Bir neslin büyük yarası: 28 Şubat

Başörtülü oldukları gerekçisiyle terörist muamelesi gören, görevlerinden ve okullarından atılan, en verimli yıllarını yasaklara kurban veren 28 Şubat mağdurlarının yaşadıkları hala zihinlerinde bir yara. Tek tesellileri yasakların kalkması ve mesleklerine geri dönebilmiş olmaları.

HABER: ÖZLEM DOĞAN

‘Bin yıl sürecek’ denilen 28 Şubat’, aslında muhafazakârların hayatına indirilmiş bir darbeydi. Büyük hayallerle kazandıkları okullarından atılan başörtülü öğrenciler, görevinin başındayken terörist muamelesi gören doktorlar, öğretmenler ve daha nice kadınımız o dönemde, sarsıntısı yıllarca sürecek travmalar yaşadılar. Bir erkeğin sakal şekli, bir kadının başörtüsü veya kişilerin namaz kılıyor olması fişlenmesi ve adeta tüm alanlardan sürülmesine yetiyordu. İşte o karanlık günler AK Parti’nin döneminde yasakların kalkmasıyla son buldu. O zamanları hasarla atlatan ve okuma hakkı elinden alınanlar, aradan geçen 22 yıla rağmen olanları unutamıyor. 28 Şubat postmodern darbesinin yıldönmünde darbenin mağdurları yaşadıklarını Milat’a anlattı.

Nebahat Doğru / 47 yaşında

Her şey, stajyer öğretmen yemin törenine perde arkasından iştirak etmem konusunda zorlamalarıyla başladı. ‘Başın kapalı olarak bu şekilde sahneye çıkamazsın’ dediler. 1998 yılına kadar ben ve başörtülü arkadaşlarım sürekli ikinci sınıf insan muamelesi gördük. Yapılan bütün programlarda, etkinliklerde eğitim verdiğimiz çocuklara bizim yerimize başı açık velilerimiz rehberlik etti. Bizi hep yok saydılar.

1998’de zulüm zirve yaptı

Sürekli göz hapsinde tutuluyordum. Örtü takabilmek için kel raporu alabilmek adına saçlarımı kazıttım. Baskılara dayanamayınca tayin isteyip ailemle birlikte Alanya’ya gittik. 28 Şubat süreci devam ettiği için çantamda peruk taşıyordum çünkü şikâyet söz konusu olursa bize çok iyi davranan idareci kadrosunu zorda bırakmayacağıma söz vermiştim. Ama bir bayan öğretmen beni her gün ‘Okulda başörtülü öğretmen var, gereğini yapın’ diyerek Antalya’daki mercilere şikâyet ediyormuş.

Gazeteciler beni pusuda bekliyordu

Bir gün arkadaşlar aradı, “Nebahat Hocam hazırlıklı gel, pusuya yatmış okula başörtülü girişini fotoğraflamak için seni gazeteciler bekliyorlar” dediler. Peruğumu eşarbımın üzerine taktım ve okulun bahçesine girdim. Biraz sonra müfettiş geldi. Çocukları tek tek tahtaya çıkarıp karşılarında lise öğrencisi varmış gibi çocukları sorguya çektiler. Bu davranış bana hakaretti, öğrencilerime zulümdü. O günden sonra okulda peruk takmaya başladım. Bunun neresi adalet neresi hakkaniyetti? Daha fazla dayamayıp 2 Kasım 2000 yılında görevimden istifa ettim. Suçum başörtülü olmaktı.

Hayallerimi, yıllarımı çaldılar

Hayaller kurup okuduğumuz yıllar ve örtüm yüzünden baskıya maruz kalarak çalıştığım dokuz sene sonunda tekrar geri dönme ümidiyle çok sevdiğim mesleğimi bırakmak zorunda kaldım. 2013-2014 yılında 28 Şubat'ta istifa eden öğretmenlerin göreve tekrar iade edileceğini duyar duymaz müracaat ettim. Şu an örtümle çalışıyorum, mutluyum. Geçmişi sadece acılarla hatırlıyorum. Müslümanca yaşayanlara yapılan bu zulmü kendi çocuklarım hiçbir zaman yaşamasın diye duaya devam ediyorum.

