Dr. Mehmet Hişyar Korkusuz (İnönü Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi)
• Yeni Cumhurbaşkanlığı Sistemi referandumunun az bir farklı geçtiğini unutmadan adil, makul ve meşru bir Başkanlık Sistemi inşası hedefinden asla vazgeçilmemelidir. Şu dönemde yaşadığımız küresel Korona günleri tüm insanlık, her ülke ve toplum için bir testtir aslında. İnsanlığın hızlandırılmış kısa tarihi yeniden yaşanmaktadır. Modernitenin imkanla beraber bir imtihan (sürekli test ve meydan okumalar) özelliğindeki tezahürleri her yerde tevazu, paylaşım gibi insani değerleri içeren smart, akıllı yönetimleri öne çıkarmaktadır.
Tarih ve toplum, değişim süreciyle süreklilik güçleri arasındaki ilişki, etkileşim ve gerilimlerin bir ahenk ve uyum arayışına tanıklık edebileceği gibi, farklılaşma ve yabancılaşma trendini de gözlemleyebilir. Hayatın tüm alanlarında geçerli olan hususlar, siyasette de aynıyla caridir. Sebep-sonuç ilişkileri içerisinde bütüncül bir bağlantılandırma ve temas kurarak durum değerlendirmesi ve analiz yapmak şarttır. Biraz yorgunluk ve tepki ve biraz da yanlış anlaşılma korkusundan kaynaklanan suskunluk, herkesi etkileyebilecek bir toplam maliyetle karşımıza çıkabilir. Başkanlık Sistemi, değişim süreci isim değişikliği ile referandumdan geçtikten sonra asli hüviyetine zamanla erişebilir düşüncesi, irade ve usûl eksikliğinden dolayı maalesef ağır aksak ritimlerde sürdürülmektedir. Yapı-fonksiyon ve amaç-araç dengesi içinde süreç, mekanizma ve kurumlar tam olarak tekemmül ettirilmeyince ister istemez yeniden eski düzene geçiş sesleri yükselmeye başladı. Yeni kurulan partilerin parlamenter sisteme dönüş mesajları, şu anki milli ihtiyaçtan daha çok kendilerine alan açma ve ön alma çabalarıyla ilişkilendirilebilir. Ancak Yürütme Erki olarak güçlendirilen (Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi) yeni sistemin, Meclis (Yasama) ve Yargı (Adalet) organlarının baş, gövde ve kalp olarak tam hayat ve vücud bulmadan ete kemiğe büründürülmeye çalışılan sistem, tam bir Başkanlık Sistemi olmayacaktır. Verili halde oluşturulan Cumhurbaşkanlığı Sistemi, eksik bırakılan boyutlardan dolayı ortaya çıkan arıza ve sıkıntıların sorumlusu olarak takdim edilip süreç bütünüyle kesintiye uğratılabilecektir. Şu anki gerilimin bir sebebi de elitist zihinsel konfordan dolayı bu konudaki bilinçli ihmal ve görmezden gelmenin tahammül edilemez bir seviyeye çıkmış olmasıdır. Gerçekliği kaybettiğiniz anda kontrol dışı mekanizmaları siz davet etmeseniz bile müdahil olmaya başlar. An itibariyle en azından tarihe tanıklık etme sorumluluğundan dolayı fiili duruma projeksiyon tutarak ve acil durumu gözeterek bir yazı daha yazma gereği had safhadadır. Tıpkı doğum ya da ağaç örneklerinde görüldüğü üzere tohumun filizlenip yeşererek gün yüzüne çıkması gibi her düşünce, uygulama ve görüşün ayrı bir serüveni söz konusudur. Başkanlık Sistemi konusunda siyasi düşünceler, tarihi ve siyasal sistemlerin işleyişi bağlamında sürekli okumuş, çalışmış ve yoğunlaşmış akademisyen ve düşünürlerin işin olgunlaşma noktasında net bir tutum almaması zaten düşünülemez.
