Beled suresi kaç ayettir?

Beled suresi Mekki surelerdendir. adını ilk ayette geçen şehir anlamına gelen beled kelimesinden almıştır. Beled suresinde insanın yaratılışı anlatılmaktadır. Peki Beled suresi kaç ayettir? Beled suresi Türkçe ve Arapça okunuşunu, manasını, tefsirini, ayet sayısını bu haberimizde bulabilirsiniz.

Beled suresi Mekki surelerdendir. adını ilk ayette geçen şehir anlamına gelen beled kelimesinden almıştır. Beled suresinde insanın yaratılışı anlatılmaktadır. Peki Beled suresi kaç ayettir? Beled suresi Türkçe ve Arapça okunuşunu, manasını, tefsirini, ayet sayısını bu haberimizde bulabilirsiniz.

Beled suresi okunuşu:

Bismillahirrahmanirrahim 1. La uksimü bilhazelbeledi. 2. Ve ente hıllün bihazelbeledi. 3. Ve validin ve ma velede. 4. Lekad halaknel'insane fiy kebedin. 5. Eyahsebü en lenyakdire 'aleyhi ehadün. 6. Yekulü ehlektü malen lübeden. 7. Eyahsebü en lem yerehu ehadün. 8. Elem nec'al lehu 'ayneyni. 9. Ve lisanen ve şefeteyni. 10. Ve hedeynahünnecdeyni. 11. Felaktehamel'akabete. 12. Ve ma edrake mel'akabetü. 13. Fekkü rekabetin. 14. Ev ıt'amün fiyyevmin ziy mesğabetin. 15. Yetiymen za makrebetin. 16. Ev miskiynen za metrebetin. 17. Sümme kane minelleziyne amenu ve tevasav bissabri ve tevasav bilmerhameti. 18. Ol,eke ashabülmeymene 19. Velleziyne keferu biayatina hüm ashabülmeş'emeti. 20. 'Aleyhim narün mü'sadetün.

Beled suresi anlamı:

Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla. 1 - Andolsun bu beldeye 2 - Ki sen bu beldede oturmaktasın. 3 - Ve and olsun baba ve çocuğuna. 4 - Biz insanı gerçekten bir sıkıntı içinde yarattık. 5 - İnsan, kendisine karşı kimse güç yetiremez mi sanıyor? 6 - Ben, yığın yığın mal yok ettim diyor. 7 - Kendisini bir gören olmadı mı sanıyor? 8 - Biz ona iki göz vermedik mi? 9 - Bir dil ve iki dudak? 10 - Ona iki yolu gösterdik. 11 - Fakat o, o sarp yokuşa göğüs veremedi. 12 - Bildin mi sen, o sarp yokuş nedir? 13 - Köle azat etmek, 14 - Veya salgın bir kıtlık gününde yemek yedirmektir, 15 - Yakınlığı olan bir yetime, 16 - Veya hiçbir şeyi olmayan yoksula. 17 - Sonra da iman edip de sabrı tavsiye eden ve merhamet tavsiye edenlerden olmaktır. 18 - İşte bunlar, amel defterleri sağlarından verilenlerdir. 19 - Âyetlerimizi tanımayanlar ise, onlardır işte amel defterleri sollarından verilenler. 20 - Onların üzerlerine bir ateş bastırılıp kapıları kapanacaktır.

Beled suresi tefsiri

1 – Hayır! Gerçek, kâfirlerin dediği gibi değil. Bu şanlı belde hakkı için!

1. Bu mübârek sûre, insanların nasıl bir tabiatta yaratılmış olduklarını gösteriyor. Ve insanların kendi kuvvetlerine nasıl böbürlendiklerini bildiriyor. Kerem Sâhibi Yaratıcı’nın insanlara ihsân buyurmuş olduğu nîmetleri hatırlatıyor, insan için kurtuluş ve selâmet yolunu ve nefis ve arzularıyla cihad usulünü tâyin ediyor. Kimlerin nîmet ve saadete ereceklerini, kimlerin de mutsuzluğa, azaba tutulacaklarını beyan buyurmaktadır. Şöyle ki: Allâh-ü Teâlâ, beyan buyuracağı şeylerin ehemmiyetine dikkatleri çekmek için buyuruyor ki:(Yemîn ederim bu beldeye..) Yâni: Mekke-i Mükerreme’ye, öteden beri Allah’ın himâyesinde olup her türlü saldırılardan emîn bulunan harem-i şerif sahasına.

