Önümüzdeki günlerde, 23-26 Mayıs tarihleri arasında Avrupa Birliği’nde seçimler yapılacak ve AB parlamentosu için 751 üye seçilecek. Halen, yılan hikayesine dönen Brexit aşamasında olup tam olarak üyelikten ayrılmayan ve Brexit süreci için 31 Ekim 2019’a kadar süre verilen İngiltere’de de AB parlamento seçimleri yapılacak ve AB parlamentosu için temsilciler gelecek. İngiltere’nin seçimlere katılması, üye sayısının eski sayıda, yani 751 de kalması anlamını taşıyor.
Vatandaşlarına yeterince değer vermeyen, sosyal alanlarda politika üretemeyen 28 üye ülkeden oluşan AB, 23-26 Mayıs tarihlerinde AB Parlamentosu için seçime gidiyor. Çeşitli senaryolar öngörülüyor. Bu senaryoların hepsinde AB karşıtları ve aşırı sağ gruplar yer alıyor. Senaryolardan en korkulanı, AB karşıtları ile aşırı sağın güçlü bir şekilde parlamentoda yer alması ve Avrupa’nın entegrasyonun, reformlarının önünün kesilmesi.Artık saklanmayan bir gerçeklik olarak Avrupa siyasetinde yer alan aşırı sağ hareketler, 2019 seçimlerini domine edecek görünüyor. Seçim öncesi yapılan propaganda çalışmalarında en çok hareket aşırı sağcı ya da AB karşıtı partiler tarafında yaşanıyor. Aşırı sağ partilerin AB içerisinde üye ülkelerde ve AB üyesi olmayan diğer ülkelerde zaman zaman birlikte hareket ettikleri biliniyor. Ancak AB parlamento seçimleri öncesi aşırı sağ siyasi hareketler arasındaki bu birliktelikler ve koalisyon arayışları seçimler yaklaştıkça hız kazanmış durumda. Bir yandan ENF grubu Fransız Le Pen tarafından bir arada tutulmaya çalışılırken diğer yandan Alman AfD ile İtalyan Lega Nord partileri arasında işbirliği ve seçim sonrası AB parlamentosu için koalisyon arayışları halen devam ediyor. Aşırı sağın 2017 yılı başında Almanya Koblenz’de yapmış oldukları ENF toplantısı, seçim öncesi konuşulan konuların başında geliyor ve haklı olarak diğer siyasi hareketleri ürkütüyor. Anılan toplantıda, ENF grubu adına söz alanlar, mevcut AB düzeninin bittiğini, Avrupa’da ve dünyada yeni bir gelecek inşasına başlandığını tehditvari bir şekilde ifade etmişlerdi.
Koblenz toplantısı sonrasında yaşanan gelişmeler, adeta bu tehdidin gerçekleşmeye başladığını gözler önüne seriyor. 2014 AB parlamento seçimlerinde 70’in üzerinde sandalye kazanan aşırı sağcı ya da AB karşıtı partiler, o tarihten bugüne Avrupa siyasetinde daha görünür hale geldiler. Macaristan, Avusturya ve İtalya gibi ülkelerde iktidar partisi ya da koalisyon ortağı, Almanya, Fransa, Hollanda gibi ülkelerde ise ana muhalefet olarak ulusal parlamentolarda yer alıyorlar.
Bu seçimlerden sonra Avrupa, ya yeni kozmopolit yapıya ayak uydurup her ne pahasına olursa olsun reformlara devam edecek, ya da aşırı sağın ve AB karşıtlarının elinde kendi kuruluş değerlerinden uzaklaşarak, kendini izole etmeye devam edecektir. Steve Bannon Avrupa aşırı sağını organize ediyorSiyasi arenada konuşulanların başında, Avrupa aşırı sağının Rusya etkisinde kaldığı ve Rusya’nın ulusal parlamento seçimlerinde aşırı sağ partilere destek verdiği iddiaları geliyor. Avrupa parlamentosu seçimlerinde de değişik metotlar ve kampanyalarla doğrudan ya da dolaylı olarak AB seçimlerini Rusya tarafından manipüle edileceği iddiaları ortalıkta dolaşıyor. Hatta bu iddialarda, 2019 AB seçimleri, 2016 ABD seçimleriyle karşılaştırılıyor, Rusya kaynaklı sosyal medya hesaplarının eş zamanlı olarak hem aşırı sağcı partileri hem de aşırı sağ karşıtı, anti-faşist grupları destekleyici mesajlar attığı ifade ediliyor. Ancak, sahada yaşanan gelişmeler sadece Rusya’nın değil, daha başka aktörlerin de bu defa AB seçimlerini etkilemeye yönelik ciddi girişimler içerisinde olduklarını ve bunları saklamaya dahi gerek duymadıklarını gösteriyor. ABD Başkanı Trump’ın seçimleri kazanmasında etkili olan, ABD aşırı sağının önemli figürü Steve Bannon, kurmuş olduğu Brüksel merkezli “The Movement” organizasyonuyla 2019 AB seçimlerinde, AB parlamentosunda güçlü bir aşırı sağ ve AB karşıtı bloğun oluşması için çalışıyor.
