(Recep Yenidağ)
Fethullahçıların 17 Aralık'ta sahneye koydukları operasyon şu satırların kaleme alındığı sıralarda giderek yeni boyutlar kazanıyor. Bu son hadiselerin Fethullah Gülen ve cemaatine yönelik olarak toplumumuzda kısmi bir uyanışa sebep olduğu inkar edilemez. Ancak gerek Fethullah Gülen, gerekse onun cemaati hakkında özellikle dindar kesimin net veya yeterli bir görüşe ulaştığını söylemek zor. Bunun birçok nedeni var ve bu nedenler ayrı bir inceleme konusudur. Biz burada sadece bu nedenlerden özellikle ikisinin, dindar kesimin örgüte hüsnüzanla yaklaşması ve entelektüel tembellik olduğunu vurgulayalım. Özellikle bu ikincisi önemlidir. Bir bakıma Fethullah Gülen ve cemaati hakkında ciddi entelektüel çalışmaların olmaması bugün karşılaştığımız hadiselere hazırlıksız yakalandığımız izlenimini uyandırıyor. Bunun bir sonucu olarak da, "Cemaat denen bu örgütlü yapı nedir?", "Fethullah Gülen kimdir?", "Fethullah Gülen ve cemaati arasında, ilkinin ikincisini belirleyiciliği anlamında nasıl bir ilişki vardır?" türündeki sorulara hala birbirlerinden çok farklı ve bazen çelişik cevaplar verilmektedir.
Biz bu yazımızda bu yapının anlaşılmasına küçük bir katkı sağlamak gayesiyle bu sorulardan farklı bir perspektiften bakmayı deneyeceğiz ve Fethullahçılığın bir kült olduğu varsayımından hareket edeceğiz. Gerçekten de Fethullahçılık, hedef, yöntem ve örgüt yapısındaki farklılıklar mahfuz kalmak kaydıyla kültlerle pek çok benzerlikler göstermektedir. Katolik dünyasında ortaya çıkan Opus Dei veya Hassan Sabbah'ın Haşşaşileri bu tür dini örgütlere örnek olarak verilebilir. Bilindiği gibi kült terimi aşırı veya sapkın dini grup, örgüt, fırka veya mezhepleri nitelemekte kullanılagelmiştir. Bu örgütler, otoriter ve karizmatik bir liderin rehberliğinde, genellikle hiyerarşik bir şekilde örgütlenirler ve faaliyetleri toplumun geneline az ya da çok alışılmadık gelir. Batıda bu tür gizli cemiyetler çok eskiden beri var olagelmiştir. Bugün bile Amerika'da üye sayıları 3-5 kişiden Scientology türü yüz binlerce kişiye ulaşan irili ufaklı 5000 adet kült olduğu söylenmektedir. Coğrafyanın bu tarafında, İslam dünyasında da bu tür dinsel görünümlü gizli maksatlı örgütler daha az sayıda olmakla birlikte hep olagelmiştir. 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Nurul-Arabi'nin liderliğini yaptığı tasavvufi görünümlü örgüt bunlardan biriydi ve devletin üst kademelerinde örgütlenmeyi tercih eden bir cemiyetti. Nurul-Arabi'nin valiler, yüksek rütbeli subaylar gibi eğitimlilerden oluşan öğrencileri bir dereceye kadar Osmanlı siyaset dünyasında etkili olmuştu. Her gece sahip olduğu televizyon kanalından, cazip kadınlarla liderinin mesiyanik propagandasını yapan şu çılgın yapılanma da farklı örgütleniş ve ideolojiye sahip olmakla birlikte, günümüz Türkiyesinden kült benzeri yapılanmalara verilebilecek diğer bir örnektir.
Dünyanın her yerinde bu tür gizli maksatlı, lidere tapınma derecesinde bağlılığı şart koşan örgütler samimi insanların suiistimal edilen inançları üzerinde yükselmiştir. Bu nedenle örgütlü Fethullahçılık hakkında söyleneceklerin bu organize yapıya sırf saffetlerinden dolayı sempati duyan tabandaki dindar insanlara karşı suizan etmeyi gerektirmediği hemen belirtilmelidir. Şu bir gerçektir ki Fethullahçılığın yansız ve önyargısız olarak ne olduğunun net olarak ortaya konması belki de en çok bu insanlarda bir intibaha neden olacaktır. Dolayısıyla bizim bu yazımızda cemaat veya örgütten bahsederken o hiyerarşi üçgeninin tabanında yer alan bu sempatizanları esas almadığımız izahtan vareste olmalıdır. Sempatizanlar, toplumda meslekleri veya konumları itibariyle seçkin bir mevkide bulunsalar bile cemaatin hiyerarşik yapısı içinde yer almayabilirler. Böyle bakılınca, başarılı bir işadamı, üst düzey bir akademisyen veya bürokratın örgüt yapısı içinde ille de operasyonel bir mevkide bulunmak zorunda olmayacağı anlaşılır. Elbette bu, o pozisyonlarda böyle seçkin kişilerin olmayacağı anlamına da gelmez. Bizim örgütlü yapı olarak gördüğümüz, o tabanı yönetenler ile yönetenleri yönetenler şeklinde üçgenin üst kısımlarına doğru gidildikçe güçleri ve etkinlikleri artan, buna karşın sayıları azalan, bağlantıları ve ittifakları da belirsizleşen üst kısımlardır. Ağabeylik, imamlık gibi hiyerarşik sorumlulukların olduğu bir yapıda lidere yaklaştıkça önemleri artan başka mevki ve pozisyonların (diyelim büyük ağabeylikler ve büyük imamlıklar) olmadığını düşünmek makul değildir. Bizim Fethullahçı kült derken kastettiğimiz de o örgütlü yapılanmadır ve son olayların arkasında da ticaretten bankacılığa, medyadan akademiye oradan, emniyet ve adliyeye ve hatta orduya kadar birçok alanda, gizlilik prensibi altında örgütlendiği söylenen bu yapı bulunmaktadır.