2 – Senin bu beldeye girişin hakkı için!

Bu belde Mekke’dir. Hz. İbrâhim (a.s.) buraya gelip hanımı Hacer’i bıraktığında burası dağlık, susuz, bitkisiz bir vadi idi. Kâbe’yi bina ettiğinde çevresinde burayı şenlendirecek insanlar yoktu. Ama sonra bütün Arap yarımadasının merkezi oldu. Tam bir anarşinin hüküm sürdüğü bu kıtada, tek emin yer burası oldu.

2. (Ve sen) Ey Resûl-i Ekrem!, (bu beldede) Böyle mübârek bir şehirde (ikâmet etmektesin.) yâni: Senin gibi en büyük bir Peygamberin ikâmetgâhı olan, o cihetle de pek büyük bir şerefe ve hürmete sâhip bulunan bu beldeye yemîn ederim.Bu ilâhî beyanda şuna da işaret vardır ki: O mübârek belde, Resûl-i Ekrem’in yerleşip ikâmet edeceği bir emîn saha bulunmaktadır. O Yüce Peygamber, oradan hicret buyursa da orası yine mânen O Yüce Peygamberin ikâmetgâhı durumundadır. Nitekim hicretten sonra bir gazve neticesinde o mübârek belde, yine Resûl-i Ekrem’in idaresi altına girmiştir.

3 – Hem o değerli baba, hem o değerli evladının hakkı için:

3. (Ve bir pedere ve zürriyetine de) Andolsun. Bundan maksat, ya Hz. Âdem ile onun neslidir veyâhut Hz. İbrâhim ile onun oğlu Hz. İsmail’dir. Bilmektedir ki: Mekke-i Mükerreme beldesindeki Kâbe-i Muazzama’yı Hz. Âdem’in oğlu Şîd (a.s) binâ etmişti. Sonra İbrâhim (a.s) da muhterem oğlu İsmail (a.s) ile o mübârek beldeye gidip Kâbe-i Muazzama’yı yeniden binâ eylemiştir. İşte bunları binâ edenlere de yemîn edilmiş oluyor.

4 – Biz insanı, imtihan ve çile ile içli dışlı yarattık.

İnsan bu dünyaya eğlenme ve dinlenme için gönderilmemiştir. Ana rahminde nutfe halinden başlayarak dokuz ayda dünyaya gelmesine, uzun çocukluk, gençlik devresinden dünya yükü altında seneler geçirerek ölümüne kadar geçirdiği meşakkatli ömür süreci bu gerçeği ispatlar. Dünyada sıkıntıdan uzak, tam güvenlik içinde âsûde bir ömür, hiç bir insana nasib olmamıştır.

4. (Muhakkak ki, biz insanı elbette bir meşakkat içinde) Bulunacağı bir mahiyette (yarattık.) İnsanlar, doğdukları günden ölecekleri güne kadar bir takım hayatî sıkıntılara, ihtiyaçlara, ârızâlara hedef olmaktadırlar Bu hâl, insanlığın takdir edilmiş olan hayatî durumlarından ibaret bulunmaktadır.

Artık insan, vakit vakit bâzı hoş olmayan hâllere mâruz kalırsa bundan dolayı büyük bir ümitsizliğe, bir hüzn ve kedere tutulmamalıdır.

Bunun bir hikmet gereği olduğunu anlamalı, kaldırılmasını Cenab-ı Hak’tan temennî etmelidir.

Bu ilâhî beyan, Resûl-i Ekrem hakkında da bir teselli mahiyetindedir. Tâ ki: Kavmi tarafından göreceği bâzı eza ve cefadan dolayı çok müteessir olmasın ve ayrıca yeminin de cevabı bulunmaktadır.

“Kebed“; Şiddet, meşakkat, zahmet demektir.

5 – O insan kendi üzerinde kimsenin güç sahibi olmadığını mı sanır?

