Bir illüzyon türü olarak demokrasi

Türkiye'nin demokrasi tarihindeki en kara lekelerden bir tanesi 27 Mayıs 1960 darbesi, Adnan Menderes ve arkadaşlarını idama götüren bu süreçte Türkiye'nin geleceğine 'darbe' vuruldu.

Haber: Ömer Faruk UYSAL

TBMM 1920’de açılmış fakat 1950‘ye kadar tam 30 yıl hiç serbest seçim yapılmamıştır. 1950'deki ilk seçimde, jandarma dipçiklerinden illallah diyen halk, kahir ekseriyetle DP’ yi iktidara getirmiştir. CHP zulmünden bıkan millet, DP’yi üç defa peşkeşe iktidar yapmıştır. Bu durumu kabullenemeyen İnönü, CHP + Ordu = İktidar formülünü devreye sokarak, darbe yoluyla tekrar iktidar olmuştur! Halkın büyük bir çoğunluğu köylerde yaşıyordu, DP’nin “demokrat”ını anlamıyordu. Anlamamak ne demek, telaffuz dahi edemiyordu. Fakat çok beğendiği ve sevdiği için de DP’ye kendi bir ad takmıştı. Demür Kır At! Demokratı bilmiyor ve telaffuz edemiyordu ama sayısız ve büyük hizmetlerinden dolayı ve gerçekten “halkçı” politikaları sebebiyle, kendi için iyisinin, doğrusunun, Demürkıratlar olduğunu da engin ferasetiyle çok iyi kavramıştı!

27 Mayıs darbesinden sonra mecburen yapılan ilk serbest seçimde oyunu tabiiki kır ata, yani AP’ye basacaktı. CHP Cumhuriyeti kendisine 30 yıl hiç söz hakkı tanımamıştı ama Demürkıratlar “yeter söz milletindir” diyor ve çarıklı erkânı harp söz hakkına, kendinden olana, dört elle sarılıyordu! Bu Türk milletinin demokrasi ile ilk tanışmasıydı ve onu kendi yorumu ve adlandırmasıyla benimsemiş, söz hakkına sahip çıkmıştı. Demokrasi zaten halk anlamında demos, egemenliği manasında kratos, yani halk egemenliği değil miydi? İşte bir şekilde tezahür ediyordu! Demürkırat hasret kaldığı “ezanı muhammedi”yi aslına döndüren, berekete vesile olan, kendini jandarmaya dipçikletmeyendi. Mesaj çok iyi anlaşılmış ve gereği yapılıyordu.

Liderler değişti ama hassasiyetler değişmedi

2023 tarihine kadar tam 73 yıldır aynı sosyoloj bir daha CHP’yi iktidar yapmadı. Hep CHP karşısındaki demürkıratları iktidar yaptı. Parti isimleri DP, AP, ANAP, AKP, liderler değişti ama mana ve hassasiyetler değişmedi! Zira “tebeddülü esma ile hakikat tegayyur etmiyordu”, tebeddülü eşhas ile de hakikat tegayyur etmezdi! Halk, 1950’ye kadar kendisine yapılan baskı ve zulümlerin aynısının 27 Mayıs darbecilerince, demürkırat liderliğine yapıldığını üzülerek gördü, çok vahlandı ama elinden bir şey gelmedi. Pek sevdiği Menderes ve iki bakanı zulmen idam edildiler. İktidarı cumhuriyet elitlerinden alıp, kendisine verenlerden korkunç bir intikam aldılar. Onlar Türkiye’nin sahibiydiler ve bu vatanı sokakta bulmamışlardı. Hassolara, Hüssolar, düşüklere, kuyruklara, bırakılacak bir Türkiye olamazdı! Darbeciler en temel hukuk ilkesi ve hâkim prensibi hiçe sayarak, seçmece hâkimlerden oluşan bir gürûhu Menderes, Bayar ve arkadaşlarına zulümler yapmak üzere görevlendirdiler. Adaletten behresi olmayan zalimlerin bu göstermelik mahkemesine de “Yüksek Adalet Divanı” dendi. Adalet, üstelik Yüksek Adalet illizyonu! Bu hâkim görünümlü zalimlerin reisi, adalet dağıtacağı sanıklara devamlı hakaretler ediyor, mazlum sanıklarla polemiğe giriyordu. Sanıkların daima kısıtladığı müdafaalarını bölüyor, onlara kızıyor, sıkıştığında da “sizi buraya tıkan güç böyle istiyor” diyordu. Bu alçakça söz 27 Mayıs darbesinin ve zalim yargılamalarının özeti ve temel mottosuydu! Bu zalim yargıçlar sonradan hükümeti ve TBMM’yi denetleyecek Anayasa Mahkemesi üyelikleriyle taltif edildiler.