Toplumda derin sarsıntılar yaratabilecek kadar güçlü bir örgütün samimi dindarlardan oluştuğunu varsaymak ve olan biteni cemaatin arasında sızmış yabancı güdümlü bir hücrenin marifetine bağlamak, en azından gerçeğin bir kısmını görmek anlamına gelmektedir. (Örneğin Abdurrahman Dilipak, Vakit'teki köşesinde birkaç gün cemaat içindeki bir hücreden söz etti. Ona göre yabancı unsurlar Türkiye'ye yönelik operasyonları, dün BÇG, Ergenekon, Balyoz üzerinden, bugün cemaat içindeki bir hücre üzerinden yapmaya çalışıyorlaru2026) Fakat en iyi ihtimalle gerçeğin ancak bir kısmıyla ilgili olabilecek bu tarz görüşler, cemaatin örneğin medya alanında, kendisine yakın şu veya bu medya kuruluşundan hiçbirini geride bırakmadan nasıl olup da topyeku00fbn olarak hükümete karşı harekete geçirebildiğini izah edemez. Özgür düşüncenin olduğu, reylere saygı duyulan dini bir atmosferde bir kurumlar bütünü içinde de olsa farklı bir görüş seslendirilmez mi? Fakat daha da önemli ve öğretici soru şudur: Örgütün adliye ve emniyetteki elemanlarının şu son çılgın eylemlerini hangi dış güç örgütleyebilir? Hangi yabancı devlet unsuru, örgütün buralardaki unsurlarını Başbakana kelepçe takmayı hedefleyecek kadar Hasan Sabbah'ın fedailerine yakışacak tarzda, gözü karalık ve cesaret gerektirecek çılgın hedefler gerçekleştirmek yolunda mobilize edebilir? Edemez. Bu eylem tarzı ancak bunu gerçekleştirecek örgütün bir kült olabileceği ihtimaliyle izah edilebilir.
Bizim bu yazımızda esas olarak üzerinde duracağımız temel tez şudur: Fethullahçılık kültünü anlamanın yolu, kült liderinin şahsiyetini tanımaktan geçer. Bu aslında tüm kültleri anlamak için de elverişli bir yöntemdir. Her kült lideri gibi, Fethullah Gülen de son zamanlarda ne ad alırsa alsın veya nasıl anılmak isterse istesin, toplum nezdinde Fethullahçılık olarak bilinen; tesis etmek için ömrünü harcadığı; ticari, siyasi ve sosyal örgütlenme boyutları da olan bu dinsel kültün mimarı, alfası ve omegası, başı ve sonudur; kısacası her şeyidir. Biz onun bazı kişilik özelliklerinin kurduğu örgüte nüfuz ettiğini, o örgütün temel özelliklerini belirlediğini düşünüyoruz. Bu düşüncemiz, bu örgütün anlaşılması için liderin kişilik özelikleri üzerinde durmayı veya onları tespit etmeyi gerektiriyor. Bu yazıda çok kısa da olsa bunu yapmaya çalışacağız. Göstermeye çalışacağız ki örgütün başından günümüze kadarki tüm evrilmeleri, dini veya siyasi tüm politikaları, tüm angajmanları Fethullah Gülen'in bu kişilik özellikleriyle ilgilidir; o özelliklerin damgasını taşımaktadır. Dolayısıyla bir kült lideri olarak Fethullah Gülen'in şahsiyetine yoğunlaşmak onun örgütünün anlaşılması açısından hem çok yararlı hem kaçınılmaz bir iş olarak ortaya çıkmaktadır. Öte yandan Fethullahçılık kültünün bu şekilde analiz edilmesi, ortaya çıkacak yeni kültlere karşı bugünden uyanık olmamız yolunda atılmış bir adım olacaktır.
Biz burada önce Fethullah Gülen'in örgütü üzerinde etkili olduğunu düşündüğümüz kişilik özelliklerini tespit edeceğiz. Ardından tüm dünyada psikiyatri mesleğinin temel başvuru kaynaklarından yararlanarak bunların ne anlama gelebileceği sorusuna cevap sadedinde onunaşırı davranışlarının histrionik kişilik denen psikolojik bir düzensizliğe çok benzediğini ve örgütün de gerek politikalar açısından kurumsal düzeyde gerekse liderle benzer davranışlar sergilemek bakımından kişisel düzeyde aynı özellikleri taşıdığını söyleyeceğiz. Nihayet, örgüt hakkında "yabancı servisler" vb. dahil, bu yapının geçmişte şaşkınlık yaratan bazı temayülleri, eylem ve politikalarını da izah etmeye çalışacak olan teorik bir "büyük" resmin olmazsa olmaz iki unsuru olarak "kült" ve "kült lideri" kavramlarının altını çizeceğiz. Ancak olgulardan/hadiselerden hareketle oluşturulacak olan böyle bir "büyük resim"in sorularımıza izahlar bulma ihtiyacını tatmin edeceğine inanıyoruz. İleride oluşturulmasını dilediğimiz bu "Resim" nüanslar bakımından elbette eksik olabilir fakat yeni sorular sorarak gerçeğe daha da yaklaşma yolunda atılan ilk adım olacaktır.
Fethullah Gülen'in Beddua Videosu
Bu videonun Fethullah Gülen'in şahsiyetine ilişkin yapılacak tespitler için iyi bir başlangıç noktası olduğunu düşünüyorum. Bir an için videoyu, işitsel içeriğini görmezden gelerek, yani sessiz olarak izlemeyi öneriyorum. Bu şekilde videonun sadece görüntüsüne yoğunlaşmak, Fethullah Gülen'in jestleri ve hareketlerindeki aşırılık ve abartıları daha da görünür kılacaktır. Biz bu ilginç görüntülerin, insanda adeta kendini rolüne kaptırmış bir tiyatro oyuncusu karşısında olduğu izlenimini uyandıracağından kendi hesabımıza kuşku duymuyoruz. Bu nedenle de bir başlangıç olarak Fethullah Gülen'in bu videodaki hareketlerinin teatral ve dramatik olduğunu söylemenin yanlış olmadığını düşünüyoruz. Bilindiği gibi bu terimler tiyatroya, oyuna özgü anlamlarına gelir ve oyun ve oynamak kavramlarıyla yakından ilgilidir. Fethullah Gülen'in zihnimize ağlayan, çığlık atan bazen bayılan, eli-kolu sürekli hareket eden coşkulu bir vaiz resmi nakşeden vaaz videolarının kahir ekseriyeti, bu tarz teatral ve dramatik görüntülerle doludur.