5. O kendi kuvvetine güvenen kibirli insan (Sanıyor mu ki: Onun üzerine hiç bir kimse, güç yetiremeyecektir!.) O, kendisini herkesten daha kuvvetli zannediyor, ona buna verdiği eza ve cefadan dolayı bir gün cezaya uğramayacağına inanıyor. Bu ne kadar cehâlet…

6 – “Ben yığınla servet tükettim” diye övünüp durur.

6. O gururlu insan (Der ki, ben yığın yığın mal telef ettiğini.) yâni: O şahıs kendi nefisi ve arzusu uğrunda veya bâzı zâtları İslâm dinini kabulden alıkoymak maksadiyle sarf etmiş olduğu fazlaca servetiyle iftihar etmekte bulunuyor. Câhiliye ehli, böyle lüzumsuz, israfçı, gayr-i meşrû harcamayı, bir büyüklük alâmeti sayarak onurda iftiharda bulunurlarmış.

“Lübed“; fazla, çok toplu mânâsınadır.

7 – Kendisini gören olmadığını mı sanır?

7. O sarf ettiği malîle iftihar eden şahıs (Zanneder mi ki: Onu hiç bir kimse görmemiştir?.) onun o israfçı ve haince maksadını kimse anlamamıştır!. Elbette ki: Onu yaratmış olan Yüce Yaratıcı, onun bütün fiil ve arzularını görüp bilmektedir.

8 – Biz ona görmesi için gözler,

8. Evet.. O Hikmet Sâhibi Yaratıcı, buyuruyor ki: (Onun için) O kibirli, gâfil şahıs için (iki göz vermedik mi?) o gözleri kendisine veren bir Kerem Sâhibi Yaratıcı, onun bütün yaptıklarını görür bilir, Artık o şahıs, o gözlerini güzel kullanarak kendisine verilen nîmetleri görüp onları kendisine ihsân buyurmuş olan Kerem Sâhibi Yaratıcısı’na teşekkürde, kullukta bulunmalı değil midir?.

9 – Gönlüne tercüman olacak dil ve dudaklar, vermedik mi?

9. (Ve) O insana (bir dil ile dudak) da vermedik mi?. Bunlar da ne kadar birer büyük nîmettir. Bunlar ile konuşmaya, yiyip içemeye, ağzın kapamaya kaadir bulunmaktadır. Bunları da kötüye kullanmamalı değil midir?.

“Şefe” Dudak, her şeyin kenarı, kıyısı demektir.

10 – Ona hayır ve şer yollarını göstermedik mi?

10. (Ve biz ona) o gâfil insana (iki de tepe yolu gösterdik.) yâni: Takip edilmesi haddizatında mühim olan iki yola dair bilgiler verdik ki: Onlar da hayır ve şer, hidâyet ile sapıklık, hak ile bâtıl yollarıdır. Artık bunlara dair verilen bilgilerden istifâde etmeli değil mi idi?.

“Necdeyn” iki yüksek mekân, iki yüksek yol demektir.

11 – Fakat o sarp yokuşu aşmaya çalışmadı. (Böyle yaparak verilen nimetlerin şükrünü eda etmedi).

11. (Fakat o) kibirli şahıs (o sarp yokuşu geçemedi.) görünürde müşkül olan şükür vazifesini yerine getiremedi kendisine gösterilen meşrû yolu takip edemedi, hakkında sırf hayır olan bir fedakârlıkta bulunamadı.

“İktiham” müşkülâta göğüs germek, tahammül göstermek, suya dalmak güç bir şeye atılmak demektir.

“Akabe” de dağ içinde olan yol, sarf yokuş demektir.

12 – Sarp yokuş, bilir misin nedir?

12. (O sarp yokuşun ne olduğunu) Ondan ne kastedildiği (sana ne şey bildirdi?.) Onun sarp, yüksek olması ne itibariledir!. Bunu biliyor musun?.

13 – Sarp yokuş: bir köleyi, bir esiri hürriyetine kavuşturmaktır.

