Dr. Mehmet Hişyar Korkusuz
Siyasetin işleyiş dinamikleri ve yapısı ile toplumun talep ve istekleri örtüşüp buluşursa normalleşme ve iyileşme süreçlerinin önü açılır. Gelişim ve ilerleme aşamaları zaten siyaset kurumunun doğru ve nitelikli bir okuma ve anlama çabasının doğal sonuçlarından başka bir şey değildir. Toplum ergenlik dönemindeki bir psikoloji ile yürüyorsa onu yüzündeki sivilcelerden ve aşırı refleksif davranışlardan ya da apatik, ilgisiz bir içe kapanmadan görüp değerlendirmek mümkündür. Daha gerilerde çocukluk ve biraz daha ötede yetişkinlik saklıdır. Toplumlar ve onların daha geniş bir perspektifle içine oturdukları halk ve millet realitesi yaşanan ve algılanan deneyimlerle bire bir ilişkilidir. Ölçüsüz ve orantısız etki - tepki hareketleri ve davranışları sergileniyorsa bir bunalım ve kuşku çağından geçildiği muhakkaktır. Bunalımın aşılabilmesi tarafların iyi niyet ve samimiyeti kadar paylaşma ve dayanışmaya açık olma derecelerine de bağlıdır. Hukuk, ekonomi ve yönetimin kurum ve kurallarının yetersiz kaldığı geçiş süreçlerinde değişim motifleri ve potansiyeli harekete geçer. Ancak bunun tanıtım, temsil ve tebliği başarılı olduğu takdirde değişimin motor gücü hedefine ulaşabilir. Kurumsal politik etkinliklerin mekanize aktiviteleri en geniş ölçekte değerler ve en dar dairede ise acil ve gündelik ihtiyaçlara cevap verebildiği nisbette yol alma ve ön alma şansı ve imkanı söz konusu olabilir. Gündelik hayat psikolojisi ve sosyolojisi kırılgan ve stresli modern hayat süreçlerinde bu yüzden daha bir ön plana çıkmaktadır. Hızlı alt üst oluşların olağan kabul edildiği bu yeni tür ilişki ve bağlam arayışları aynı zamanda savrulma ve doyumsuzlukların da kışkırtıldığı kontrolsüz, anarşik tavır alışları da beraberinde getirebilir. İşte tam bu noktada fren- denge sistemi devreye girer.
Toplumsal talep, tercih ve beklentilerin artıp çoğaldığı ancak siyasal sistemin ve ekonomik yapının bunları karşılayamadığı haller ve vaziyetler sistem mühendisleri için biçilmiş kaftandır. Burada her kritik durum ve süreçte görüldüğü üzere iki temel seçenek söz konusu olacaktır: Ya muhafazakar formatlı bir yumuşak rot balans mekaniği ya da daha sert çekirdekli devrimsel nitelikli değişim ve dönüşüm. Yokuşu tırmanan toplumlar ne kadar terlerse terlesinler geriye dönmek yerine ilerlemeye devam edip mümkün olan ilk doruğu aşarak vadi yahut platoda dinlenip istirahat etmek isteyecektir. Bu yüzden rahvan bir yürüyüş uzun soluklu mücadelenin mütemmim cüzüdür. Ancak bu yavaşlama ve ağırdan alma anlamına gelmez. İşin niteliği, zamanın ruhu ve insanların hali primer belirleyiciler olarak dikkat çeker.