"Aşırılıklar" Fethullah Gülen'in teatralliğine "beddua videosu" çok çarpıcı bir örnek oluşturduğunu ve bunun sadece bu videoya has bir durum olmadığını söyledik. Gerçekten de internette Fethullah Gülen'in bu tarz coşkun hareketlerini, ara sıra bunlara eklenen baygınlıklarla birlikte gözlememize olanak sağlayan onlarca, belki yüzlerce görüntü bulmak mümkündür. Biz burada bir örnek olması bakımından mesela Youtube'a bizzat Fethullahçıların yüklediği 75 dakikalık [Fethullah Gülen: Hey Gidi Günler (24.03.1991 - İzmir Hisar Camii)]videosuna bakmayı salık veriyoruz. İzmir Hisar Camii kürsüsünde verdiği bir vaazdan oluşan bu videoda Fethullah Gülen'in aynı teatral jestlerle, cemaatin hıçkırıklar, çığlıklar ve ağlayışları arasında, coşku ve heyecandan küçük bir baygınlık geçirdiği de gözlenmektedir. (Fethullah Gülen'in halinin cemaatine sirayet ettiği anlaşılıyor, fakat bunun üzerinde burada durmayacağız.) Bu videodaki baygınlık hadisesi önemlidir çünkü bu olgu onun hayatında hem nadir değildir hem de Fethullah Gülen'in teatral olarak nitelendirdiğimiz coşkun yapısıyla tam bir uyum içindedir. Burada Kadir Mısıroğlu'nun Tarihten Günümüze Tahrif Hareketleri Cild III kitabından konumuzla ilgili bir alıntı yapmak istiyorum. Önemli bir belge niteliğindeki bu alıntı, Fethullah Gülen'in "beddua videosu"ndaki coşkun halete daha 1960lar kadar erken bir tarihte sahip olduğunu göstermesinin yanı sıra, bayılmalarının o zamanlarda da -hem de hayatını önemli denebilecek oranda etkileyecek kadar- şiddetli bir tarzda ortaya çıktığını göstermektedir. Fethullah Gülen'i askerlik yıllarından tanıdığı anlaşılan Hilmi Türkmen adlı tanık Kadir Mısıroğlu'na bu konuda şunları anlatmıştır: "Kadir Bey, sen Fethullah Gülen'i bir de benden dinlemelisin. Ben onu çok eskiden tanırım. Kendisi vaktiyle İskenderun'da askerlik yaparken ben de orada vaizdim. Bir gün benim bulunduğum bir camide vaaza çıktı ve orada millete Kuran-ı Kerimin kıymetini bilmedikleri yolunda nasihatte bulunurken o mukaddes kitabı "u2026siz işte böyle yaptınız!..." diyerek kürsüden atmış (bu vaka daha sonra Salihli'de de bir kere daha aynen cereyan etmiştir ki buna dair bir teyp kasedini dinlemişimdir ve cemaat arasında büyük bir galeyan husule gelmiştiu2026 Aradan yıllar geçti. Ben Manisa'da kurs müdürü idim. Zannediyorum 1965 veya 66 yıllarında idi. Bu gayet perişan bir vaziyette bana geldi. İstanbul'daki arkadaşlarının kendisini beş parasız sokağa attıklarını ve bundan dolayı da gayet sıkıntılı durumda bulunduğunu söyleyerek benden iş istedi. İskenderun'daki vaka dolayısıyla ihtiyatlı davrandım ve müftüye müracaatla o sırada izinli olan bir vaizin yerine onu vazifelendirmesini teminle bir deneme yapmak istedim. Bir gün vaaz ederken kürsüde düşüp bayıldı. Kendisini hastaneye kaldırdık. Doktorlar depresyon geçirdiğini söyleyerek onu Manisa'daki akıl hastanesine sevk ettiler. Burada bir-iki ay yattıktan sonra çıktıu2026" Daha sonra kalan kısmına tekrar döneceğimiz bu belgenin sıhhatine dair bir tespitte bulunmak gerekiyor burada. Anılan cemaate Kur'an fırlatma hadisesi bizzat Fethullah Gülen tarafından da tasdik edilmektedir. Fethullah Gülen, 1990 yılında İzmir Hisar Camii'nde, Kur'an'ı ilgi çekici bir benzetmeyle "yetim" olarak nitelendirdiği bir vaazında, o tarihten on yıl önce, demek ki 1980 yılında, yine kürsüde vaaz verirken Kur'an'ın elinden yuvarlanarak cami cemaatinin sinelerine çarptığını söylemektedir. Youtube'daki bir videoda bu vaazın konumuzla ilgili kısmını izlemek mümkündür [http://www.youtube.com/watch?v=oDNeoIcybXY].Buradaki görüntülerde garip ve ürkütücü çığlıklar atan bir topluluk karşısındaki Fethullah Gülen, "Beddua videosunun" o coşkulu teatral tarzıyla ve tabii ki gözyaşları içinde "Kuran ki onların arasında ama yetim. Canım çıksın. Yetim. Bir dünya onun dilini bilmiyor. [Kuran]Ağlıyor, bir dünya onun dilini bilmiyor. Üç asırdır yetim. Babası öldü Kuranın," dedikten sonra "O [Kuran]on sene evvel titreyen elimden yuvarlanıp aşağıya gitmişti. Bir hezeyan ve bir çılgınlıkla on sene evvel, o benim elimden fırlayıp sizin sinelerinize çarptı," demektedir. Fethullah Gülen'in bu ifadeleri Kadir Mısıroğlu'nun tanığı Hilmi Türkmen'in tanıklığını doğrulamaktadır. Fakat dahası var. Dikkat edilirse Hilmi Türkmen Kur'an atma hadisesinin İskenderun'da Fethullah Gülen'in askerlik döneminde vuku bulduğunu söylüyor. Yani 1960'lı yılların başlarında. Fethullah Gülen ise yukarıdaki videoda, ki 1990 yılında İzmir Hisar Camii'nde çekilmiştir, "O [Kuran]on sene evvel titreyen elimden yuvarlanıp aşağıya gitmişti," derken anılan hadisenin 1980'de veya o yıllar içinde gerçekleştiğini söylemektedir. Bu husus önemlidir çünkü iki ayrı tanıklık iki ayrı Kur'an yuvarlamahadisesinden söz etmektedir. Öte yandan Hilmi Türkmen, Fethullah Gülen'in sonradan Salihli'de de aynı şekilde Kur'an fırlattığını, buna dair bir teyp kaseti dinlediğini söylüyor. Hilmi Türkmen'in dinlediği teyp kaseti Fethullah Gülen'in 1980'deki hadisesiyle ilgili değilse eğer (öyle ya o kaset Hisar Camii vaazında kaydedilmiş olabilir) elimizde üç ayrı Kur'an fırlatma hadisesi var demektir. Bu tespit doğal olarak akla Kur'an atma veya benzeri başka hadiselerin de olabileceğini ve bu hususta bir tür alışkanlık karşısında olup olmadığımız sorusunu akla getirmektedir. Şimdilik Fethullah Gülen'in verdiği vaazın coşkusuna ne denli kapılabildiğini gösteren Kur'an fırlatma hadisesinin onun heyecan sisteminedair bir fikir verdiğini de belirtelim. Onun internette gezen hemen hemen tüm