Kızlarıma basında yayınlanan 28 Şubat mağdurları ile haberleri videoları dinletiyorum. Gençliğimiz o dönem yaşananları bilmiyor. Eğitim yaşantılarına örtü ile devam edebilmek büyük bir şans. Onlara bunu anlatıyorum.

Adile Özaşkın / 50 Yaşında

1989 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türkoloji bölümünü bitirdim. Eyüp İmam Hatip Lisesi'nde öğretmen olarak görev yaptığım yıllarda insanlığa yakışmayan muamelelerle karşılaştım. Okulumuz lise olduğu halde ilköğretim müfettişlerince teftiş edildi. İfadeye imza atmak istemediğimde tüm öğretmenlerin içinde aşağılanarak mobing uyguladılar. Sınıf öğretmeni olduğumuz sınıflardaki kız öğrencilerin milli güvenlik dersinde başlarını açmaları yönünde onları ikna etmemiz istendi. Kabul edemeyeceğimi söylediğimde ise hakarete uğradım.

Belindeki silahla tehdit etti

Bir gün iki öğretmenle birlikte ikna odası diyebileceğimiz bir odada müdür ve müdür yardımcısı beni sözlü ifadeye çağırıp pardüse giymeye devam edip etmeyeceğimi sordu. İstedikleri cevabı vermeyince de belindeki silahı gösterip gözdağı vermeye çalıştı. Aralık 2001’de öğretmenlik görevimden "huzuru bozmak" gerekçesi ile alındım. O günlerle bugünleri kıyasladığımda onca şey niye yaşandı anlam veremiyorum. Ciddi anlamda terapi gerektiren durumlara maruz kaldık. Yaralarımız hâlâ kanıyor. Gençler geçmişte bizim yaşadıklarımızı bilmeliler ki gelecekte benzer sorunlar yaşamasınlar. Biz biraz da onlar için bu mücadeleyi verdik. Onlar da bu mirası korusunlar.

Şerife Kaya / 51 yaşında

28 Şubat sürecinde Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Mikrobiyoloji Anabilim Dalı’nda laborant olarak çalışıyordum. Memuriyetimin 11. yılında 7 Nisan 1997’de hakkımda ilk soruşturma açıldı. Öncesinde kurumlardan bünyesinde çalışan başörtülülerin listesi istenmiş. İlk pilot bölgesi de sanırım Cerrahpaşa’ydı. Kış birden bire gelmez; üç sene öncesinde ilk önce ebelik bölümündeki öğrencilere başörtü yasağı gelmişti.

Tecavüzcüler affedildi, biz affedilmedik

Bizi başörtülü olduğumuz için terör suçundan yargıladılar. Oysa işinden evine gidip gelen ve hiçbir eyleme, suça bulaşmamış insanlardık. Hukuki hiçbir dayanağı olmayan yönetmelikten ötürü işlerimizden atıldık. Sağlık alanında eğitimimiz olmasına rağmen beni sürgüne Orman Fakültesine, yetmedi Gökçeada’ya gönderdiler. İhraç kararlarının çıktığı 1999’dan sonra 8 yıl işimden uzaklaştırıldım. Rahşan affıyla hırsızlar, tecavüzcüler bile affedildi ama başörtülü çalışmaya af gelmedi. 28 Şubat’ın sorumluları örtümüzün ardına gizlenerek devleti, milletin cebini soydu. Bizim emeklerimizi de çalıp kanımızdan beslendiler. AK Parti kanayan yarayı durdurmak için birçok çalışma yaptı. 2012’de açıktan atamayla başvuruda bulunduktan sonra yeniden göreve başladım. Bu imkâna kavuşabildiğimiz için şükrediyorum. Mağdurlar olarak AK-DER’de bir araya geldik, çalışmalar yapıyoruz. Mağdurlarının üzerindeki etki değerlendirmesini gösteren anket hazırladık.