Nevi şahsına münhasır bir millet ve devlet: TÜRKİYE
Türkiye hemen her düşünce ve görüşün kendi coğrafyası ve tarihi bağlamında kendine özgü kavramsal değişim ve dönüşüme uğradığı bir ülke olarak dikkat çekiyor. Bu biraz da işin tabiatı gereği böyledir. Türkiye hem karadan, hem denizden ve hatta havadan sürekli bir kuşatma ve sıkıştırma ile karşı karşıya bir bölgede nevi şahsına münhasır bir millet ve devlet olarak varlığını sürdürmektedir. Doğu, batı, kuzey ve güneyden gelen her türlü dalga hareketi, belli bir milli ve manevi dalgakıran etkisiyle absorbe edilmektedir (soğurulmaktadır). Bu yapılırken kimlik ve ideolojiler ister istemez devreye giriyor. Her zaman için belli bir prizma içinden ışık kırılarak ilerliyor. Ortamın durumuna göre ve ideolojik aynaların ve gözlüklerin sayı ve niteliğince gerçeklik algılaması ve olguların okunması çeşitlilik arz edebilmektedir. Bu durum, eşyanın ve insanın tabiatına ters düşmeyen bir realite olarak kendi vaziyetini tezahür ettiriyor. Neticede her toplum, inanç ve gücünü daimi kılacak referans ve sabiteleri değerler bağlamında diri ve canlı tutmak ister. Toplumun normali makul olanla bütünleşince, sistem meşruluğunu yeniden üretebilir. Bu meşruluk ise Hak ve Hakikat eksenli bir arı duru bakış ve yönelişin yansıması ile cisimleşebilir. Bütün bunlar ancak fikri takip ve intac ile kolaylaştırılabilir. Siyasal olayları analiz ederken liderlik-aktör boyutunda veya yapı-sistem kapsamında yahut da işlev-fonksiyon seviyelerinde ele almak mümkündür. Buna bir de iç ve dış politik konjonktürü katarak yaklaşmak daha gerçekçi bir değerlendirme olacaktır. Ancak belki de en önemli dinamizmi insani ve kültürel çalışmalar ile ekonomik durum ve ihtiyaçlar hiyerarşisi sağlayacaktır. Bu yüzden kendi kapris ve kompleksine kapılarak atıp tutanların politik varsayımları toplumda herhangi bir net karşılık oluşturmamaktadır. Çünkü işin özünde toplumu cahil ve yetersiz görerek ideolojik bir kırılmayla yola çıkılmakta ve aydınlanma kısıtlı bir perspektiften ele alınmaktadır. Gerçekte aydınlanmış insan, Halk’ın içinde Hak’la ve hakikatin bilgisi ve gerçeğin sevgisiyle yürüyen güç ve çıkar odaklı ideolojik duruş ve bakışa mesafeli bir tutum alan olgun insandır. Olgunluk ve erdem olmaksızın bilim ve aydınlanmadan bahsetmek mümkün değildir. Her şey söylemden ibaret görününce insanlar ve toplum, tabii olarak sahici ve ruhtan köklü çözümlere yönelirler. Günümüzde siyasetin kuramsal alandan uzaklaşmasında da en temel nokta, gerçeklik adına üretilen modellerin seküler bir kutsal havasında tatsız tuzsuz bir ideolojiye dönüşen buyurgan ve elitist tavır olmaktadır. Halk’ın ve daha kapsamlı olarak Millet’in modern toplumların kırılganlığına, kaypaklığına ve dağıtıcılığına karşı bulduğu bir ara çözüm formülü öze dönüş ve dirilişle beraber seyreden yeniden dindarlaşma kalıbıdır. Bu gelişimde modern tutum ve bakışla gelen öğrenilmiş süreçler de etkili olmaktadır. Bu sentezin momentumu ile esnekleşen geleneksel dini kurumlar, modernliğin açmaz ve çıkmazlarına karşı her alanda kendini yeniden üretip takdim etmeye çalışmaktadır. Aşırılıklar da