vaaz videolarında gözlediğimiz ağlamaları, zaman zaman haykırmaları, örneğin "Kur'an yetim" veya "Kur'anın babası öldü" türünden garip, çoğu kişiye itici gelebilecek ifadeleri, bazen fenalık geçirmeleri ve tabii bayılmaları onun heyecanlı yapısı veya haletiruhiyesini ortaya koyan önemli göstergelerdir. Bunlar Fethullah Gülen'in vaazlarının renkli ve coşkulu havasını oluşturan bir olgular bütünü teşkil eder ve Fethullah Gülen'in hal ve hareketlerine, konuşma tarzı ve üslubuna şimdi değineceğimiz bir "tiyatro oyunu havası" katarlar ki yineleyelim bizim teatral ve dramatik bularak altını çizdiklerimiz de bunlardır. Fakat tam bu noktada neyin tiyatro oyunu havası olduğunu görsel olarak da örneklendirmek amacıyla tekrar Fethullah Gülen'in "Beddua Videosuna" dönmeyi ve bu kez videoyu sözlü içeriğiyle izlemeyi öneriyorum. Hemen belirtelim ki Tüm bu beddua ayiniyle Fethullah Gülen aslında "Siz haksızsanız size, biz haksızsak bize Allah bela versin," demek istemektedir. Fakat o her zamanki tavırları ve ifadeleriyle çok kısa sürebilecek olan bu işi uzatarak garip el-kol hareketleri, tuhaf ve esrarlı bir hava verdiği bakışlarıyla "esrarengiz bir lanetleme ayini" görüntüsü veya o sahneyi oynayan bir oyuncu havası yaratmayı başarıyor. Bu videonun, daha doğrusu bu video dolayısıyla Fethullah Gülen'in çeşitli filmlere, o filmlerdeki karakterlere atıfla sosyal paylaşım sitelerinde dalgaya alınması da onun bu teatralliğinden kaynaklanmaktadır. Fakat Fethullah Gülen'in, daha doğrusu bu ilginç teatral gösterinin tiye alınacak tarafı da kantarın topuzunu kaçırarak işe, evleri ve ocakları yani çoluk-çocuğu ve akrabaları da katması; onların da bu beladan nasibini almalarını dilemesidir ki bu onun heyecanlı haletinden veya o haletin ani değişimlerinden veya düzensizliğinden ileri gelmiş olmalıdır. Fethullah Gülen'in yıllardır diline sakız ettiği "hoşgörü" kutbundan böyle çok güçlü bir öfke veya nefret kutbuna geçmesi bu düzensizliğin yarattığı bir aşırılıktır ve bu tarz aşırılıklardan kaynaklanan tezatlar onun yıllar içinde biriktirdiği vaaz ve sohbetlerinde tahmin edilenden çok daha fazla bulunmaktadır. Fethullah Gülen'in İzmir Hisar Camii'nde yine 1990 yılında verdiği bir başka vaazında, [http://www.youtube.com/watch?v=0vMovSx1wMs]Hz. Peygamberin Necran Hıristiyanları ile lanetleşmesini anlatırken söylediği sözler (ve verdiği "ben beddua etmem" mesajı ki o birçok vaaz ve sohbetinde bunu dillendirmiştir) "Beddua Videosu" ile karşılaştırılırsa, onun nasıl duygusal düzensizlikler ve bunun sonucu aşırılıklar sergilediği iyi bir örnekle görülmüş olur. O bu videoda şöyle demektedir: "Necranlı Hıristiyanlar geldiklerinde Allah Resulü (sav) mübaheledediğimiz, isterseniz gelin sizinle bir mesele üzerinde yeminleşelim u2013hani yer yer benim yaptığım gibi, eğer bizler, şu Kuranın etrafında toplananlar hak yolda isek, bu millet, bu ülke, bu topraklar yararına düşünüyor isek Allah bizi payidar etsin. Yok, ülkeye, vatana ve toprağa, millete ve milletin geleceğine sineğin kanadı kadar zararımız varsa, var mısınız diyelim Allah canımızı alsın, bizi perişan etsin, yoksa, yoksa bu işi böyle görenleri etsin mi? ben beddua etmediğim için demedim, demiyeceğim.u2013 öyle demiş Necranlı papazlara. Var mısınız, çoluk çocuğunuzu, hanımlarınızı, aile fertlerinizi çağırın şurayau2026" Fethullah Gülen'in vaazından yaptığımız bu alıntıda, iki çizgi arasına alarak koyulaştırdığımız kısım, onun mübaheleye o zaman nasıl baktığını göstermektedir. Buna göre, Fethullah Gülen de bazen mübahele yapmakta fakat beddua etmediği için kendine dönük olarak "biz hak yolda değilsek Allah canımızı alsın, bizi perişan etsin," demesine rağmen; haksız isnatta bulunanlara ise"sizin canınızı alsın,sizi perişan etsin mi?"yerinesadece "etsin mi" demektedir çünkü o (kendi ifadesiyle) beddua eden biri değildir. (Burada Fethullah Gülen'in şahsiyetine ilişkin bazı tespitler yapmaya çalıştığımdan şimdilik onun bu videodaki sözlerinin ışığında son beddua videosundaki tutumuna, özellikle bu tutumun toplumumuzda son aylarda maruz kaldığımız olaylardaki belirleyici rolüne ilişkin yorumlarda bulunmayacağım. Ancak kültün "Beddua Videosu"nun toplumda yarattığı antipatik duyguları izale için başvurduğu saptırmalardan bir örnek vermeden de geçemeyeceğim. Kültün sitesi www.herkül.org'da [http://www.herkul.org/yazarlar/mazlumun-ahi-titretir-arsi/]Osman Şimşek adlı biri, Fethullah Gülen'in bedduasının beddua olmadığını ispat ve dolayısıyla toplumda Fethullah Gülen'e yönelen nefreti saptırmak sadedinde şöyle diyor: "bu bir beddua değil olsa olsa bir mülaane, mübahale ya da delilsiz itham edilen bir insanın ahitleşme/yeminleşme davetidir. Nitekim bazı yazar ve mütefekkirler bu duayı "mülaane" (kocanın eşini zina ile suçlaması ve bunu dört şahitle ispat edememesi halinde, hakim önünde özel şekilde ve karşılıklı olarak yeminleşme) veya "mübahale" (suçlama ve iddialaşmalarda, doğrunun ve haklı olanların ortaya çıkması ile hangi taraf yalancı ise, Allah'ın onu cezalandırmasını gönülden isteme) çerçevesinde ele alan yazılar yazdılar. Evet, zikredilen sözler, Hocafendi'nin, asılsız iddia ve isnatlarla sürekli saldıranları o türden bir ibtihale (yalvarış ve yakarışa) çağırması olarak yorumlanabilir." Fakat bunları söylerken bizzat Fethullah Gülen'in Hisar Camii vaazındaki mübahalenin de bir beddua olduğunu ikrar anlamına gelen "Yok, ülkeye, vatana ve toprağa, millete ve milletin geleceğine sineğin kanadı kadar zararımız varsa, var mısınız diyelim Allah canımızı