EZGİ ÇELİKANKARA
Gündemde sıcaklığını koruyan ayrıca Ak Parti hükümeti tarafından sıklıkla dile getirilen Sivil Anayasa ve Başkanlık Sistemi Haziran seçimleri öncesinde tartışılmaya devam ediyor. Türkiye'nin Yeni Türkiye için darbe anayasasından kurtularak Yeni sivil anayasaya ihtiyacı olduğu ise sıklıkla vurgulanıyor. Muhalefet tarafından iki konu üzerine de karşı çıkmalar yaşansa da Başkanlık Sistemi ve Yeni Anayasa üzerine halkın bilinçlendirilerek tartışmaya açık bir hale getirilmesi gerekiyor. Stratejik Düşünce Enstitüsü Genel Başkanı Prof. Dr. Birol Akgün ile Yeni Anayasa ve Başkanlık Sistemi'ne dair ayrıntıları konuştuk.
Yeni Anayasa Türkiye için mümkün mü?
Yeni Anayasa Türkiye için elbette ki mümkün ve gerekli. 1982 anayasasın da bir takım sıkıntılar var. 1982 anayasasını yapan irade Türkiye halkının seçtiği insanların oluşturduğu bir kurul değildi. Tam tersine askeri bir dönemde olağanüstü şartlarda ve güvenlikçi bir mantıkla yapıldı. Her şeyin güvenlik paradigması üzerinden yorumlandığı ve 1970 ile 1980 arası Türkiye'de yaşanan sıkıntıların üzerine bir siyasi okuma üzerine inşa edildi. Dolayısıyla 1982 anayasası Türkiye'nin 1990'lı yıllardan itibaren geçirmiş olduğu sivilleşme, demokratikleşme küresel sisteme entegre olma, şehirleşme, eğitim düzeyinin artması gibi hem iç hem dış gelişmelere ve uluslararası konjektörü yansıtan bir anayasa değil. 1982 anayasası ile 21. Yüzyıldaki Türkiye'nin ihtiyaçlarını karşılayabilecek bir metin ve anayasal ruh ortada yok. Bundan dolayı Türkiye'nin yeni bir Sivil Anayasa yapma ihtiyacı var. Bu konuda da Türkiye'de büyük bir beklenti de var.
"Siyasi ideolojik kutuplaşma Yeni Anayasa ve Başkanlık Sistemi üzerinden yansıyacak"
Başkanlık Sistemi konusunda yapılan kamuoyu araştırmaları sonuçlarını nasıl yorumlamak gerekir?
Yapılan kamuoyu yoklamalarında yeni ve sivil bir anayasa yapılması gerekliliği yüzde 70'lik bir kesim tarafından kabul ediliyor. Ama içeriğinin ne olacağı, nasıl bir dizayn yapılması gerektiği konusunda elbette ki görüş ayrılıkları var. Başkanlık sistemi konusunda yeni anayasa da birey haklarının ve demokrasinin denetim alanlarının güçlendirilmesi konusunda uzlaşı var. Ama mevcut parlamenter sistemle mi yoksa daha etkin bir yönetim şekli olarak görülen Başkanlık sistemi ile mi yola devam edilmesi konusunda kamuoyunda bir ayrışma var. Yapılan kamuoyu yoklamalarında yüzde 45 civarında bir kesim başkanlık sistemini onaylıyor. Bir o kadarı karşı çıkıyor ve 10-15 puanlık kararsızlar var. Bu konuda Türkiye'de ki iktidar partisi ve muhalefet arasında ki siyasi ideolojik kutuplaşma yeni Anayasa'nın içeriği ve Başkanlık sistemi üzerinden yansıyacak gibi duruyor. Kararsızları kim yanına çekerse onun elinin güçleneceği bir sürece giriyoruz. Dolayısıyla yeni Anayasa'ya evet ama yeni Anayasa'nın hangi siyasi gelenek üzerine inşa edileceği konusunda çok bir uzlaşma yok.
"Seçim işleri üzerinden büyük bir vesayet sistemi oluşturuluyor"
Yeni Anayasa, Çözüm Süreci ve Başkanlık Sistemi konusunda nasıl bir role sahip?