aslında bu kurumun modern kitlesel başkaldırı misyonunu tevarüs etmesinden kaynaklanmaktadır. Siyaset, din, bilim ve demokrasi (özellikle kendine özgü bağlamı içinde Ortadoğu’da) iç içe başlıklar halinde betimlenebilmektedir. Herhangi bir konu yoktur ki eş anlı olarak din, milliyet, kültür, ekonomi ve demokrasiye dokunmuş olmasın. Başkanlık Sistemi tartışmaları da bunun dahilindedir. Başkanlık Sistemi ve daha birçok konu bu bağlamda tarihsel ve toplumsal arka plandan beslenmektedir. Kavramsal olarak tradisyonel olan ile modern olan arasında bir geçiş dönemi düşünüş ve eylemine denk düşen liderlik arayışı ve sadakat odağına karşılık gelmektedir. Kavramsal ve bağlamsal içerikteki tıkanıklık ve tükenişe yeni bir umut arayışı ve imkan olarak yeniden yapılandırılmak istenen bir sistem yönelimi her düzeyde etkili olmaktadır. Bu biraz da derin milli kuşatılmışlık karşısında dünyaya karşı geliştirilmeye çalışılan varlık ve beka meselesinin dışa vurumu olarak kamusal algıda kendine yer bulmaktadır. Bir asır önceki Cumhuriyet dönemine geçişin ana dinamikleri ve unsurları ile Başkanlık Sistemi arayışları arasında çok açıktan dile getirilmese dahi benzer itici güçler rol oynamaktadır. Bir önemli fark, o dönemde Küresel Güç’ler milli mücadelenin sonunda gelinen noktada desteklenebilecek bir yeni devletin zahirde lehinde görünürken bugün için durum daha karmaşık bir merkezde yol almaktadır.
Sebepler düzelmeden sonuçlar düzelmez Günümüzde halen etkisini bir dereceye kadar sürdüren ‘oligarşik ittifak’ ilişkisi iç ve dış politik güç odakları ile 15 Temmuz’daki direniş ve mücadelenin milli kazanımlarını berhava edecek tarzda kimi zaman doğrudan, kimi zaman dolaylı olarak Başkanlık Sistemi’ne karşı bir konuşlanma içinde görünmektedir. Buna karşılık ortaya çıkan ve konulan sistem de ironik bir şekilde tam olarak Başkanlık Sistemi de değildir. Belki ona doğru yürüyen bir geçiş süreci olarak değerlendirilebilir. Durum biraz Nasreddin Hoca’nın ‘karla ekmek yeme keşfi’ fıkrasına benzemektedir. Bize yeni bir keşif gibi görünen şey, kendi hoşumuza dahi gitmemişken nasıl diğer insanlarca makbul ve muteber bulunsun ki? Bürokratik ve ideolojik tahakkümden kurtulma refleksiyle hareket ederken yeni bir yanlışa sürüklenme olasılığı söz konusu olabilir mi? Kamu Yönetimi için kaynak, kadro, ekipman ihtiyacı ve kurumsal kimlik ve liyakat beklentisi devam etmektedir. Adalet her zaman için mülkün temelidir. Adalet mekanizmaları içinde meseleler sonuçlara ve tabloyu düzeltmeye dönük algılandığı için asıl zemin yani sebepler ve aktörler atlanmaktadır. Sebepler düzelmeden sonuçlar düzelmez. Bir bütün olarak adalet paradigması işlevsel kılınmalıdır. Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’ın görmediği ve fark etmediği düşünülmese bile şu anki kilitlenmenin kamu yönetimi zaafına zemin hazırladığı gözden ırak tutulmamalıdır. Milletin sessiz kalıp susması her zaman kabul ve rızadan kaynaklanmamaktadır. Şimdiki durumlara karşı ekonomik, hukuki ve bir dereceye kadar siyasi güvence mekanizmalarının sanal tatmin, medya, sosyal medya ve iletişim teknikleri ile çıkış yolu zordur.
