Abdulkadir İKBAL
Bütün hayatını İslam davasına vakfeden, en çetin bir zamanda bütün baskı ve zulümlere rağmen yılmayan, Allahın rahmetiyle meydana getirdiği eserlerle İslam'a çok büyük hizmetlerde bulunun Said Nursi gibi asrın müceddid ve allamesi, birinci dönemde Said-i Kürdi, ikinci dönemde Said-i Nursi diye yazı ve kitaplara imzasını atan bu büyük zatın, her nedense nesebini hazmedemeyenlerin ortaya attıkları hezeyanlara bir cevaptır.
Fitneye sebebiyet veren yazılar yazmaktan hoşlanmam. Ancak haddini bilmeyenlere de haddini bildirmek gerektiğine inanırım. Meydanın boş olmadığını göstermek hakkın gereğidir. Çünkü Üstadımız "Hakkın hatırı alidir. Hiçbir hatıra feda edilmez" demekle bizlere de bir yükümlülük yüklemektedir.
Bediüzzaman gibi bir dahiyi azama iktifa etmeyerek, kendi hissiyatlarını veya hangi maksatla olursa olsun bu davanın içine fitne sokmak isteyenler hep olmuş ve olacaktır. Yanlışlara dur demek her hakperest ve Nur Talebesi'nin görevidir.
Birçoklarının unuttuğu misallerden başlayacağım. Ben sadece geçmişte de Bediüzzaman'ın nesebi ile oynamak isteyenleri nazara vermek istiyorum. Başka hususları başkaları zaten yazıp çiziyorlar.
Bediüzzaman'ın kendi nesebi ile ilgili beyanını geçerli kabul etmeyenlerin elerindeki gerekçe ne olursa olsun Bediüzzaman'ın nesebi ile ilgili beyanları asla geçerli değildir ve Bediüzzaman'a karşı yapılan büyük bir saygısızlıktır.
Bediüzaman'dan evvel müceddid Mevlana Halid-i Bağdadi Kürdidir. Neseb hastalığına tutulanlar Hz. Halid'in de mi nesebini değiştirecekler. Çünkü ; Üstadlarını olduğu gibi değil, kendi anlayışlarına uydurmak istemişlerdir.
Zaman zaman bazı yazarlar Bediüzzaman'ın nesebi ile ilgili yazdıkları yazılarda onu Türkleştirmek veya Araplaştırmak için çaba sarf etmişlerdir. Yazılan bu tür yazılar bir kısım müddakik insanları büyük ölçüde rahatsız etmiş, bu sebeple meydana gelen fitneler ayrılığa sebebiyet vermiştir.
Mesela; Yeni Asya Gazetesi'nin 8 Mayıs 1976 tarihli nüshasının baş sahifesinde Necmeddin Şahiner imzasıyla "SON YÜZYILIN YEGu00c2NE TÜRK DÜŞÜNCE HAREKETİ SAİD NURSİ VE NURCULUK" adlı bir dizi yazı yayınlandı.
İslam Yaşar isimli yazarın yine yeni Asya Yayınları arasında yer alan Bediüzzaman Beşlemesi kitabının 75. ve 76. sayfalarında Üstad Rusya da esarette iken, Üstadın kazakları kesen Kürt gönüllü alay komutanı Bediüzzaman için Rusların "Kürt mollası geldi" ifadesi yerine "Türk Mollası geldi" ifadesi şeklinde değiştirip yazması hem tarihi vesikaları tahrif, hem üstada ihanet değil midir? Ne İslamiyet ve nede hukuk açısından hiç kimse böyle bir hakkı kendisinde asla bulamaz.
Daha başka makale veya kitaplarda da bu tür hezeyanlara rastlamak mümkündür. Zannederim verdiğim örnekler, üstadın Kürt olduğunu hazmedemeyenlerin üstada yaptıkları açık bir iftiradır. Bediüzzaman kendi kimliğini kitaplarına yazmış, bunu kabul etmeyenler, Beidiüzamanın yolunu terk ederek yalan söylemektedirler.
Hz.Peygamberin (s.a v.) döneminde de Hz. Muhammed (s.av.) musta'rebtir, yani sonradan Araplaşmıştır diyenler oldu. Bu şeytani hastalık her devirde vardır ve kıyamete kadar da hep var olacaktır.
Son zamanlarda Bediüzzaman'ın nesebi ile oynayan Prof. Dr. Ahmet Akgündüz de arşivlere indiğini söyleyerek bir şeyler ispatlamaya çalışıyor. Mademki Üstad Türk değil ona göre Araptı, o halde neden Bediüzzaman'ı "Türk yapmak" isteyenlerin iftiralarına karşı şimdiye kadar bir cevap vermemiştir. Vermiş olsaydı bu bir samimiyetin ifadesi olurdu.