alsın, bizi perişan etsin, yoksa, yoksa bu işi böyle görenleri etsin mi? ben beddua etmediğim için demedim, demiyeceğim" sözlerinden habersiz veya bu sözleri unutmuş gibi görünüyor.) Bu hususta asıl unutulan ise Fethullah Gülen'in nefret ve öfke içeren söylemlerinin toplumun hafızasına kazınmış görünen bu beddua görüntüleriyle sınırlı olmadığıdır. Fethullah Gülen'in nefret, öfke gibi aşırılıklarının sair konularda da yerli yersiz söylemlerine ve beden diline yansıdığını gösteren onlarca başka videoyu yine internette bulmak mümkündür (Bunların bazılarının mahiyetleri itibariyle, edeb, ahlak ve ibadet gibi mevzularda olması da ilginçtir). Biz konumuzla ilgisi olması hasebiyle burada sadece bu tarzdan, onun namazlarını kılarken namazın edeplerine riayet etmeyenlere öfke şimşekleri yağdırdığı bir videoyu diğer bir aşırılık örneği olarak vermek istiyoruz. Fethullah Gülen bu videoda [http://www.youtube.com/watch?v=j47yOJbhWsY] tabii yine teatral bir üslup ve beden diliyle aynen şöyle demektedir. "Namaz kılarken sağa sola bakanlar, gözlerini sağda solda gezdiren insanlar Rabbimin namusunadokunmuş gibi bana dokunduruyorlar. Keşke o esnada tenasül uzuvlarını çıkarıp başıma işeseler, bağışlayın çok çirkin oldu, fakat ben o işi o kadar çirkin buluyorum ki o kadar münasebetsiz yatıp kalkmaları, o kadar çirkin buluyorum ki şu söylediğim çirkin söz onun yanında çok hafif kalır. Başıma işeseler o kadar hakaret saymam, o kadar dokunuyor bana. Gözleri çevrede gezen insanlar ellerini dizlerinin üstünde bükük koyan insanlar. Rabbin huzurunda oturmuş olanların şuurundan mahrum insanlar, o kadar rencide ediyor ki keşke bir hançer çıkarıp sineme saplasaydınız. Katil olacaktınız. Ama ellerimi açıp yalvaracaktım, diyecektim ki 'Allah'ım bunu affetmeden senin huzuruna gelmiyorum' ve fakat namazında yaptığın o laubalilikle beni rencide ettiğinden daha fazla rencide etmemiş olacaktın. İşte bütün bunlar beni çılgınca konuşturuyorsa, hezeyanlara sevk ediyorsa şayet, bir kısım kimselerin bu mevzudaki gafletinden dolayıdır. Dilerim beni bağışlarsınız." Geçerken belirtelim ki Fethullah Gülen'in "bütün bunlar beni çılgıncakonuşturuyorsa, hezeyanlarasevk ediyorsa şayet" sözleri ile Kuran atma hadisesindeki "Bir hezeyan ve bir çılgınlıklaon sene evvel, o benim elimden fırlayıp sizin sinelerinize çarptı"ifadeleri, kendisinin de zaman zaman aşırılıklarının farkına varabildiğini, hatta bunların kendisinde hezeyanve çılgınlıkfikirlerini uyandırdığını göstermektedir. Fakat burada asıl ilginç olan nokta, Fethullah Gülen'in sadece namazın edeplerini ihlal gibi bir konuyu başına işenmesinden, hatta kendinin öldürülmesinden daha kötü gördüğünü beyan ederken pek edepli olmayan, müstehcen kelimeler kullanması değil; namus gibi beşeri bir vasfı niteleyen bir kavramın u2014kelimenin Yunan kökenli olduğunu hatırlayalımu2014 Allah'a izafe edilmesidir. Bu izafenin ne gibi mantıksal sonuçları olacağı veya Allah'a bu tür izafelerin edep sınırlarını aşıp aşmadığı üzerinde duracak değiliz. Bunu sadece onun aşırılıklarından biri olarak kaydetmekle yetiniyoruz. Bu da bizi Fethullah Gülen'in aşırılıklarının görüleceği bir diğer alana onun lisan kullanımına getirmektedir ve bu alanda rastlanan aşırılıklar en az diğerleri kadar önemlidir. Bu da konumuzla ilgisi dahilinde Fethullah Gülen'in lisanı nasıl kullandığı ya da bir nevi araçsallaştırdığı üzerinde durmamızı gerekli kılıyor. Fakat bundan önce başlı başına önemli bir konu olan onun hastalığı nasıl araçsallaştırdığı konusunu ele alacağız. Bedensel yakınmalar, fenalaşmaların işe yarar hale dönüşmesi veya hastalığın araçlaşması Hilmi Türkmen, psikolojik kökenli olduğu anlaşılan bir bayılma hadisesi dolayısıyla Fethullah Gülen'in bir-iki ay Manisa psikiyatri hastanesinde yatarak tedavi gördüğünü söylemektedir. Biz de onun internetteki çeşitli videolarında sık sık fenalaştığını gösteren sahneler bulunduğunu söyledik. Buraya tutarlı bir bütüne ulaşmak gayesiyle onun ömrünün bir döneminde duçar olduğu "vesveseler" neticesinde bazen intihar düşüncelerine kapıldığını gösteren kendi tanıklığını da eklemeliyiz. İntihar düşüncelerinin onun psikiyatri hastanesinde yatarak tedavi görmesiyle özellikle uyumlu olduğunu söylemeliyiz. Çünkü bu tür eğilim gösteren hastaların, her türlü intihar ihtimalini önlemek üzere özellikle yatarak tedavileri cihetine gidildiği bilinen bir şeydir. Öte yandan Fethullah Gülen'in intihar düşüncelerini, en azından bir keresinde bizzat şeytanın kendisine yaptığı sözlü bir telkin gibi göstererek akla uygunlaştırdığı görülmektedir. Bu hadise, gerçekleşmişse eğer, onun zaman zaman sesler duyduğunu gösteren iyi bir örnektir. Fakat sonuçları itibariyle bakıldığında bu hadisenin Fethullah Gülen tarafından kendi kerameti veya harikalarını sunmak cihetinde bir araç işlevi görüyor çünkü şeytan da olsa büyük bir metafizik kuvvetin hem de şahsen ve sözel olarak kendisiyle muhatap olduğunu söylemiş olmak her halde bir tür harika veya keramete işaret eder ve her sıradan insana nasip olacak bir şey değildir. Kendi deyişiyle bu hadise şöyle aktarılmıştır: "Bir gün sabah namazı için yine ikinci kat mahfile çıkmıştımu2026Namazdan sonra evrat ve ezkarla meşgul oluyordum. Ansızın kendini görmedim ama sesini bütün baskısıyla vicdanımda duydum, şeytan bana"hele buradan aşağıya kendini bir at" diyordu. Israrla birkaç defa bana "Kendini buradan at" dedi. Ben "kendimi buradan atmamın ne faydası var ki?" dedim. "olsun sen at" diye cevap verdi. "iyi ama niçin?" diye tekrar sordum. O