gecikmişti. Fakat bütün araştırmalara rağmen pasaportu bulunamadı. Pasaportu bulunamayınca uçak onsuz hareket etti. Uçağın hareketinden kısa bir süre sonra tekrar bakıldığında ise pasaportu gömleğinin içinden çıktı.' Yani orada gösterilmedi onlara. Orada kalsın diye. Ve Hz. Osman'ın yanıbaşına, Cennet'ül Baki'ye defnedildi. (devam edecek)
PEYGAMBERLERİN MESLEKLERİ
Başkalarına muhtaç olmamak için çalışmanın farz olduğu dinimizde, Allah-u00fb Teala(cc) dünyalık işlerimizi görmek için çalışmayı sebep kılmıştır. Önemli olan çalışırken ahireti ve ölümü unutmadan dünyalık hırslarımızın peşine takılıp haddi aşmadan çalışabilmektir. Peygamberlerde elbette dünyalıkları için sebeplere yapışıp çalışmışlardır. Hatta çalıştıkları işlerin de piri olmuşlardır. İşte Peygamberlerin meslekleri :
l Hz. Adem sofi, ekinci idi. l Hz. Şit hallac idi. l Hz. İdris yazıcı, terzi idi. l Hz. Nuh neccar (marangoz) idi. l Hz. Hud tüccar idi. l Hz. Salih deveci idi. l Hz. İbrahim Haleb'de sütçü idi. Sonra Cenab-ı Hakk'ın emriyle Kabe-i Mükerreme'yi yapmaya memur oldu. l Hz. İsmail avcı idi. l Hz. İshak çoban idi. l Hz. Yakub Salih kimse idi. l Hz. Yusuf sabah akşamı bilmek için zindanda saat yapardı. Sonra Melik oldu. l Hz. Eyyüb sabırlı idi. l Hz. Şuayb abid (ibadet eden) idi. l Hz. Musa çoban idi. l Hz. Harun vezir idi. l Hz. Zülkif ekmekçi idi. l Hz. Lu00fbt cihan tarihçisi idi. l Hz. Üzeyr bağcı idi. l Hz. İsmail tercüman idi. l Hz. İlyas dokumacı idi. l Hz. Davud cenk aleti için cebe yapardı. l Hz. Süleyman hurma yaprağından zenbil yapardı. Halife ve Emir idi. l Hz. Zekeriya zahid idi. l Hz. Ermiya cerrah idi. l Hz. Danyal remilci idi. l Hz. Lokman doktor idi. l Hz. Yunus balık avcısı idi. l Hz. İsa marangozdu.
Sonra nebilerin sonuncusu Muhammed Mustafa (S.A.V) Efendimiz gelip Hatice-i Kübra'nın parasıyla Şam yakınında Busra şehrine ve başka şehirlere varıp ticaret yaparlardı. Ve Allah uğruna cihad yapan idi ki, 'İman edip hicret eden ve Allah yolunda cihad edenler ve (muhacirleri) barındırıp (onlara) yardım edenler var ya; işte onlar gerçek mü'minlerdir. Onlar için bir bağışlanma ve bol bir rızık vardır' (Enfal, 74) ayet-i kerimesi gereğince gaza ederlerdi. Bizzat kendileri yirmi sekiz gaza etmişlerdir.
Asr-ı Saadet İkliminden
PEYGAMBERE İLK İMAN EDENLER
HZ. ALİ / Ebu00fb Talib, Hz. Muhammed (sav)'i, 8 yaşından 25 yaşına kadar evinde barındırmış, onu öz çocuklarından daha çok sevmişti. Evliliğinden sonra Hz. Muhammed (sav), eşi Hz. Hatice'nin evine geçmiş ve maddu00ee bakımdan refaha kavuşmuştu. (Duha Su00fbresi, 8) Ebu00fb Talib'in ailesi ise pek kalabalıktı. Peygamberimiz (sav) amcasının sıkıntısının biraz azalması için 5 yaşından itibaren Ali'yi yanına almıştı. Bu yüzden Ali, Hz. Peygamber (sav)'in yanında kalıyordu. (Abbas da aynı maksatla Cafer'i yanına almıştı.) Hz. Ali, Peygamberimiz (sav) ile Hz. Hatice'yi namaz kılarken görünce, bunun ne olduğunu sordu. Peygamber Efendimiz, ona Müslümanlığı anlattı. O da Müslümanlığı kabul etti. Bu esnada Hz. Ali henüz on yaşlarında bir çocuktu.