Bediüzzaman'ı Türkleştirmek sevdasına kapılanlar daha da ileriye giderek bu projelerini gerçekleştirmek için onun mezarını yıkarak naaşını meçhul bir semte götürdüklerini iddia ettiler. Tarihte birçok din adamına yapılan zulüm ona da reva görülmüştür. Sağlığında zulüm ve baskıya maruz kalan Beddiüzaman'ın Kürtlerin yoğun olduğu Urfa'dan bağlarını kesmek için naaşı mezar hırsızları tarafından kaçırılmıştır.
Sırası gelmişken şunu da açıkça belirtmeliyim ki Bediüzzaman'ın naaşı Urfa da bir yerde metfundur. Bunun belgelerini Abdulkadir Badıllı ağabeyle beraber, Urfa Güneydoğu televizyonunun da dile getirmiştim. İsteyen internete girip "GTV meydan Abdulkadir Badıllı" diye yazarak bu programı izleyebilir.
Üstadın nesebi ile şimdiye kadar oynamaya yeltenenler ellerindeki delillerle bunu hiçbir zaman başaramadılar ve başaramayacaklar.
Çoğumuz; mevcut rejimin kontrolü altındaki okullarda bir ömür boyu okuyoruz. Sonra askerlik yaptırıyorlar, okullarda tam olarak eğitemediklerini de askeri tornadan geçiriyorlar. Birçok insanımız dindar olduğu halde mevcut rejimin etkisinden kendini kurtaramıyor. Üstadımız yirmi altıncı sözde "Bu asırda imanla küfür iç içe girdi. İkisi aynı dükkanda satılıyor" derken ne kadar dehşetli bir asırda yaşadığımızı bildirmiştir.
Hazret-i Peygamber döneminde ise, imanla küfür birbirinden tamamen ayrılmış ve safi hale gelmiştir. Bir mahallede inananlar,ve muttakiler öteki mahallede yalancılar ve inançsızlar bir araya gelerek elmasla kömürün birbirinden ayrılması gibi ayrılmışlardır. Tıpkı Ebubekir'i Sıdık ile Ebucehil'in mesafeleri gibi.
Üstada bağlılığını her yerde dile getiren Ahmet Akgündüz'ün Risale ile iktifa etmesi ve sadık kalması gerekmez mi? Acaba üstat da bir eksiklik mi tespit etmişler ki, bu eksikliği tamamlamaya çalışıyorlar?
Başta Ahmet Akgündüz ve onun gibiler çok iyi bilmelidirler ki, Üstadımız nesepsiz değil ve kendi nesebini bilmeyecek kadarda "haşa" bilmez değildir. Üstada kimsenin iftira atma hakkı yoktur. Üstadın Türk olduğuna dair bu iddiayı ortaya atanlar bunun hüsnü kabul görmediğini anladılar. Onlar geri çekilirken bu sefer başkaları devreye girerek, bu kez de onu Araplaştırmak girişiminde bulunuyorlar. Ehli tahkik tarafından biliniyor ki; belirli bir kesim üstadı Kürt olmaktan çıkarmak için başka bir nesep bulmaktan asla vazgeçmedi.
Ne acı bir gerçektir ki Kürtlere karşı çok haşin bir hazımsızlık bazı dindarlar da bile mevcuttur. Bu menhus hastalık imtihanın gereği olarak hep var olacaktır. Üstad'ın nesebi ile oynayan ve kendini nurcu diye tanıtan bazı zevatın kaleminden akan fitne ateşleri ittihadın bozulmasına sebebiyet vermiş ve vermeye de devam etmektedir.
Mektubat kitabının on beşinci mektup ta Üstad İslam aleminde dahilde meydana gelen üç büyük fitneyi izah etmektedir. Hz. Ali'nin (r.a.), Hz.Zübeyir, Talha ve Aişeye (a.) karşı içtihat savaşı, Hz. Alinin (r.a.) Muaviye ve saltanata karşı duruşu ve Hazret-i Hasan ve Hüseyinin (r,a,) Arap'çı Yezide karşı ümmet anlayışını hayatlarını feda ederek ortaya koymuşlardır.
Asırlardan beri her nedense Kürt kavminin mevcudiyeti bazıları tarafından Sünnetullah olarak kabul edilmemiştir. Bu itikadi bir zaafiyettir.
Efendiler Şualar kitabının, sekizinci bölümünde hazreti Ali gibi büyük bir sahabenin "Ey Said-el Kürdi" diye hitabını nereye koyacağız? Hazreti Üstad'ın bizzat kendi ifadeleriyle muhkem hale gelmiş ve Said-i Kürdi imzasını taşıyan risaleler ortada iken üstadı Kürtlükten çıkarma çabalarının izahı asla olamaz! Hazret-i Ali (r.a) ve bazı mübarek zatlar bu hususta yanlış bir şey mi söylüyorlar? Bunu hatırlatmak vicdani bir sorumluluktur.
Üstadı yüceltmek için güya yola çıkan Akgündüz bakınız nasıl bir kıyas yapıyor. "Özbeöz kayı boyundan olan Karakeçililer ne kadar Kürt ise, Bediüzzaman da o kadar Kürt tür" diyecek kadar ileri gidiyor. Bu ifadelerde İslami bir anlayışı kim bulabilir?