yine "zararı yok, sen kendini buradan at" diye ısrar etti. Ne olur ne olmaz düşüncesiyle geriye çekildim. O esnada benden elli metre ileride Hacı Kemal'in de geriye çekildiğini gördümu2026Daha sonra kendisine başımdan geçen hadiseyi naklettim. Bana "Hocam, aynı anda ben de bir baskıya maruz kaldım. Onun için geriye çekilmiştim dedi. Demek ki ikimizde aynı zamanda, aynı atmosfere bürünmüştük. Veyaşeytandan gelen sinyaller ruhlarımızın almacıyla aynı anda alınmıştı." (Mısıroğlu, age, s.358) Şu hadise diğer benzerleri gibi Fethullah Gülen'in yaşadığı psikolojik durumları belirli bir amaç etrafında kullandığını göstermektedir. Fethullah Gülen'in fiziksel rahatsızlarını da böyle çeşitli mesajlar vermek gayesiyle araçlaştırdığını gösteren birçok görüntüyü internetteki videolarında bulmak zor bir iş değildir. Bu görüntüler, daha kürsüye çıkarken haziruna kendisinin ne kadar ağır hasta olduğunu telkin edercesine öğrencilerin kolları arasında ağır aksak adımlarla kürsüye doğru yürümesinden kürsüde fenalık geçirmelere, oradan da düpedüz o kadar hasta olmasına rağmen yine de vaazdan geri kalmadığına işaret eden beyanlara dek bir dizi oluşturur. Hisar Camii vaaz videolarında kollar arasında zorlukla kürsüye yürüyen, orada feryatlar ve can sıkıcı haykırışlar arasında gözyaşı dökerken o vaaza onlarca kez şeker komalarına girerek geldiğini söylemekten geri durmayan bir Fethullah Gülen ile karşılaşırız mesela ve bu onun kariyerinde hiç de nadir bir durum değildir. (Onlarcası arasında Youtube'da bulunan ve Hisar Camii vaazları olarak 1'den 6'ya dek sıralanan videolar çok zengin bir görsel malzeme sunar.) Fethullah Gülen'in Ruslara verdiği bir röportajda, neden evlenmediğini gerekçelendirirken hastalıklarından söz etmesi de, bu kez evlenmemeye gerekçe olarak, hastalığın araçsallaşması dediğimiz şeye iyi bir örnek teşkil eder: "Belki bir dönemde yalnızlığı aşmak için gerekli imkanlara sahip değildim. Daha sonra da yirmi beş sene oldu ciddi kalp rahatsızlığım var, şekerim de var, tansiyonum var, hatta bir iç iltihabı da varu2026" (Bu hadiseler, Mısıroğlu'nun yorumlarıyla birlikte onun bahsi geçen kitabının 359 ve sonraki sayfalarında bulunabilir.) Lisan Lisan kullanımı kültler konusunda özellikle önemlidir ve her kültün kendi amaçları çerçevesinde ideolojisine uygun bir dil yarattığı kült araştırmacılarınca iyi bilinen bir olgudur. Lisanın bu tarzda özel ve ideolojik kullanımından gaye, kült mensuplarında zihinsel dönüşümler yaratmak, son tahlilde adanmış müminler yaratmaktır. Lisanın bu maksatla kullanımına Fethullahçılıkta da güçlü bir şekilde rastlanmakla birlikte, biz burada bu konudan çok, bireysel aşırılıklarının yansıdığı bir alan olarak bizzat Fethullah Gülen'in dili kullanım tarzı üzerinde kısaca duracağız. Yapmak istediğimiz Fethullah Gülen'in aşırılıklarının yansıdığı bir alan olarak onun dil kullanımı üzerinde durmaktır. Bu sınırlı maksadı hasıl etmek için de onun Türkçesinin bir-iki temel vasfının altını çizmekle yetineceğiz. Fethullah Gülen'in dil kullanımında ilk göze çarpan husus, herkesin tahmin edebileceği gibi mesajın doğrudan iletilmesi yerine bol teşbihler ve mecazlarla süslenerek verilmesi cihetine gidilmesidir. Mensuplarınca metafizik bir anlam yüklenmekte olduğuna bakılırsa bunun maksatlı bir kullanım tarzı olduğu düşünülebilir. Öte yandan buna itiraz sadedinde bu istimal tarzının Üstad Said Nursi'den tevarüs edildiği söylenecektir. Buna karşı çıkacak değiliz. Ancak bu ikisi arasında temel bir fark vardır. Fethullah Gülen'in aksine, Said Nursi'nin dili kendi dönemi için çok ağır ve ağdalı bir lisan değildir ve eserlerindeki mesajlar çoğu zaman nettir. Fethullah Gülen'de bu tarz bir netliğin olduğu söylenemez. Fethullah Gülen'in eski Türkçe, Arapça ve Farsça kelimelerin Batı kökenli bazı kelimelerle birlikte arzı endam ettiği Türkçesi, bir kavramı birden fazla kelimeyle ifade etmek veya bir kelimeyi birçok sıfatla süslemek yahut kavramın kendisinde mündemiç olan bir anlamı o kavramla birlikte gereksiz yere yinelemek gibi gayretkeşliklerle sanki net bir mesaj vermesin diye icat edilmiş gibidir. Muğlak ve müphemliklerle mesajın örtüldüğü bu Türkçe'nin, erbabının bildiği üzere, insanda konunun uzatıldıkça uzatıldığı izlenimi yaratacağında kuşku yoktur. Ancak anılan müphem ifadelerin lisan konusuyla ilgilenmeyen, özellikle müptedi müntesipler için aynı anlama geleceğini söylemek zordur. Aksine bunlar kanaatimizce bu Türkçede ve hususiyetle onu kullanan zatta metafizik açıdan pek çok şey görüyorlardır; dolayısıyla bu da Türkçenin bu tarz kullanımından hedeflenenin de ilk bakışta bu etkiyi hasıl etmek olduğunu akla getirmektedir. Fakat dilin böyle neredeyse tamamen teşbihler, mecazlar, sembollerle iş görür hale dönüştürülmesi, Fethullah Gülen'in haletiruhiyesine, daha doğrusu yukarıdan beri çerçevelemeye çalıştığımız niteliklerine ne kadar da uygundur! "Rabbimin namusu", "Kuran yetim", "Cebrail gelse bir parti kurdum dese 'git işine arkadaş'u2026"gibi muhatabın zihninde kısa devreler yaratan garip ifadelere bakarak bu Türkçenin de Fethullah Gülen'in aşırılıklarıyla malul olduğunu; hatta onun aşırılıklarından biri olduğunu söylemek yanlış olmaz. Bu aşırılıklar, ortalama bir Müslüman'a marazi bir zihinle veya düpedüz bir şarlatanla karşılaştığı izlenimi veren şu herkesin bildiği metafizik iddialara dek yürür ki burada artık, bizzat aşırılıkların kendisi u2014yukarıda bahsettiğimizu2014 muhatabın zihninde Fethullah Gülen hakkında bir imaj (onun kutsal biri olduğu imajı) yaratma