D.B / 43 yaşında

28 Şubat sürecinde Erzurum Atatürk Üniversitesi Kazım Karabekir Eğitim Fakültesi Sınıf Öğretmenliği Bölümünde son sınıf öğrencisiydim. Okulun son zamanlarında özellikle stajda zorluklar yaşadım. Staj yaptığım okulun müdürü özellikle öğlen saatlerinde okula gelip keşif ve teftiş yapan rütbeli asker eşlerinden köşe bucak saklanmamızı, sıradan bir veli gibi davranmamızı istiyordu. Grupta tek kapalı olduğum için uzak tutulmam kolay oluyordu. Diplomamı alıp İstanbul’a tayin olunca sevinemedim bile. Ailemden uzakta, bir de Gebze’de çalışan ve çok sıkıntı çeken ablam gibi beni de başörtüsü ile ilgili bir tercih yapmaya zorlarlarsa ne yaparım diyordum. Babam en başından " Gitme sen de ablan gibi istifa etmek zorunda kalırsın, geri gelirsin " dedi. Ben " Baba ne olur izin ver gideyim, söz geri gelmem dedim." Hala pişmanlık duyarım bu söz için.

Bölücü terörist muamelesi gördüm

14 Ekim 1998’de İstanbul Bağcılar’da iştiyakla başladığım görevime her gün üç vasıta ile ve binbir korku ile gidiyordum. ‘Bugün de geçti, bugün de şükür’ diye diye Kasım ayına ancak gelebildim. Her gün imza, dilekçe ile uyarı, kınama, ceza ile idareye veya ilçeye gönderiliyordum. Nasihatler, tehditler, aşağılamalar, rapor almalar ile Aralık ayında çok sevdiğim sınıfımdan alıp beni idarede sekreter gibi çalıştırdılar. Çok geçmeden de ilçe milli eğitim müdürünün hala tüylerimi ürperten ve bana bölücü teröristmişim gibi hissettiren konuşmasından sonra okula dönüp istifamı yazdım.

Fırsattan istifade emeğimizi sömürdüler

Bir ay sonra özel bir dershaneden söz aldım. Onu da başvurumdan dolayı üzülüp beni bir tanıdığına yollayan bir işveren ayarlamıştı. İstifam ile okula iade ettiğim 180 lira olan maaşımın yerine kırk saat derse karşılık 50 lira aldığım dershaneye sevinçle başladım. Sigortasız, yemeksiz, yol parası karşılığında neredeyse iki yıl çalıştım. Bize tecrübe kazandırdıkları için para vermeye gerek görmeyen işverenlerimiz sözleşme zamanı büyük bir lütufla elli lira, otuz lira zam da yapıp şöyle söylüyorlardı. "Size zaten kimse iş vermez ki, evde oturacağınıza çalışın bu paraya işte.” Elim mecburdu. Sözüm vardı. Mesleğimi seviyordum. Çocuklar ve işim benim için vazgeçilmezdi. Öyle yaptım. 2014’te resmi olarak yeniden MEB personeli olana kadar normal bir öğretmenin 10 katı çalıştım.

Şimdi çok mutluyum, özgürüm

Şimdi peruğa, başka bir kıyafete başka bir kıyafete zorlamadan çalışmak çok güzel çok mutluyum diyemiyorum çünkü zaten olması gereken, insani olan buydu. Sadece şimdi bunun hikâyesine bile inanmakta zorlanan çocuklarımız böyle şeylerle karşılaşmaz bir daha inşallah diye dua ediyorum. Şu anda çok özlediğim, sevdiğim bir devlet okulunda özel okul öğrencilerine değil ülkemin herhangi bir mahallesindeki çocukları bu ülke için en güzel şekilde yetiştirmeye çalışıyorum. Bunun hayalini bile kuramazken şimdi mümkün olması çok değerli, çok güzel.

Hatice Güçtekin / 41 yaşında

Kocaeli Üniversitesi Kimya bölümü 3. Sınıf öğrencisiyken zorluklar yaşadım. Başımı açmadığım ve sınıftan çıkmadığım için öğretmen diğer öğrencileri alıp kendisi çıkıyordu. Laboratuvara da almıyorlardı. Bu yüzden okulu bırakmak zorunda kaldım. Ben de Azerbaycan Bakü’de eğitimimi tamamladım. Bu seferde denklik sorunu yaşadım. YÖK yıllarca diplomamızı vermedi. Ancak sekiz yıl sonra denkliğimi alabildim, çünkü YÖK’ün başkanı değişmişti. Formasyonda da aynı şeyleri yaşadım. Bu kayıp yıllarda mesleğimi yapamadım. Oysa benimle başlayanlar çoktan tecrübeli birer öğretmen olmuşlardı. Ama ben başörtülü olduğum için öğretmenlikten uzaklaştırıldım.