"Suriyeli Kürtler" etiketi altında PKK’nın Suriye kolu YPG terör örgütü lehine yaptığı açıklamalarla bir süredir Türkiye’nin tepkisini çeken Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, karşı çıktığı Barış Pınarı harekâtımızın ardından doğrudan NATO’yu hedef alıyor.
Emmanuel Macron her şeye karşın Türkiye’ye husumetini Fransa’nın elini açma pahasına sürdürmeyi, hem de bunu ülkesinin uzun yıllar askeri yapısı içinde yer almadığı için pek de ağırlığı bulunmayan NATO üzerinden yapmayı yeğliyor.Nitekim 7 Kasım günü İngiliz The Economist’te yayımlanan mülakatında Kuzey Atlantik İttifakı Örgütü’nün "beyin ölümünün" (mort cérebrale) gerçekleştiğini öne süren Macron’un temel gerekçesi bu konuyla ilintili: "Türkiye’nin, NATO müttefiklerine danışmadan, DEAŞ'la mücadele bahanesiyle sembolik olarak özel kuvvetlerini bulundurduğu Suriye’nin kuzeydoğu bölgesinde harekât yapmış, Trump yönetiminin de bu harekata, imzaladığı Ankara mutabakatı ile onay vermiş olması." Oysa Cumhurbaşkanı Erdoğan operasyon konusunda defalarca ABD başta olmak üzere Batı cephesini uyarmış, Macron Fransa’sı ise Başkan Trump’ın Suriye’den asker çekme kararının hayata geçmemesi için Pentagon üzerinde baskı yapmıştı.
Selefi François Hollande’ın da Afrin operasyonu sırasında Türkiye’ye açıkça cephe alarak “öz müttefiklerimiz” (nos alliés propres) diye tanımladığı YPG için ağıtlar yaktığı hatırlanacak olursa, Fransa’nın bir zamanlar Lübnan’la birlikte mandası (1920-46) olan Suriye’ye (Etat du Grand Levant) kolonyalist geçmişine özlem duyarcasına ilgi göstermesi, Türkiye’ye de adeta yıkılan Osmanlı İmparatorluğu’na yaptığı gibi düşmanca davranması Macron’a özgü değil aslında. Ama ABD’nin çılgın Orta Doğu planı Fransız derin devleti için ne kadar çekici olursa olsun, aklı başında bir devlet başkanının yüzyıl öncesine özgü bu absürt husumet politikasını NATO müttefiki bir ülkeye karşı bu kadar açıkça, hiç olmazsa Barış Pınarı harekâtıyla büyük ölçüde iflas ettikten sonra sürdürmemesi gerekirdi.
Gel gör ki Emmanuel Macron her şeye karşın Türkiye’ye husumetini Fransa’nın elini açma pahasına sürdürmeyi, hem de bunu ülkesinin uzun yıllar askeri yapısı içinde yer almadığı için pek de ağırlığı bulunmayan NATO üzerinden yapmayı yeğliyor. Ama kararlarını oy birliğiyle alan bugün üye sayısı 29’a ulaşmış ABD liderliğindeki bu örgütü, AB içinde çoğu kez yaptığı gibi, Fransa’nın çıkar ve öncelikleri doğrultusunda yönlendirmek hiç kolay değil. Nitekim NATO’nun beyin ölümü çıkışı başta ABD ve AB içindeki büyük ortağı Almanya olmak üzere örgüt içinde de ciddi itirazlara neden olmuş durumda.