amacıyla bütünleşir. Anılan metafizik iddialar, Fethullah Gülen'in bizzat Hz. Peygamberi ve onun dört arkadaşını gördüğü iddiası türünden akla, sağduyuya ve dine aykırı iddialardır. Fakat bunlar bir vecit halinin aşırı ve zararsız sözleri olarak alınabilir mi? Bizce bu soruya olumlu bir yanıt vermek zordur. Aksine bu sözler müntesiplerde Hz. Peygamberin Türkçe olimpiyatlarına ya da Hz. Hatice'nin kızların kaldığı ışık evlerine teşrif ettiği türünden kullanışlı inançlar hasıl etmek için uydurulmuş gibidir. Fethullah Gülen'in Hz. Peygamber'le görüşmeden bir iş yapmayacağı tarzındaki müntesipler arasında şayi olan inanç da böyledir. Bu tür iddialar yaymaktan maksad, müntesibin aklını liderine rehine vermesiyle sonuçlanacak bir teslimiyet yaratmak olmalıdır. Her şahsiyeti, her bireysellik kalıntısını silip süpürecek olan bu tür bir teslimiyetin sonuçları itibariyle bireysel toplumsal düzeylerde ne denli zararlı sonuçlar doğurabileceğini izaha gerek var mı? Fethullah Gülen'in dil kullanım tarzına yansıyan aşırılıkları ve hatta bunun bir ileri aşaması gibi görünen metafizik iddiaları bize bu tarz lisan istimalinin, (Fethullah Gülen'in etrafında "bir kutsiyet halesi" oluşturmak veya onu örgüt mensupları gözünde "ilahi ve kutsal insan" imajına büründürmeyi hedefleyen) bir endoktrinasyon veya beyin yıkama tarzıyla ilişkili olabileceğini telkin etmektedir ki bu hususta Fethullahçılar arasında şayi olan inançlara ve özellikle son günlerde eyleme geçen Fethullahçıların Haşşaşileri hatırlatan o gözü karalığına bakıldığında bu maksadın büyük ölçüde temin edildiği düşünülebilir. Histrionik Kişilik
Buraya kadar Fethullah Gülen'in bir kişilik özelliği olarak çeşitli "aşırılıklar" sergilediğinin altını çizdik. Bunların hareketlerine (mesela Kuran fırlatmak) veya lisanına (mesela "Rabbimin namusu" gibi ifadeler) yansıyanlarından kimi örnekler verdik. Ayrıca onun bedensel hastalıklarını ve lisanı bir araca dönüştürebildiğini göstermeye çalıştık. "Peygamberi ve arkadaşlarını görmek" gibi metafizik iddialarının bir maksadı güttüğünü söyledik. Tamamını aşırılıklar olarak nitelediğimiz bu tarz kişilik özelliklerinin, bırakalım toplumda dini kimliğiyle tanınan Fethullah Gülen gibi meşhur birini, sıradan insanlarda bile aynı anda bir arada toplanmasının nadir rastlanabilecek bir durum olduğu ortadadır. Biz bu nadir durumun bir isminin olup olmadığı veya ne tür insanlarda bu ilginç özelliklerin bir araya gelebildiği gibi soruların cevaplanmasının Fethullah Gülen'in ve misyonunun anlaşılması açısından önem arz ettiğini düşünüyoruz. Dolayısıyla bir an için anılan aşırılıkları Fethullah Gülen'in şahsiyetinden soyutlamayı ve bunların anlamını psikiyatri alanında aramayı öneriyoruz.
Standart psikiyatri elkitaplarına bakıldığında Fethullah Gülen'inaşırılıkları olarak belirlediğimiz kişilik hususiyetlerinin "Histrionik Kişilik" diye terimleştirilen kişilik özelliklerine çok benzediği görülecektir. (Histrionik terimi Yunanca oyuncu, aktör anlamına gelen histrion kelimesinden türetilmiştir ve oyun ve oyunculukla ilgili anlamına gelir; ayrıca bu tür düzensizliklerin hastalık olup olmadığının tartışmalı olduğunu da belirtmek gerekiyor). Özellikle aşırı duygulanımlar (teatrallik) ve dikkat çekme eğilimi ile ayırt edilen bir bozukluk olan ve başkalarında çeşitli izlenimler uyandıracak bir tarzda güçlü duyguların ifade edilmesini içeren Histrionik Kişilik Bozukluğu'nun (HKB) görüldüğü kişilerde temel motivasyonun takdir görme ihtiyacı olduğu söylenmektedir. Öyle ki HKB'nin özelliklerini hatırlatmak için bozukluğun belirtilerinin ilk harflerinden oluşturulan İngilizce akrostiş, "beni övün" manasına gelen "PRAISE ME" ifadesidir. İngilizce Wikipedia sitesinden HKB ile ilgili öğrendiklerimizi şöyle özetleyebiliriz: Genellikle erken yetişkinlik döneminde başlayan ve nedenlerinin ne olduğunun tartışmalı olduğu bu kişilik bozukluğunun başlıca ayırt edici özellikleri şunlardır: aşırı duygular ve ilgi arayışı, aşırı ve sürekli takdir edilme ihtiyacı, ilgi odağı olma arzusu, teatral, dramatik, canlı ve coşkulu bir davranış tarzı, duygu ve davranışlarda abartı, güçlü duyguları etkileyici bir tarzda ifade etme, başkalarından çok kolay etkilenme, egosentrizm (benmerkezcilik), amaçlarına ulaşmak için ısrarla başkalarını manipüle etme, sahip olduğu güçlü sosyal becerileri genellikle başkalarını manipüle ederek kendisini ilgi odağı haline getirmek için kullanma, çeşitli ilişkilerin bitmesi veya başka sebeplerle hüsrana uğramak gibi nedenlerden ötürü klinik depresyon yaşama riskinin daha fazla olması, eleştiriye tahammülsüzlük, değişimlere direnç gösterme, başkalarına yüzeysel veya aşırı görünen ve hızla değişen duygulanımlar, hayal kırıklıklarına karşı dirençsizlik ve böyle durumlarda genellikle başkalarını suçlama, özellikle de kendisini onaylayan veya öven kişilerden çok kolay etkilenebilme.
Öte yandan Fethullah Gülen'in özellikle peygamberi görmek türünden metafizik iddialarının da yine bu kişilik türünde görülen ve "gerçeği süslemeye, abartmaya veya yalan söylemeye yönelik çok güçlü bir ihtiyaç (kompülsiyon) şeklinde tanımlanan mitomaniye benzediğini söylenebilir. Cemaat içerisinde bulunmuş veya bu çevrelerle muhatap olmuş kişilerin, Fethullah Gülen ile ilgili veya onun tarafından söylenmiş buna benzer onlarca şehir efsanesi anlatıldığına şahit olduklarına eminiz. (Örneğin, kendisinin bir tevazu belirtisi olarak "yıllarca tahta döşekte yattığı" miti yıllardır cemaat içinde söylenegelen bu efsanelerden biridir.)