13. O Akâbe, o görünürde müşkil olan yol (Bir köle âzad etmektedir.) fedakârlıkta bulunup bir köleyi hürriyete kavuşturmaktadır. Böyle bir hareket, sâhibinin fâziletine, insanîyete hizmetine büyük bir alâmettir. Bunun sevabı pek çoktur. Hattâ İmam-ı Âzam’a göre bir köleyi veya bir cariyeyi âzad etmek, sadaka vermekten eftaldir. Bu mesele de İslâmiyetin hürriyete verdiği kıymeti göstermektedir.

14 – Kıtlık zamanında yemek yedirmektir.

14. (Yâhut) Akâbe denilen şey (bir kıtlık gününde) bir ihtiyaç zamanında (yemek yedirmektedir.) Yiyecek vermektir, nafaka temin etmektir.

“Mesgabe“; açık, kıtlık, meşakkat içinde bir ihtiyaç demektir.

15 – Yakınlığı olan bir yetimi,

15. (Karabet sâhibi olan bir yetime) Akrabadan bulunan babasız, yoksul bir çocuğa, öyle zavallı bir yavruya yemek yedirmek, ne güzel merhametlice bir muameledir.

“Makrebe” Neseb hususunda yakınlık demektir.

16 – Ya da yeri yatak, göğü yorgan olan, barınacak hiçbir yeri olmayan fakiri doyurmaktır.

16. (Veyâhut) Akâbe denilen iyilik (yerlere serilmiş) ihtiyacından dolayı topraklar üzerinde kalmış olan (bir yoksula) öyle yemek yedirmektir.

“Matrebe” Fakirlik ve ihtiyaç demektir. Esasen topraklanmak mânâsına olup fazlaca fakirlikten kinâyedir.

17 – Hem sarp yokuş: Gönülden iman edip, birbirlerine sabır ve şefkat dersi vermek, (sabır ve şefkat örneği olmaktır).

17. (Sonra da) Öyle fedakârlıkta bulunacak kimse, o fedakârlığı ile beraber (îman etmiş olanlardan) İslâm dinini kabul etmiş bulunanlardan (ve birbirlerine sabrı tavsiye edenlerden) yüz gösteren bir mûsibetten, bir meşakkatten dolayı din kardeşlerine sabır ve güçlü olmayı tavsiye edip duranlardan (ve) birbirlerine (merhametli) şefkatli, güzelce muameleyi (tavsiyede bulunanlardan olmaktır.) İşte bu vasıfları taşıyan zâtlar, en yüksek bir hidâyet yolunu takibe muvaffak olurlar.

18 – İşte hesap defterleri sağ ellerine verilecek olanlar bunlardır.

18. (İşte sağda olanlar) Kitapları sağ taraflarından verilecek muhterem kullar (onlardır.) o seçkin vasıtalara, fedakârlığa sâhip bulunandır.

19 – Ayetlerimizi inkâr edenlerin hesap defterleri ise, sol ellerine verilecektir.

19. (Ve o kimseler ki: Bizim âyetlerimizi inkâr ettiler) Allah’ın birliğine ve kudretine şâhitlik eden dış ve iç âlemdeki delilleri dikkate almadılar, Kur’an-ı Kerim gibi bir semâvî kitabı yalanladılar, bir nice parlayıp duran hakikatleri gizlemeye çalıştılar, (onlar da soldakilerdir.) En kötü insanlık için en zararlı olanlar da onlardır. Onlar, o inkârları sebebi ile yarın âhirette kitaplarını sol taraflarından alarak lâyık oldukları cezalara kavuşacaklardır.

20 – Onların cezası da, kapıları, üzerlerine sımsıkı kapatılmış ateş deposuna konulmak olacaktır.

20. Evet.. Yarın âhirette (Onların üzerlerine her tarafı kapalı) kendilerini kaplayan, içinden çıkamayacaklaro (bir ateş vardır) o da cehennemden ibarettir.

“Mü’sade” kitlenmiş, kapatılmış, tatbik edilmiş, kuşatmış demektir. İşte böyle pek korkunç bir âkıbete tutulmamasını isteyen her akıllı insan için lâzımdır ki: İslâm dairesinde yasasın, dinî emirlere ve yasaklara riâyetten ayrılmasın, bu hidâyet ve selâmet yolunu tam bir muvaffakiyetler takibe kavuşmasını Kerem Sâhibi Mâbud’dan niyâz eylesin. Ve başarı, Allah’tandır.