EN SAMİMİ DOST HZ. EBU BEKİR
Hz. Muhammed (sav)'in yakın ve en samu00eemi dostu olan Ebu00fb Kuhafe oğlu Ebu00fb Bekir, Kureyş kabu00eelesi'nin Teymoğulları kolundandır. Baba ve anne tarafından soyu, Hz. Peygamber (sav)'in soyu ile Mürre'de birleşir. Hz. Ebu00fb Bekir(ra)'in Mekke'de Kureyş arasında büyük bir itibarı vardı. Zengin ve dürüst bir tüccardı. Aralarındaki güven ve samimiyet sebebiyle, Peygamberimiz (sav) ailesi dışındakilerden ilk olarak Hz. Ebu00fb Bekir'i İslam'a davet etti. Hz. Ebu00fb Bekir bu daveti tereddütsüz kabul etti. Esasen, cahiliyet devrinde bile putlara hiç tapmamış, ağzına bir yudum içki koymamıştı. Hz. Ebu00fb Bekir'in Müslüman olmasıyla, Peygamberimiz (sav) büyük bir desteğe kavuştu. Onun gayret ve delaletiyle, Mekke'nin önemli şahsiyetlerinden Affan oğlu Osman, Avf oğlu Abdurrahman, Ebu00fb Vakkas oğlu Sa'd, Avvam oğlu Zübeyr, Ubeydullah oğlu Talha da Müslümanlığı kabul ettiler. Hz. Hatice'den sonra Müslüman olan bu 8 zata 'İlk Müslümanlar' (Sabıku00fbn-i İslam) denilir.
Esma-ül Hüsna
EL-KADİR: İstediğini,istediği gibi yaratmaya muktedir olan.
EL-MUKDEDİR: Kuvvet ve kudret sahipleri üzerinde dilediği gibi tasarruf eden.
EL-MUKADDİM: İstediğini öne getiren, öne alan.
EL- MUAHHİR: İstediğini geri koyan, arkaya bırakan.
Fıkıh Penceresi - DOÇ. DR. MUSTAFA TEKİN
Sahura kalkmak niyet yerine geçer mi?
- Evet, bir kişi sahura oruç tutma niyeti ile kalkarsa, sahuru yapması niyet yerine geçerlidir.
Bir kişi önce oruç için geceleyin niyet eder, fakat daha sonra vazgeçerse durumu ne olur?
-Şayet önce oruç için niyet edip fecr doğmadan önce vazgeçerse bu caizdir. Fakat daha sonra niyetinden vazgeçmek olmaz.
Ramazan ayında daha önceki oruçların kazası yapılır mı?
- Kişi öncelikle içinde bulunduğu Ramazan ayının farz oruçlarını tutmalıdır. Bu ayda diğer borç ve nafile oruçlar tutulmaz.
Oruç için her gün ayrı niyet gerekir mi?
- Evet, her oruç tutulan gün ayrı bir ibadet olduğundan dolayı, her gün için ayrı niyet getirmek gerekir. Bu niyetler, bir anlamda bir ibadet olarak orucun farkındalığını da sağlayan unsurlardır.
Doktorunuzdan Tavsiyeler - PROF. DR. SEFA SAYGILI
Oruç insanlığa çağrıdır
Çağımızda ruhun hakimiyeti insan üzerinde zayıflamış, artık insanı beden ve nefs yönetmeye başlamıştır. Zevk ve tad gibi nefsin istekleri bu durumda, yeme ağırlıktadır.
Aklın, sağlığın, tıbbın ve şeriatın bütün sınırları çiğnenip hoş olmayan yeni yollar ortaya çıkar. Daha lezzetli, daha zevke hitap eden yiyecek ve içecekler icad edilir. Sonra da hazmedici ilaçlar, acıktırıcı içecekler kullanılmaya başlar. Böylelikle daha çok yensin ve yenilenler kolayca sindirilsin istenir.
Giderek hayat mutfakla tuvalet arasında geçmeye başlar. Yeme içme isteğinden başka şeylere istek azalır. Semirmek, keyf çatmak ve dünyadan haz almak duygusunun dışında her duygu körelmiştir. Daha çok yiyebilmek için daha çok kazanmak hedef haline gelir ve daha çok kazanabilmek için yenir.
İşte oruç bu kısır döngüye, bu kişiyi insanlıktan çıkarıp hayvanlara ben zeten bu yaklaşıma bir dur deyiştir.
Oruç insan olmadır, insanla hayvanın farkıdır. Zaten hayvanlar oruç tutmaz.