Bir aydının feryadı: Şehrimizde Yangın Var!

Bugün kimisi son nefesini vermemek için çırpınan, kimisi de kendisini ölümün pençesine bırakmış bir şekilde can çekişen şehirlerimizi kurtarmak için yapılması gerekenlere ilişkin sorulan bu soruya bırakın bugün cevap vermeyi, böyle bir soru sormayı bile yıllardır unutmuş bir haldeyiz.

Mayıs 1955 tarihli bir mecmua, "İstanbul Sevdalıları Ne diyor?" başlığıyla dönemin aydınlarına içinde cevabın ipuçlarını da ihtiva eden bir soru soruyor. 1955'te sorulan bu soru aslında başta tarihu00ee şehirlerimiz olmak üzere bütün şehirlerimizin akıbetine ilişkin hayatiyet taşıyor. Şehirlerimizin son yıllarda yaşadığı trajedi karşısında, ülke çapında feryad ederek "Yangın Var!" çığlığını kopartacak şehirci, mimar, sanatçı, aydın, yerel yönetici, siyasetçi vs. "şehir derdi taşıyan" herkesin ayağa kalkması gerekiyor. Tuhaftır ki, facianın büyüklüğü gözleri o derece kör etmiş ki, yangını şehrayu00een izler gibi şehevu00ee bir zevkle seyrediyoruz.

Söz konusu mecmuanın "Kimse kimseden şehrin şahsına yapılan tecavüzlerin hesabını sormuyor" diyen duyarlı şehir sevdalısı yazarının uzun sorusunu ksaltıp, zihnimizde kendi yaşadığımız şehri canlandırarak aktaralım:

"İstanbul'u sevenlere, şehircilik mütehassıslarımıza, mimarlarımıza, tarihçilerimize kısaca bütün aydınlarımıza sesleniyoruz: İstanbul'u yürekler acısı halinden, gafletlerimizden ve ihmallerimizin elinde oyuncak olmaktan, bozulup çirkinleşmekten, rüyasını, sihrini, cazibesini kaybetmekten kurtarmak için ne yapalım? Ne yapalım ki İstanbul'un şahsiyetine her gün bir türlü tecavüz eden başıboş inşaat bir nizama girsin, kaçak katlar, gizli yapılar durdurulsun, sokaklarımız temiz, abidelerimiz bakımlı, yeni yapılarımız bu şehrin ruhuna, havasına, manzarasına uygun düşsün. Emsalsiz bir açık hava müzesi halinde kendini dünyaya arzeden bu minareler ve mor salkımlar beldesini bu terkedilmişlikten, bu yamalı bohça halinden, kim, hangi ihlaslı el kurtaracak?"

Şehirlerimizin bugün yaşadığı müthiş kaosun 60 yıl önceye dayanan sebeplerine de değinen bu soruya, önemli edebiyatçılarımızdan, Samiha Ayverdi'nin sorumlu bir aydın bilinci ve bir şehir sevdalısı olarak verdiği cevabını okuyalım:

"Şanlı bir medeniyetin hem çiçeği hem meyvesi olan İstanbul şehri bugün soysuz, şahsiyetsiz ve çirkin ise bunu sadece iktisadu00ee zaruretlere ve günlük şartlara bağlamak yanlış olur kanaatindeyim. Filvaki (gerçekte) kütlenin sanat terbiyesi ve zevk standardında, refah seviyesinin değeri inkar edilemez. Ancak iktisadi imkanları hazırlayan oluşların, o kütlenin fikir ve içtimau00ee seviyesi ile mütenasip bulunduğunu da hatırdan çıkarmamak gerekir. Binaenaleyh bence ortada olan sadece bir İstanbul davası değil, bilhassa İstanbul'un çehresinde ifadesini bulmuş olan bir memleket meselesidir.