Türkiye için Başkanlık Sistemi neden öncelik kazanıyor? Türkiye'de ki mevcut parlamenter sistemin Türkiye'nin Tanzimat'tan beri yaşadığı modernleşme, siyasal gelişme çizgisinin toplumsal bir tecrübe ve hafıza kazandırdığı ilkesi üzerine karşı çıkıyorlar. Dolayısıyla Türkiye'nin geleneklerinin parlamenter sisteme göre yapılandığını söylüyorlar. Burada ki varsayım çok gerçekçi ve doğru değil. Türkiye'de ki sistem ile 1961 döneminde ne de 1982 döneminde gerçek anlamda bir parlamenter demokrasi yaşanmadı. Sistem içerisinde ağırlığın, önceliğin, yetki ve güç karışımında parlamentonun olduğu bir sistem asla kurgulanmadı. Tam tersine parlamenter sistem görüntüsü ve Türkiye'de ki devlet seçkinlerinin üzerinden vesayet kurmaya yarayan pek çok kurum oluşturularak parlamenter sistem aslında iğdiş edildi. Türkiye'nin güvenlik politikaları hiçbir zaman parlamento iradesine yansıyarak belirlenmedi. Milli Güvenlik Kurulu üzerinden belirlendi. Burada ortaya çıkan sıkıntı olduğu zaman da vesayetçi kurum olarak Anayasa Mahkemesi ihdas edildi. Anayasa Mahkemesi Türkiye'de demokratik hak ve özgürlükleri genişletici bir yorumla Türkiye'de demokrasinin genişlemesine, derinleşmesine katkıda bulunmadı. Tersine devletçi reflekslerle hareket etti. Onlarca siyasi partiyi gözünü kırpmadan kapattı. Cumhurbaşkanına tanınan yetkiler 1982 anayasasında normal bir parlamenter sistemde öngörülen yetkilerin sınırları içinde asla düşünülemeyecek olan yetkilerdir. Tek başına yaptığı işler yargı denetimine tabi değildir. Türkiye'de ki bütün Bakanlıkların il müdürleri bile Cumhurbaşkanı imzası ile atanır. Dolayısıyla bu seçim işleri üzerinden büyük bir vesayet sistemi oluşturuluyor. Ahmet Necdet Sezer zamanında da bunu gördük. Yedi yıl içerisinde 800 civarında kararnameyi reddeden bir durum ortaya çıktı. İktidar partisi herhangi bir kuruma bir genel müdür atayamaz duruma düştü. Cumhurbaşkanı Türkiye'de ki bütün rektörleri atar. Cumhurbaşkanı Anayasa Mahkemesi üyelerinden üçte birinden Danıştay Yargıtay'a kadar atamalar yapar.
"ORTADA UCUBE BİR SİSTEM VAR"
Bu ne demektir?
Bu alanlar büyük ölçüde seçimle iş başına gelen halkın iradesine, denetimine tabii olan parlamenter sistemin özüne aykırı olan düzenlemelerdir. Özellikle 2007'de yapılan referandumla Cumhurbaşkanının doğrudan halk tarafından seçilmesini öngören yeni bir sistem ortaya çıktığı zaman artık bu sistem mevcut haliyle parlamenter sistem olarak adlandırılamaz. Tam tersine yetki ve sorumluluğun kimde olduğu belli olmayan karma bir sistem ortaya çıktı. Bu Başkanlık Sistemine, yarı Başkanlık sistemine ve parlamenter demokrasiye de uymaz. Ortada ucube bir sistem var. Dolayısıyla Türkiye'deki yeni Anayasa tartışması sistemin özünü oluşturan parlamenter demokrasi, yarı başkanlık ve başkanlık sisteminden hangisinin tercih edileceğine ilişkin kesin bir karar verilmeden asla yapılamaz. Bundan dolayı Türkiye yeni Anayasa yaparken mutlaka sistem tartışmasını yapmak zorundadır.
Peki, Türkiye neden Başkanlık sistemine daha yakın?
Türkiye parlamenter sistem demokrasi içerisinde özellikle koalisyon hükümetlerinden çok çekti. Seçim yapılıyor. Ama seçim sonucunda tek parti iktidarı ortaya çıkamıyor. 1970, 1990 yıllarında da bu böyleydi. Çok parçalı hükümetler oluşuyor. Karar veremeyen, yönetemeyen bir demokrasi ortaya çıkıyor. Bu da askeri darbeler ve müdahalelerin yolunu açıyor. Sivil siyasetin alanının daraltılması ve demokrasi dışı güçlerin müdahalesine meşru bir zemin hazırlıyor. Başkanlık sisteminin en büyük artısı yönetimde istikrar, güçlü ve etkin bir yürütme gücünün oluşumunu kesin karara bağlıyor. Seçim yapıyorsunuz. 5 yıl tek kişinin kendi ekibi ile beraber ülkeyi yönettiği bir durum var. Eğer başarısız olursa seçimlerde hesabını soruyorsunuz. Yetkiyi veriyorsunuz ama sonunda hesap sorma hakkınız var. Ama koalisyon hükümeti olursa yetki, sorumluluk ve hesap sorma durumu ortadan kayboluyor. Bu anlamda yetkilendirme ile hesap sorma arasında ki ilişki çok açık şekilde ortaya çıkıyor.