Bütün bunlarla Fethullah Gülen Histrionik kişilik bozukluğudur demek gibi bir gayemiz yok. Biz sadece Fethullah Gülen'in aşırılıklarıyla bu tarz bir rahatsızlığın belirtileri arasında ilginç benzerliklerin olduğunu söylemek istiyoruz ve bunlara dayanarak araştırmacılara Fethullah Gülen'in kariyerini gerçekleştirdiği yıllara bir kez de histrionik kişileri motive eden "beni övün" ilkesi, yani tatmin edilmesi çok zor bir övülme ve takdir edilme ihtiyacı çerçevesinde bakmalarını öneriyoruz. Bu yapıldığında, öyle zannediyoruz ki onun haykırmalar, ağlamalar gibi insana bir oyuncu karşısındaymış izlenimini veren kişisel aşırılıklarının yanı sıra, uluslararası düzeyde geliştirdiği (Irak savaşında İsrail lehindeki söylemleri, dinler arası diyalog operasyonunda Papanın yanında yer alması, Mavi Marmara olayında eylemcileri değil İsrail'i arkalayan) söylemleri de u2014ki bunları sıradan Müslümanlar bugün de anlamakta zorlanmaktadırlaru2014 anlamlı bir zemine kavuşacaktır.
-dört-
Sonuç yerine buraya kadar söylediklerimi şöyle özetleyebiliriz. Bu yazıda "kült" ve "kült lideri" kavramlarının, Fethullahçılık ve Fethullah Gülen'i anlama çalışmalarında oluşturulacak teorik bir "büyük" resmin olmazsa olmaz iki unsuru olarak sunduk. (Fethullahçılığın bir kültten söz edilebilmesi için gerekli olan üç kriteri karşıladığını düşünüyoruz. Bunlar: 1) giderek bir tapınma nesnesine dönüşen karizmatik bir lider 2) "zorlayıcı ikna" veya beyin yıkamayla özdeşleştirilebilen süreçler dizisi ve 3) alttan bir idealizmle gelen saffetli sempatizanın üstten maniple edilmesidir.) Ve Fethullahçılık bağlamındakült dediğimiz yapının, devletin kurumlarına da sızmış olan örgütlü hiyerarşik yapı olduğunu, bu harekete saffetlerinden gönül veren insanların yani sempatizanların kesinlikle bu yapıda ayrı tutulması gerektiğini söyledik.
Hemen belirtmek gerekir ki bu yaklaşım, özellikle son olaylarda bu örgütlü yapının dış güçlerce manipüle edilmesi ihtimalini dışarıda bırakmaz. Aksine istihbarat örgütlerinin çeşitli operasyonlarında kullanmak üzere bu tür örgütlenmelere sızdıklarını veya onlarla işbirliği yaptıklarına dair geniş bir literatür bulunmaktadır. Burada bu tür işbirliklerine daha çok onların, bilinçli bir tercih meselesi olup olmadığı noktasından yaklaşılmaktadır. Nitekim Hilmi Türkmen'in yukarıya aldığımız tanıklığının devamı bize bu bağlamda bir fikir vermektedir. Hilmi Türkmen, yukarıdaki sözlerinin devamında Fethullah Gülen'in Kestane Pazarı Kuran Kursunda görev alması için aracılıkta bulunduğunu ifade ettikten sonra şunları söylemektedir: "Beş on gün sonra halini hatırını sormak için oraya uğradığımda baş başa bir kimseyle sohbet ettiğine rast geldim. Konuştuğu adam beni görünce yaydan çıkmış bir ok gibi kaçtı gitti. Kendisine "Bu kimdir?" diye sorduğumda, "Bir talebe velisi!" diye cevap verdi. Bu söz doğru değildi." Hilmi Türkmen'e göre o şahıs daha önce yapılacak bir toplumsal manipülasyon olayında (tanınmış bir Süleymancı olduğu için) kendisine baş vuran ve ret cevabı alan bir istihbarat elemanıdır. Türkmen ilerleyen süreçte güçsüz bir konumda olan Fethullah Gülen'in "güdümlü olarak nasıl nafiz bir mevkie getirildiğine şahit oldum" demektedir. 60'lı yılların ortalarında gerçekleşen bu olay, doğruysa eğer, Fethullah Gülen'in ve Fethullahçılığın sonraki yıllarda toplumumuzda nasıl güç kazandığına, yurt dışına nasıl açıldığına ve nasıl orada dinler arası diyalog gibi uluslararası projelerde rol oynayabildiğine dair bazı ipuçları verebilir. Halbuki hiç böyle bir tercihin u2013veya anlaşmanın diyelimu2013 olmadığı durumlarda da işbirliklerinin gerçekleştirilmesi imkan dahilindedir. İstihbarat örgütleri gibi karanlık güçlerin dini bir kültle veya onun lideriyle işbirliği yapmasının illa da açık bir anlaşmaya dayanması gibi bir kural da yoktur. Hatta aslında çoğu kez bunun tersinin geçerli olduğunu varsaymak daha doğrudur. Ve dediğimiz gibi batıda bu tür bilinçsiz işbirliklerini sergileyen geniş bir literatür bulunmaktadır.
Ülkemize gelince, Batıda hakkında akademik makaleler ya da çeşitli filmler şeklinde çok geniş kaynakların bulunduğu kültler konusunun Türkiye'de henüz yeterince bilinmemesi, hatta en küçük örgütlenme düzeyinde kalsalar da kültler toplum için, özellikle de toplumun genç üyeleri için zararlı olan bu yapılara karşı insanımızı hazırlıksız bırakıyor. Bu hazırlıksızlığın boyutlarını göstermek amacıyla, örneğin Fethullahçıların kendi çevrelerinin gençler açısından nezahetini vurgulamak için yıllarca tekrar ettikleri "buralarda sigara, içki içilmiyor" ya da "gençlerimize dini bilgiler, Allah, peygamber öğretiyorlar" söylemleriyle; o çevrenin etkisiyle büyüyen, liderlerinin amacı için yaşayan, çalışan, çeşitli mevkileri işgal eden, gerektiğinde liderin kaprisi uğruna kendi kariyeri ve hayatını da feda ederek kendi devletine meydan okumaya kurgulanan robot bir gençliğin Türkiye'nin geleceğini nasıl inşa edebileceği sorusunu karşılaştıralım.
Fethullah Gülen ve hareketi kültler konusuyla ilgilenen sosyal bilimciler için bir hazinedir. Bu uzmanların ortaya koyacağı müstakbel eserler de toplumun ruh sağlığını geliştirmek ve toplumu ve gençleri uyandırmak için çok yararlı olabilecek bir hazine olacaktır. Bu yazı o çalışmaların müelliflerine peşin bir şükran ifadesidir.