Türkiye ve Dünya'da en çok tartışılan siyasi konulardan birisi olan 'Başkanlık Sistemi' dikkat ve özenle ele alınıp müzakere edilmesi gereken temel bir meseledir. Buna karşı olan muhalefetin argümanları görünürde demokrasi ve insan haklarına dayalı bir yaklaşımla bu sistemi reddederken bunu savunan hükümet çevreleri ise yürütmenin etkinliği ve milli birlik ve beraberlik olgusunu öne çıkarmaktadırlar. Gerçekten hemen herkes kendince bir gerekçe ile ve özellikle mevcut iktidarın güç ve yaygınlığını daha da arttıracağı varsayımı ile belli bir konumda bekleme fazında durumu gözlemeye devam etmektedir. Bu konuda doğal olarak başrolde ilk kez doğrudan halkın oylarıyla Cumhurbaşkanı seçilen Sayın Erdoğan bulunmaktadır. Erdoğan'ın yanında ya da karşısında olma tutum ve davranışı 'Başkanlık Sistemi'nin hakiki bir ihtiyaç kaynaklı olup olmadığı konusunu gölgelemektedir. Aslında zaten fiilen Başkan konumunda olan Sayın Erdoğan'ın bu konuyu salt kişisel neden ve unsurlarla ele aldığını düşünmek politik bir söylemden öteye geçmemektedir. Türkiye'de sürekli şişirilip pompalanan otoriterlik ve tirani tartışmaları gerçeklikten öte kurgusal bir senaryo çerçevesinde cereyan etmektedir. Mevcut Cumhurbaşkanı'nı yakından tanımayanlar geçen yüzyıldaki bazı uygulamalara bakarak ve kısmen haklı olarak 'acaba geriye dönüş yaşayabilir miyiz?' diye bir septik-şüpheci tavır sergilemektedirler. Bunda Sayın Erdoğan'ın bazı çevreleri zapt-u rapt altına almak için arada bir başını kaldırıp 'one minute' çekmesinin de katkısı var elbette. Ancak kesin olan konu, siyasi nüfuz ve iktidar çekişmesinin doğal sonucu olan ve güven eksenli kırılmadan kaynaklanan dost-akraba kayırmacılığının bazı kesimlerde çok ciddi bir hoşnutsuzluk oluşturduğudur. Erdoğan'ın bunu da dikkate aldığı ve bildiğinden kimse kuşku duymamaktadır. Belki biraz fazlaca iyimserlik gibi görünse bile işte tam bu noktada zaten başkanlık sistemine gereksinim vardır. Dışarıya çok yansımayan fakat Erdoğan'ın sürekli nazarı dikkate almak zorunda olduğu kimi grup ve asabiye çevreleri bu sistemin kurulmasıyla beraber yerini daha liyakatli ve adilane bir işe alma ve görevlendirme ile tasfiye edilebilir. Genç nüfusun psikolojisi daha fazla gerilimi ve haksız uygulamaları kaldırabilecek nitelikte değildir. Sayın Erdoğan'ın başta Emine Hanım olmak üzere çocukları ile beraber bizzat gençlik çalışmalarını deruhte etmesi bu olguyu göz ardı etmediğinin bir delili olarak görülebilir. 17 Aralık'tan bu yana gelişen süreçler Sayın Erdoğan ve yakın çevresinde paranoya seviyesinde olmasa bile ister istemez bir güvenilirlik ve sadakat odağı oluşumu arayışlarını icbar eylemiş vaziyettedir. Bununla birlikte makul, meşru talepleri olan halk tabanıyla doğal, normal ve sade iletişim kanalları daha bir takviye edilerek genişletilip zenginleştirilmeye çalışılmaktadır. Cemaat(ler) konusu da bir süre sonra tarafların ortak aklı ve kalb-i selimi devreye koymasıyla öngörülebilir bir çizgiye doğru yaklaşacaktır. Burada mühim olan konu inanç kaynaklı af ve merhamet ikliminin adaletle yoğrulmasına izin verecek liderlik tarzının tezahürü olacaktır. Sayın Erdoğan kendisini 'la yüs'el' (sorgulanamaz) olarak görmemektedir. Zaten asıl hesabını Allah'a verecek olan bir kişi elbette dünya hayatında da buna hep hazırlanır. İşte tam da bu noktada sistemin tüm girdi ve çıktıları ile bir bütün olarak sorumluluğunu taşıyacak konumda bir Başkan ihtiyacı belirsizlik ve sorumsuzlukların en azından siyaseten önüne geçebilecektir. Bir de Başkanlık sistemi tartışmalarını Sayın Erdoğan'la sınırlı tutmak Türkiye'nin içinde bulunduğu pozisyonu ideolojik tarih okumasıyla tam olarak görmeme yüzünden olabilir. Bu ihtiyaç ve zorunluluk Erdoğan sonrasında daha da artan bir ivmelenme gösterecektir. Kaotik zamanlarda dağılma ve çözülme kinetiği ile savrulma ve parçalanma trendine girebilecek zayıf atomize bağlar temsil kabiliyeti zatına mündemiç olan güçlü ve nitelikli bir Başkanlıkla yeniden yörüngede tutulabilecektir. Kaldıki yeni kabileci yaklaşımların etnik ve mezhebi yüzü yüksek standartlı ve kaliteli bir siyasi yönetici profilini başta Türkiye olmak üzere tüm Ortadoğu'da zorluyor. Eski liderlik modellerinin yetersizliği, dış güdümlü müdahale ve manevraların adı ve türü ne olursa olsun bumerang etkisine yol açacağını fazlasıyla kanıtlamış durumdadır. Denenmişi deneyerek topu taca atmanın gereği ve erteleme - öteleme lüksü kalmamıştır. Zorlu siyasi kuşatmalar, çetin ekonomik şartlar, hızla farklılaşan sosyal yapı ve inanılmaz bir etkiye ulaşan sosyal medya ve internet kullanıcılığı başta insan tekleri olmak üzere hemen herkeste pozitif veya negatif olması fark etmeksizin bir merkezileşme tasavvurunu tetiklemeyi sürdürüyor. Diyalektik bir bakış ya da hikmetli bir göz bu değişimi net olarak analiz edebilir.