"Fiilen var olan Başkanlık sistemini resmileştirmek gerekiyor"
Başkanlık sistemine bugün neden ihtiyaç var?
2007'de yapılan anayasa değişikliği ile fiilen aslında bir başkanlık sistemi kurulmuş durumda. 1982 anayasasının Cumhurbaşkanına tanıdığı yetkiler halktan meşruluğunu alarak yüzde 52'nin oyu ile seçilen Cumhurbaşkanını siz sembolik yetkilerle donatılmış bir parlamenter Cumhurbaşkanı gibi belirtemezsiniz. Çankaya'da ya da Beştepe'de otursun önündeki evrakları imzalasın ama 5 yıl sonra bu adam seçime gidecek. Halka hangi icraatını anlatacak? Dolayısıyla bugün fiilen var olan Başkanlık sistemini resmileştirmek gerekiyor.
"Hızlı karar alabilecek bir yönetime ihtiyaç var"
Küresel sistemde büyük bir anarşi ve belirsiz bir dönemden geçiyoruz. Eski düzen kayboldu. Doğu-Batı ilişkileri kayboldu. ABD merkezli hegemonik sistemde çözülme var. Rusya en son yaptığı hamle ile bir anda ortalığı birbirine kattı. Ortadoğu bölgesine baktığımız zaman büyük bir istikrarsızlık ve kaos var. Türkiye bölge de kendi ayakları üzerinde durabilen bir güç haline geldi. Ama kendi içerisinde etnik, dini, kültürel birçok sorunu var. Her an her şeyin izlendiği, hemen müdahale edilmesini gerektiren hızlı karar alabilecek bir yönetime ihtiyaç var. İstikrarsızlık ve kriz ortamında Türkiye en hızlı şekilde karar alabilecek ve önüne gelen fırsatları değerlendirebilecek bir yönetim sistemi kurmak zorunda. Bunu sağlayacak en önemli aracın da Başkanlık Sistemi olduğunu düşünüyorum. Normal parlamenter demokrasilerde yürütme yasama organının yansıması olduğu için süreçler daha yavaş işliyor. Oysaki bugün kriz ortamında Başkanlık sistemi çok daha işlevsel olabilir. Önümüzdeki dönemlerde bu kriz ortamı 20-30 yıl daha devam edecek. Çünkü Dünya sistemi yeniden yapılanıyor. Bu yapılanma 3-5 yılda olmaz. Balkanlar, Kafkasya, Doğu Avrupa, Ortadoğu ve Dünya sistemin de 3-5 yılda dengeye kuracak bir sistem yok. Bu süreç çok daha sancılı olacak. Böyle bir yapılanma ancak etkin, güçlü bir liderlik, yönetim hafızasına sahip olan güçlü liderlerle aşılabilir. Bunu ancak Başkanlık Sistemi sağlayabilir. Türkiye 2023 vizyonuna ulaşacaksa bölgesel bir güç, küresel bir aktör olacaksa yavaş karar alma süreçleri ile olacak bir şey değil. Önümüzde ki imkanları kullanabileceğimiz hızlı etkin bir yönetime ihtiyaç var.
Geçtiğimiz günlerde sol kesimin umutsuzluktan dolayı Başkanlık Sistemine karşı olduğu ve halkın bilmesini istemediklerinden dolayı tartışmadıkları belirtildi. Peki, Başkanlık Sistemi topluma iyi anlatılamadı mı? Başkanlık sisteminin Türkiye'deki şanssızlığı yeteri kadar bilinememesi mi?
Başkanlık Sistemi denildiği zaman sol kesim ve geniş halk kitlelerinde Türkiye'nin içinden geçtiği Kürt sorunu ekseninde özerklik, eyalet sistemi, bölünme korkularını tetikleyen bir dizi dinamik harekete geçiyor. Bunların toplumda tartışılarak anlatılması gerekiyor. Başkanlık sistemi, eyalet sistemi ya da özerklik birbirinin olmazsa olmaz bileşeni değildir. Korkulara kapılmak, parlamenter sistem fetişizmi yapmak yerine bu sistemler içerisinde Türkiye başkanlık, yarı başkanlık, parlamenter sistemden hepsini kendi içerisinde tartışmalı ve eğer toplum ikna oluyorsa Başkanlık Sistemine geçebilmelidir.