Uyandırma ikazı İkili ilişkilerin bugün geldiği nokta Fransa için bir "uyandırma ikazı" olur mu bilinmez ama Elysée ’nin YPG’ye ve 15 Temmuz darbecilerine vermekte ısrar ettiği destek gelecek için hiç de umut vaat etmiyorBununla birlikte Macron NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg’i kabulünden sonra yaptığı açıklamada, söylediklerinin arkasında durdu. Beyin ölümü çıkışıyla örgütün önceliğinin "ortak stratejik hedefler" olması gerektiği hususunda üyelere gerekli uyandırma ikazını (wake up call) yaptığını savundu. Son iki NATO zirvesinin ABD’nin örgüte finansal katkısının hafifletilmesine hasredildiğini belirten Macron, bu nedenle "Avrupa’da barış, Rusya ile ilişkiler ve Türkiye konusu ile kimin düşman olduğu" gibi sorunların hala çözümlenemediğini vurguladı. Kabul etmek gerekir ki Macron’un NATO’nun özellikle askeri yapısı içinde Fransa’dan daha uzun süre bulunmuş bir müttefik olan Türkiye’yi -AB içindeki liderlik alışkanlığından kaynaklanıyor olsa gerek- üstenci bir yaklaşımla, bir konu olarak takdiminin rasyonel olmayan bir husumet olarak algılanmaması mümkün değildi. Öyle de oldu.
Bir süredir Fransa’ya uyarılarda bulunan Cumhurbaşkanı Erdoğan, bir yandan NATO’nun ö
nceliğinin terörle mücadele olması gerektiğini savunan, diğer yandan milli güvenliğimize 35 yıldır tehdit oluşturan PKK’nın Suriye kolu YPG’ye açık destek vermekle yetinmeyip Türkiye husumetini NATO üzerinden dile getirmeye kalkışan Macron’a çok sert çıktı. "NATO müttefikleri Fransa’ya güvenebilirler. Ama Türkiye ile ne yapsak?" gibi kabulü mümkün olmayan üstenci sözleri üzerine Macron’a "sen kendi beyin ölümünü kontrol ettir" deyiverdi. Quai d’Orsay de Paris Büyükelçimizi apar topar Bakanlığa davet ederek hakaret addettiği bu sözlerin Türk-Fransız ilişkilerinde yeri olmadığını vurguladı.
Oysa Macron’un bazen satır aralarında, bazen açıkça söyledikleri, YPG temsilcilerini Elysée Sarayı’nda ağırlamak gibi kabul edilmesi mümkün olmayan eylemleri, Fransız ana akım medyasının kaç yıldır yazdıklarıyla birlikte okunduğunda, Tük-Fransız ilişkilerine onarılması güç darbeler vurmuştu. Bütün bunlar Fransa ile ilişkileri çoktan 20 Ekim 1921 tarihli Ankara anlaşmasının öncesine götürmüştü. İkili ilişkilerin bugün geldiği nokta Fransa için bir “wake-up call” olur mu bilinmez ama Elysée ’nin YPG’ye ve 15 Temmuz darbecilerine vermekte ısrar ettiği destek gelecek için hiç de umut vaat etmiyor.
NATO müttefikleri ve Fransa’nın stratejik hedefleri Unutmayalım ki Fransa Kıbrıs üzerinden Türkiye’yi kendi karasularına hapsetmeyi öngören Doğu Akdeniz’deki hidrokarbür geriliminde de AB içinde başı çeken ülke.Emmanuel Macron’un absürt yaklaşımları bir NATO müttefikini karşısına almakla sınırlı değil. YPG’nin PKK ile bağını görmezden gelir, Türkiye’ye karşı Kuzey Atlantik Paktı’nın 5.ve 6. maddeler kapsamındaki yükümlülüklerini yerine getirmek bir yana, bu örgütün hamiliğini üstlenirken, NATO müttefiklerini kalkıp 4 bin 500 asker bulundurduğu Sahel’deki terörle mücadelesine daha fazla katkı vermeye çağırıyor. Bu çağrının nedeni, Fransa’nın Burkina Fasso ve Mali’de iki ay içinde, son helikopter kazasında ölenler dahil, 80 kadar askerini yitirmiş olması. Oysa Batı’da Atlantik kıyısından Hint Okyanusu’na kadar düz bir kuşak olarak uzanan Sahel, büyük ölçüde Cezayir’in bir bölümüyle Senegal, Mali, Burkina Fasso, Nijer ve Çad gibi Fransa’nın eski sömürgelerini içeren bir bölge. NATO müttefiklerini Fransa’nın çıkarlarına hizmet etmeye davet etmek Macron’un yüksek dehasını ortaya koyuyor olsa gerek.