Akgündüz aslı astarı olmayan bir iddia daha ortaya atıyor. Hazreti Üstad'ın babasının ismi Mürteza imiş. Kürtlerde bu isim Mirza'dır diyerek Üstadın babasına da bir yapıştırma yapıyor.
Akgündüz elindeki kağıt parçalarını evvela bu işle iştigal eden ilmi bir heyete gösterip, bunların hakiki bir belge olup olmadığı hakkında bir çalışma yapabilir mi.. Malum olduğu üzere Osmanlı devleti İslam dan 700 yıl kadar sonra kuruldu. Aradaki yedi yüz yıl az bir zaman değil. Osmanlının arşivleri aradaki bu kadar uzun bir zamanı kapatabilir mi? Yani asrı saadetle. Musul'da ele geçirildiği iddia edilen belgelerle hakiki bir bağlantı tespit edilebilir mi..
1960 lı yıllarda bile kulağımıza bazı fısıltılar gelir, Üstadımızın arap olduğu telkinleri gizlice yaplırdı. Bunu yapanlar müsait bir zemini hep kollamışlardır.
Bu ülkede Kürt olmak ne büyük bir suçmuş meğer. Acaba Üstad başka bir milletten olsaydı, bu tür aslı astarı olmayan yakıştırmalar yapılır mıydı? İnkar politikalarının kalktığı iddia edilen bir iklimde bu durumun tekrar nüksetmiş olması düşündürücüdür.
Şimdi soruyorum: Yüce Peygamberimizin atası olan Hazret-i İbrahim (as) Arap mıdır? Hazreti İbrahim'in (a,s.) ataları kimlerdi? Ondan müteselsilen Hz.İsmail ve (a.s.) Hz. Muhammed'in (a.s.m.) torunları olan Hz.Hasan ve Hüseyin'in (r.a.) silsilesinden geldiği iddia edilen Said Nursi Hazretleri'nin sünnetullaha uygun olarak gerçek kavminin nereden geldiğini Akgündüz'ün araştırmasını tavsiye ederim. Zira halkayı tamamlayıp eksik bırakmaması lazımdır.
Meseleye vakıf nurcular hiçbir zaman üstad'ın nesebyle uğraşmadılar ve onun peşine nesebi için asla düşmediler. Üstat hangi milletten olsaydı onlar için hiç fark etmezdi. Asıl olan onun eserlerinde verdiği çağlar üstü İslami mesajlar ve ilkeleri rehberimizdir.
Hazret- üstat nesep itibarıyla değil, meslek itibarıyla Ehl-i Beyt'tenim diyor. Haşa üstat yanlış mı söylüyor? Hz. Peygamber Selman (r.a) ehli beytimdendir diyor Başkaları içinde aynı ifadeyi kullanıyor. Nesep itibarıyla Ebulehep, Hz. Peygambere Hz. Ali (r.a.) den daha yakındır, çünkü Peygamberin amcasıdır. Hz. Alinin (r,a.) olan kardeşi Hz.Akil (r.a.) Hz.Aliye (r,a,) karşı çıkarak Muaviyyenin safında yer almadı mı.. O da Hz. Peygamberin (a.s.m.) amcası oğlu değil mi.. Şimdi, nesebe mi bakacağız, yoksa istikamet dairesinde yapılan hizmete mi? Nesebe bakarsak, bazı peygamber çocukları ve yakınlarının bile şeytani yola saptıkları bilinen bir gerçektir.
Bir başka husus: Hazret-i üstat vefatından evvel doğduğu ve zorunlu yaşadıkları yerleri değil de, ecdadının bir memleketi olan Urfa'yı tercih etmiş ve hazret-i İbrahim in (a.s.) bir menzili olan Urfa'ya gelip burada vefat etmesi, ve makam-ı İbrahim'e defnedilmesi elbette bir hikmete mebnidir.
Şu da çok iyi bilinmelidir ki Üstad'ın yazdıkları hakkında yanlış yorumlara itibar etmiyoruz. Bizim için üstadımızın geçerlidir. Başkalarının maksatlarını aşan ifadelerini dinlersek risaleleri değiştirmemiz gerekir..
Hakkı haktan ayırmak hiç kimsenin haddi değildir. Geçmişte Nur Talebeleri'nin hedefini saptırmak için çok şeyler denenmiş, tutmamış ama iz bırakmıştır.
Üstadımız ben dahi bir müfsit olabilirim, siz mihenge vurmadan almayınız derken, bu tavsiye bizim için her zaman geçerli olacaktır
İslam da Kuran ve Sünnet esastır. Nurcular herkesten ziyade bu esasa uymak zorundadır. Kuran'ın bir tefsiri olan Risale-i Nur yanlış yazılmadığına göre, yazılanları kabul ediyoruz. Ya siz, kabul ediyor musunuz?