"Yeni anayasa oluşturulmadan Çözüm Süreci başarıya ulaşamaz"
2015 seçim sürecinin büyük ölçüde Yeni anayasa, Çözüm Süreci ve Başkanlık Sistemi merkezli gideceğini bunların da birbirinden ayrılmayacağını düşünüyorum. Yeni anayasa oluşturulmadan Çözüm Süreci başarıya ulaşamaz. Kalıcı olarak bu işi çözecekseniz anayasa da bazı şeyleri tanımlamanız gerekiyor. Yeni Anayasa demek Çözüm Süreci'ni nihai sonuca bağlamak demektir. Bunlar birbirinden ayrılamaz noktalardır. Sol kesim ya da birilerinin Başkanlık Sistemi tartıştırmayız demesi aslında siyaset üzerinden söylemsel vesayete dönüşüyor. Medya üzerinde de aynı durum yapılıyor ve özellikle bölünme korkusu üzerinden Türkiye'deki demokratik tartışma ortamının üzeri örtülmek isteniyor. Çözüm Süreci ve Yeni Anayasa'nın anayasal düzeyde garanti altına alabilecek mekanizmaların kurulması gerekiyor.
"Başkanlık sistemi gelince Cumhuriyet gidecek" gibi bir algı oluşturuluyor. Bu konu hakkında neler söylemek istersiniz?
Türkiye'de bir kavram kargaşası yaşandığını düşünüyorum. Cumhuriyet eşittir demokrasi, demokrasi eşittir parlamenter sistem buda Başkanlık Sistemi'nin karşıtı gibi. Başkanlık Sistemi ile ilgili yaptığım bir konuşma da 80 yaşında emekli öğretmen kalkıp "Biz Cumhuriyeti yıktırmayız" dedi. Ona anlattım. Cumhuriyet ile parlamenter sistemin birbirinin zorunlu sonucu olmadığını. Demokrasi içerisinde, demokrasinin uygulama mekanizması olarak başkanlık sisteminin örneği ABD, yarı başkanlık Fransa ve parlamenter sistem İngiltere'dir. Bunlar Dünyada ki üç klasik demokrasi örneğidir. Türkiye kendi sistemini kurgularken bu üç örneği ve diğerlerinin örneklerini elbette ki alabilir. Ama birileri kavram karmaşası yaratarak bu konuda sağlıklı ve rasyonel bir temel de tartışılmasının önüne geçmek istiyor. Vesayet derken bunu söylüyorum. Siyasi tartışma yapma üzerinde bile vesayet oluşturulmaya çalışılıyor Her ülke kendi gelenekleri, ihtiyaçları doğrultusunda bu sistemlerden birini kabul edebilir, değiştirebilir ve kendine uyarlayabilir.
"Sistem dayatması yapmak doğru değildir"
Türkiye 90 yıl aradan sonra hukuk sistemini büyük ölçüde revize etti. Cumhuriyet kurulurken o günkü devrimci koşullarda Medeni Kanunu İsviçre, Ceza Kanunu'nu İtalya, Ticaret Kanunu'nu Almanya'dan aldık. Son 10 yıl içerisinde Ceza Kanunu, Medeni Kanunu ve Ticaret Kanunu'nu da kendimiz yeniden yaptık. Türkiye bu olgunluğa sahiptir. Anayasayı yaptırmayız, Başkanlık Sistemini tartışmayız demek Türkiye'nin bu tartışmayı yapabilecek olgunluğunu görmezden gelmek demektir. Hala insanlara siyasete ve Türk halkına güvenmemek demektir. Sistem dayatması yapmak doğru değildir. Bu sistemlerin açık yüreklilikle tartışılmasını engellemek anti demokratik bir tutumdur.
Peki, 2015 seçimlerinde bizi bu konularda neler bekliyor?
2015 seçimleri Yeni Anayasa ve Başkanlık Sistemi tartışmaları üzerinden gidecek. İlk defa bu kadar geniş halk kitleleri nezdinde Türkiye bir sistem tartışması yapacak. Bu konuyu yeni bir kutuplaşma aracı olarak değil tersine demokrasinin zenginliği olarak görmek ve her kesimin fikirlerine rasyonel bir zeminde tartışılabileceği, dile getirebileceği bir ortamın yaratılması önemlidir. Seçimin de ben buna vesile olacağını düşünüyorum. Anayasa yapıldığı zaman nihai karar halk olacak. Referanduma gidilecek ve halkın onaylamasına bırakılacak. Türkiye 2023'e giderken Anayasasını da sivil bir şekilde yeniden yakalama fırsatı bulmuştur. Bu fırsatı kaçırmaması gerekir.