Türkiye gerçekten eski Türkiye değildir. Son yüzyılın cumhuriyet ve demokrasi deneyimlerine rağmen henüz daha alınacak çok yol ve mesafe vardır. Tarihi gelenek ve inanç faktörünün toplumsal derin hafızayı ortak duygudaşlık ve fikirdaşlık temelinde yeniden yoğurması da geriye dönüş olarak algılanmamalıdır. Nehir aynı olsa bile akan su aynı değildir. Meclis içinde Sayın Kılıçdaroğlu, Sayın Bahçeli ve Sayın Demirtaş, Meclis dışından başta Sayın Asiltürk ve Kamalak olmak üzere diğer siyasi liderler Türkiye için iyi, güzel ve doğru olanı tıpkı Sayın Erdoğan gibi kendi aidiyet, sadakat odağı ve asabiye çerçevelerinde düşünmektedirler. Ancak bize göre artık farklı akılların bileşke vektörü olarak tanımladığımız global (kürevi) asabiye yaklaşımına herkesin ihtiyacı var. Türkiye iyi tanımlanmış ve tasarlanmış Başkanlık Sistemi'nden korkmamalıdır. Ancak Başkan'ın temsil kabiliyeti hukuktan çok realiteyle test edilmektedir. Bu yüzden hiç kimsenin ve grubun dışarıda kalmadığı tevhid eksenli çokluk içerisinde birlik yaklaşımı çok önemlidir. Ekip, kadro ve kaynak bakımından yenilenen bir Türkiye ortadoğu ve islam dünyası ve Asya için moral ve ümit, Avrupa ve Batı için bir şans ve imkandır. Başkan'ın yanına alacağı güvenilir yardımcısı ile birlikte yeni bir Türkiye ve yeni bir Dünya'nın kuruluş alt yapısı mümkün hale gelebilecektir. Askeri güçle bütünleşen ekonomik güç unsurları başarılı diplomasi ile milli ve manevi kaynakları daha ötelere taşıyabilecek bir kıvama böylelikle gelebilecektir. Başkan'ın katalizör rolü ve oyun kuruculuğu artan marka değeri ile beraber daha büyük bir önem kazanacaktır. Türkiye'nin başta petrol ve doğal gaz olmak üzere enerji havzalarına daha rahat uzanabilmesi de bu tarzla daha kolay hale gelebilecektir.
Bu kadar güçlü hale gelen Başkan'ın denetimi kamuoyu tarafından daha bir dikkatle yapılacaktır. Artan güç daha kırılgan karakteristikler gösterir. Bunu en iyi bilebilecek durumda olan kişi de zaten Başkan'dır. Başkanlık sistemi aynı zamanda Türkiye'yi sağ ve sol merkezkaç kuvvetlerin çekim alanından çıkararak Mevlana-Yunus ve Hacı Bektaş-Ahmedi Hani çizgisinde merkezcil kuvvetler etrafında birlik ve beraberliğe yöneltecektir. Hakikat ve adalet çizgisindeki bu toparlanma ile oluşan bilgi-sevgi-güven atmosferli kültür ve üretim eksenindeki bu yeni merkezin bölgesel cazibesi ve hayırlı sonuçları inşaallah uzak olmayan bir zamanda herkes tarafından görülebilecektir. Başkanlık sistemi halkın ve milletin bir ihtiyacı olarak tesis edilebilir Başkan olacak Zat'ın kişisel özelliklerine göre değil. Başkan olacak kişi - bu durumda elbette Erdoğan - Başkanlık sistemine ancak renk tonunda ve muamele tarzında eklemleme yapabilir. Asıl yükü taşıyacak olan sanılanın aksine hukuk ve mahkemeler ile temsilciler meclisi ve siyaset olacaktır. Ekonomi, diplomasi ve askeri güçler milli iradeye tabi olacaktır. Sivil toplum ve birey aradaki patronajı kırarak gerçek bir varoluşun imkanını yakalayabilecektir. Milletvekilliği ve bakanlıklar siyasi rant ve paylaşımın doğal olarak nesnesi kalmayacağı için öznesi olamayacaklardır. Ancak bu bir süreç işidir ve sağlıktan eğitime bilimden kültür ve sanata çok geniş dairede bir reel üretim artışıyla ve birikimle gerçekleşecektir. Bu süreç 'nasıl olacak?' sorusuna iyi çalışılırsa Allah'ın yardımıyla ve milletin oluruyla olabilecektir. Ne dersiniz; neden olmasın?