CHP ideolojisinden sapılması ve Menderes

Zulümler sözde mahkeme ile sınırlı değildi elbette. İsmi halk tarafından “Yaslı Ada”ya çevrilen Yassıada zindanlarında çok işkenceler, hakaretler, zalimlikler yapıldı. Başçavuş seviyesinde nadanlar milletin pek sevdiği sevgili Başbakanları Ali Adnan beyin cildinde sigaralar söndürdüler, en düşük rütbeliler bile ülkenin Başbakanına tokatlar attı. O tokatlar elbette demürkıratları seçen millete atılmış tokatlardı, yazıklar olsun! Darbeyi ABD destekliyor, yaptırıyordu. Yapanların motivasyonu ise Atatürk ilke ve inkılaplarından yani, CHP ideolojisinden sapılması ve Menderes’in diktatör olması diye gerekçelendiriliyordu. Hâlbuki Atatürk ilke ve inkılapları arasında demokrasi yoktu. Kemalizm, tek adam, tek parti, tek ideoloji, otoriter ve totaliter bir karaktere sahipti! Menderes kesinlikle bir diktatör değildi ama diktatör de olsa bu Kemalist ideoloji ile çelişmezdi. Mustafa Kemal kuvvetler ayrılığına açıkça karşıydı. “İnkılabın kanunları bütün kanunların üzerindedir” derdi. Bu şu demekti; kendimizin yaptığı kanunlarla ve hukukla dahi bağlı değiliz! Nitekim bütün uygulamaları da böyle idi. 1924 Anayasası CHP’nin ebedi ve mutlak iktidarına çok uygun, CHP’nin elini güçlendiren bir anayasaydı, fakat tek parti döneminde TCF ve SCF denemeleri, peşinden CHP’nin üç genel seçimi açık ara farkla kaybetmesi, darbeci seçkinci bürokratları Millet iradesine karşı tedbir almaya zorladı!

Demokrasi illizyonuydu her şey!

1961 Anayasası görünüşte ilk modern Anayasa, kuvvetler ayrımı, temel hak ve hürriyetleri detaylı düzenleyen, ilk defa (çoğulcu) demokrasinin benimsendiği, çift meclis, Anayasa Mahkemesi ve denetimi, MGK, kuvvetler ayrımı gibi yeni, modern, çoğulcu, demokratik bir anayasaydı! Ancak dikkat edilince ve uygulamayla da iyice anlaşıldı ki, DP ve Menderes gibi demürkıratların, yani seçimle gelen meşru hükümetlerin, iktidar olsa dahi muktedir olamayacağı bir demokrasi tuzağıydı. Demokrasi illizyonuydu herşey! Mesela ikili meclis kanun çıkarmayı, yönetmeyi zorlaştırmak içindi! Kuvvetler ayrımı, hükümeti yasama ve yargı ile bloke etme durumuydu. Nisbi temsil sistemi, hükümet kurmayı zorlaştırmak, kurulan hükümetleri zayıf tutmayı amaçlıyordu. MGK ise TSK'nın hükümete ayar verdiği zemindi. Ve bunun gibi onlarca engel! Anayasanın ruhu, “seçilmişe asla güvenme, onu atanmışlarla, vesayet kurumlarıyla sınırla, durdur! CHP'nin Kemalist resmî ideolojisi dışındakileri engelle. Kemalizmi toplumda ve devlette gerekirse zorla hakim kıl” diyordu.

Atatürk CHP'sinde ebedi bir iktidar tasarlanmıştır!

Bütün bunlar çoğulcu demokrasi ve hukukun üstünlüğü gibi değerleri suistimal ederek gerçekleştiriliyordu. Mesela hukukun üstünlüğü, Anayasa ve yasalara dercedilen, meşru hükümet üzerinde vesayetin üstünlüğü demekti! Demokrasi, asker-sivil bürokrasiyi aşan millet iradesinin değil, asker-sivil bürokrasi ve vesayet kurumlarının iradesinin hâkimiyetiydi! Nitekim 1924 Anayasasına göre egemenlik Türk milletine ait ve TBMM tarafından kullanılırken 1961 Anayasasında diğer yetkili organlar da zikredilerek vesayet resmileştirilmiştir. Atatürk CHP’sine ebedi bir iktidar tasarlanmıştır!

1961 Anayasası ile davulun seçilmiş hükümetlerin boynunda, tokmağın ise atanmış vesayet kurumlarının elinde olduğu, görünüşte demokratik, gerçekte ve uygulamada antidemokratik bir sistem kurulmuştur!

Aslında ilk bakılacak şey, Anayasayı hangi iradenin yaptığı olmalıdır! Ve maalesef darbeci bir iradedir tecelli eden. Başbakan ve bakanları idam eden. İdam öncesi en sevgili Başbakan’a prostat muayenesi ahlaksızlığını yapan, başçavuşlara Başbakan tokatlattıran, millete ve seçtiklerine derin bir kin duyan marazi bir irade! Gerçekte hayırhah, iyi, demokratik bir Anayasa beklemenin imkânsız olduğu bir irade! Bu irade Menderes, Demirel, Özal ve Erdoğan’ı antidemokratiklikle, diktatörlükle suçlayıp duracaktı! Elbette darbeler ve muhtıralar gibi saf demokratik yöntemlerle de onları terbiye edecekti! Çünkü devlet iktidarı bir şekilde ellerindeydi.