Başkanlık Sistemi inşası hedefinden vazgeçilmemeli
Milletin iradesini ortaya koyarken esas alacağı kaynaklar ve kişiler, kendi güven aralığını belirleyecektir. Eksikler ve yetersizlikler olsa dahi ‘Bürokratik Oligarşi’nin’ tunç kanunu hep hatırda tutulmalıdır. Bizim insanımız güvendiği, inandığı ve fedakârlığı gördüğü zaman kavramla değil bağlamla hareket etme eğilimine girebilir. “Kavram”ın soyut ve gözle görünür olmamasına karşılık “bağlam”ın somut ve elle tutulur şeylere tekabül etmesi de bunda etken rol oynamaktadır. Bu kendi kafa karışıklığı kadar durumun belirsizliğine karşı da bir ön alma çabasıdır aynı zamanda. Tarihsel süreç içinde kendi adına ortaya çıktığını iddia edip her seferinde ‘hayır, istemezük’ denilerek kapı dışında tutulup bekletilen vatandaşların saygın bir konuma geleceği belirleyici bir tutum psiko-sosyal talep ve gereksinimlere daha uygun görünebilir. Aktüel durum, işleyen yapı ve ihtiyaçların karşılanma derecesine dair algı, yorum ve beklentiler ibreyi ‘evet’ yönüne çekebilir. Kişisel, toplumsal ve tarihsel bağlam başta olmak üzere yaşanan gerçekliğe dair algısal değişiklikler temel bakışı ve tutumu etkileyebilir. Yeni Cumhurbaşkanlığı Sistemi referandumunun az bir farklı geçtiğini unutmadan adil, makul ve meşru bir Başkanlık Sistemi inşası hedefinden asla vazgeçilmemelidir. Şu dönemde yaşadığımız küresel Korona günleri tüm insanlık, her ülke ve toplum için bir testtir aslında. İnsanlığın hızlandırılmış kısa tarihi yeniden yaşanmaktadır. Modernitenin imkanla beraber bir imtihan (sürekli test ve meydan okumalar) özelliğindeki tezahürleri her yerde tevazu, paylaşım gibi insani değerleri içeren smart, akıllı yönetimleri öne çıkarmaktadır. Kavram ve bağlamıyla (konseptiyle ve kontekstiyle) bir bütün olarak Başkanlık Sistem’ine evet demeyi fikri takip ve intacla beraber sürdürmekte yarar bulunmaktadır. Bu süreçte toplum ve insanlık olarak varlık, bilgi ve değer boyutlarında kurumsal ve işlevsel olarak katkı vermeye devam etmeliyiz. Kazanımların kayba uğramaması için revizyon (esastan gözden geçirme), rehabilitasyon (iyileştirme) ve rekonstrüksiyon (inşa) şarttır. Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler’in odak noktasını teşkil eden insani faaliyetlerde hemen her zaman için özgürlük, güvenlik ve refah arayışı ön planda olmuştur. Ekonomik sağlamlık ve zenginlik, diplomatik esneklik ve kabiliyet, askeri ve teknolojik güç unsurlarının maddi ve manevi faktörlerle birlikte kıvamını bulması hakim sosyo-politik sistemin etki düzeyine ve başarısına bağlıdır. Kavram ve bağlamıyla bir bütün olarak inşa edilecek başkanlık sistemi bu işin püf noktası ve anahtarı mesabesindedir. *Bu yazıyla birlikte Milat Gazetesi’nde Derinlik Sayfasında yayınlanan Başkanlık Sistemi’ne geçişle ilgili 07.02.2015 tarihli ilk makalemizin de okunmasını öneririz.