Medya terörle mücadeleye katkıda bulunma çağrısında Sahel’i ön plana çıkarıyor ama aslında Macron açıklamasında "Levant" bölgesini de zikretmiş bulunuyor: “müttefikler Sahel ve Levant’da terörle mücadeleyi birlikte tartışmalılar.” Levant, yukarıda işaret ettiğimiz gibi, 1920-46 arasında Fransız mandası altında bulunan Lübnan ve Suriye’yi içeren bölgeye verilen ad. Fransa’nın YPG’ye verdiği destek bu çerçevede değerlendirildiğinde, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “senin ne işin var Suriye’de” çıkışı da haklılık kazanıyor.
Nitekim Erdoğan Türkiye’nin uluslararası hukuktan kaynaklanan haklarını yok sayan ve bölgedeki sondaj çalışmalarımıza karşı çıkan Macron’a bu bölgede de ne işi olduğunu soruyor. Öyle ya Türkiye sondaj çalışmalarını Fransa açıklarında, üstelik bağımsızlığını elinden aldığı Korsika’nın haklı davasına destek vererek yapmıyor.
Şaşkın adam Anlaşılamayan şey, hangi kumpaslarla adaylığı desteklenerek ilk turda aldığı yüzde 23,9 oyla Cumhurbaşkanı seçtirildiği bilinen Macron’un, hayalleri yıkıldıkça hırçınlaşarak derin devletinin kuşkusuz gizli kalması gereken kirli planlarını adeta faş etmesiFransa’nın aldığı bu pozisyon, ABD’nin Orta Doğu planlarının tüm ayrıntılarını bildiğini ve hayata geçirilmesi halinde kolonyalist geçmişini yeniden canlandırabileceği hayaliyle hareket ettiğini gösteriyor. Bu, Fransa için belki anlaşılabilir bir hedef. Anlaşılamayan ve şaşkınlık doğuran şey ise hangi kumpaslarla (Penelopegate) adaylığı desteklenerek ilk turda aldığı yüzde 23,9 oyla Cumhurbaşkanı seçtirildiği bilinen Macron’un, hayalleri yıkıldıkça hırçınlaşarak derin devletinin kuşkusuz gizli kalması gereken kirli planlarını adeta faş etmesi.
Kabul etmek gerekir ki Fransa’nın ABD’nin kanatları altında uçarak Doğu Akdeniz dahil Levant bölgesinde açığa çıkan hayallerini gerçekleştirmesi artık imkânsız. Ama buna karşın Emmanuel Macron bir türlü susmak bilmiyor. Belli ki megalomanlığı Londra Zirvesi’nde de saçmalamayı sürdürmesini sağlayacak. Ama mantık çizgisinin dışına çıktığı için NATO’dan beklentilerini karşılayamayacağı gibi, ülkesinin Türkiye ile ikili ilişkilerini de belki birkaç kuşak için normalleşmenin ötesine geçemeyecek ölçüde bozmakla kalacak. Ülkesinin aşırı sağcı medyasının önüne, arkasına “psikopat”, “narsisist” gibi sıfatlar eklediği megalomanlığı nedeniyle değil, Fransız derin devletinin çıkınında Türkiye’nin milli çıkarlarıyla taban tabana zıt hayallerin var olduğunu ortaya çıkardığı için kuşkusuz.
[“Agur, ETA artık yok” (Aralık 2018), “Çoğul İspanya: Anayasal Sistemi ve Terörle Mücadele Modeli” (2006) ve “Euskal Herria: İspanya Siyasi Tarihinde Bask Milliyetçiliği” (1999) kitaplarının yazarı olan Akın Özçer emekli Dışişleri mensubudur]