Bediu00ee heyecanlarının da sıklet merkezini teşkil etmiş olan İstanbul şehri, fethi takip eden ilk günlerden başlayarak, vakarlı, seviyeli ve seciyeli bir mimarlık ve şehircilik dehası ile, asırlar boyu irfan ve sanat hamlelerinin çıkış noktası olarak giyinmiş, kuşanmış, süslenip bezenmiş ve neticede bir medeniyetin vasıl olabileceği en sık ve en düşündürücü mihrak noktası haline gelmiştir. İstanbul asırlar boyu bir aklıselim ve zevkiselimin muvazeneli ve kararlı rehberliği ile Müslüman-Türk damgasını her karış toprağına bir başka çeşni ile vururken bu zihnu00ee ve ruhu00ee değerlerle müsavu00ee ölçüde beslenmiş bir cemiyetin tabii hatta zaruri tekevvünü idi. Eğer bugün o dillere destan olmuş şehir, istifsiz, nizamsız, şuursuz bir taş ve tuğla yığını haline gelmişse bunun da sebebini gene cemiyet mukadderatının, zar atar gibi, tesadüflere veya el çabukluğuna bağlı istikrarsız ölçülere dayanmasında aramak lazımdır. İstanbul'u kurtarmak için İstanbul'u sevmek kafi değildir.

İstanbul'u İstanbul yapmış olan değerleri tanımak, bu değerlere karşı açılmış olan gafil veya kasıtlı mücadelelerden vazgeçip, suçu koyunlarda değil, çobanlarda aramak lazımdır. Bir güzellik terbiyesinin, bir iç üslu00fbbunun, hatta bir hayır fikrinin yeku00fbnu diyebileceğimiz zevkiselim ancak bir medeniyet potasının ince eleyip sık dokuduğu tecrübe ve davranışların semeresidir.

Ayverdi, "Bazı parçaları kaybolmuş, bazıları da dağılmış ve kırılmış bir makineyi atölyede tamir edip yeniden montajını yapmak mümkündür. Ama bir medeniyet bahis mevzuu olunca aynı ameliyeyi kısa bir vade içinde tatbik etmeyi düşünmek ne dereceye kadar doğru olabilir, bilemeyiz" şeklinde cevabına devam ederek "şehri, yürekler acısı çilesinden kurtarmak için ona hususi bir kanun ve hususi bir anlayışla el koymak lazımdır. Hareket noktası bir tarih, bir sanat ve memleket endişesi olması icap eden bu kurtarıcı eli öpmek her vatandaşa düşen bir borç olacaktır." diye cevabını bitirir.

Ayverdi'ye İstanbul'un geleceğine dair sorulan sorudaki 'İstanbul' yerine içinde yaşadığımız şehrin ismini koyarak aynı soruyu sorup aynı cevabı alabilir ve şehirlerimizin/şehrimizin şifası için önemli bir reçete kabul edebiliriz. Ayverdi'nin cevabı, kimilerine nostaljik ve platonik gelse de şehirlerimizin yok oluşunun trajik hikayesini ve yeniden nasıl ihya edilebilir sorusunun cevabını sentetik bir biçimde içinde taşıyor. Altmış yıl önceki bu aydın feryadından bugüne geldiğimizde gördüğümüz şey: Ortalığın adeta şehirler mezarlığına dönüştüğüdür.

Ayverdi gibi, mukakkik mimar rahmetli Turgut Cansever başta olmak üzere, birçok irfan adamı, sanatçı, edebiyatçı, tarihçi, şehirci, mimar gibi insanların feryadlarına o gün de kulak tıkanmıştı bu gün de tıkanıyor. Hatta şehrin genetiğinden, irfanından intikam alınırcasına hafızası yok ediliyor. Gafil veya kasıtlı olsun her iki yolun da şehir imhası sonucunu doğuran şehir saldırganlığı ve imhası hiçbir devirde bugünkü kadar dehşetli hale gelmemişti. Ayverdi'nin, "cemiyetin mukadderatına zar atar gibi tesadüfler" olarak bahsettiği şehir yıkımları bugün tasarlanmış bir biçimde sürüyor.

Şehir ihyası adına şehir imhasının bu derece katliama dönüşmesi karşısında ne bir aydın tepkisi var, ne de bu halden rahatsızlık duyan. Ne acıdır ki, şehirlerimize "kurtarıcı" diye üşüşenlerin şehvete dönüşen "kentsel dönüşüm" uygulamaları, insanoğlunun şehirde helakini hızlandırmakta ve "ba'sü badel mevt"siz bir ölümü hazırlamaktadır.

Tanzimat'tan beri devam eden Cumhuriyetle birlikte hızlanan, son yıllarda da şahsiyetsizlik marazını heykelleştiren bir hal alan şehirlerimizin katliamı Moğol şehir istilalarıyla mukayese edilse yeridir!

Yahya Düzenli

duzenliyahya@gmail.com