Rusya’nın Avrupa siyasetine müdahalesi kesinleşmemiş iddialar düzeyinde kalırken Bannon, Fransa, Almanya, İtalya, Macaristan gibi ülkelerdeki aşırı sağ ile aynı sahnede resim vermekten çekinmiyor. Trump’ın, Bannon’ın işine son vermesinden sonra, kendisini dünya aşırı sağının fikir babası olarak gören Bannon, siyaset sahnesinde şansı olan her sağ harekete yardımcı olmaya hazır olduğunu her fırsatta ifade ediyor. Aşırı sağın liderleri, Macaristan Başbakanı Orban ve İtalya’da ki Lega Nord hareketinin gayet doğru yolda olduğunu ifade etmekten çekinmeyen Bannon’la ilişkilerde yine de mesafeyi koruma çabasındalar. Açıklamalarda Bannon’la ilişkilerin resmi düzeyde değil, gayriresmi düzeyde olduğu ifade ediliyor. Kendisini ve çalışmalarını gizlemeyen Bannon’ın Avrupa’daki çalışmaları hakkında, “The Brink” isimli bir belgesel film dahi yapıldı ve AB seçimleri öncesinde piyasaya sürüldü.
Kabus senaryoları şimdiden yazılıyorAB parlamento seçimleri sonuçlarına ilişkin ilginç senaryolar ve tahminler yapılıyor. En iyimser senaryoda, sadece Le Pen’in başını çektiği ENF grubunun temsilci oranını yüzde 11’e çıkararak Avrupa Parlamentosu’nda temsilci sayısını iki katından fazla artırabileceği tahminleri yapılıyor. Diğer AB karşıtı gruplarla birlikte, yeni oluşacak parlamentoda, aşırı sağ ve AB karşıtlarının parlamentonun yüzde 20’sinden fazlasına ulaşma ihtimalleri var. Bannon ve ekibinin hedeflerinden biri herhangi bir grupta olmayan temsilcilerle, AB karşıtı ve Avrupa aşırı sağını AB parlamentosunda bir araya getirmek ve birlikte hareket edebilmesini sağlamak. Bu durum gerçekleştiğinde, AB için de kabus gerçek olacak ve bu grubun parlamentoda en büyük grubu oluşturma ihtimali bulunuyor.
27 Mayıs sabahı bir kabusa uyanmak istemeyen AB kurumları ve parlamento, kurumsal olarak seçim kampanyalarıyla Avrupalıyı sandığa çağırıyor. Önceki dönemlerde yapılan AB seçimlerinde katılımın düşük olması, aşırı sağ ve AB karşıtı partilerin işine yarıyordu. Bu defa işi şansa bırakmak istemeyen AB parlamentosu “bu defa seçiyorum” sloganıyla kampanya başlatarak, seçime katılımı artırmaya çalışıyor. Avrupa demokratik sistemi içerisinde, katılım açısından en sorunlu seçimlerden biri olan AB parlamento seçimlerinde, 2014 yılında ortalama katılım yüzde 43 olarak gerçekleşmişti. 28 üye ülkenin 14’ünde katılım bu ortalamanın altında kalmış, Slovakya’da ise seçime katılım yüzde 13 olarak gerçekleşmişti. Katılımın düşük olması, daha organize olan aşırı sağın ve AB karşıtlarının parlamentoda güçlü bir şekilde yer almasının da önünü açıyor. Bu seçimlerde de geçmiş dönemlerden daha yüksek bir katılım oranının gerçekleşmesini beklemek yanlış olur. Dolayısıyla, Bannon ve ekibinin 2017 yılından beri sergiledikleri gayretlerin neticesini 27 Mayıs alıp almayacakları görülecek.
"FransAlmanya" tutmadıOrganize ve kabus gibi Avrupa’nın üzerine çöken bir aşırı sağ ve düşük katılım sorunu gölgesinde yapılacak seçimlerde, merkez partilerinin seçim kampanyaları, yaklaşmakta olanı değiştirecek söylemlerden ve bir umut vaat etmekten uzak şekilde kendini gösteriyor. Kampanya söylemleri genelde ulusal sorunlar etrafında ya da ulusal seçimlerde olduğu gibi göçmen karşıtlığı ve İslam karşıtlığı etrafında toplanıyor. AB’nin asıl sorunları olan ve yapısal reformlar gerektiren meseleler hiç gündeme gelmiyor ya da pek az geliyor. AB parlamentosunun, AB organlarının oluşumunda ve belirlenmesinde oldukça etkin bir konuma gelmesine rağmen, parlamento seçimlerine gereken ilginin gösterilmemesi, öteden beri bilinen bir sorun. Buna rağmen, siyasi partiler ve AB parlamentosundaki gruplar seçmeni ve tabanı harekete geçirecek, etkin bir siyasi katılımı sağlayacak beceriden ve söylemlerden uzaklar.
Seçimlerle ilgili yaşanan ilginç bir çekişme ise seçim sonrasında kimin AB komisyon başkanı olacağına dair. Avrupa Halk Partileri grubu EVP ile Sosyal Demokratlar grubu SPE seçim öncesi komisyon başkanı adaylarını şimdiden belirlemiş durumda. EVP için Alman Manfred Weber, SPE için Hollandalı Frans Timmermans liste başı adayı olarak, seçim sonrası komisyon başkanı olabilmek için yarışıyorlar. Adayların kendilerini komisyon başkanlığı için aday göstermelerine rağmen, AB içerisinde Almanya’ya karşı oluşan blok yüzünden, parlamentoya girmesi kesin olan Weber’in komisyon başkanı olarak seçilmesi ve atanması çok zor görünüyor. Timmermans için de aynı durum geçerli. SPE’nin yeni oluşacak parlamentoda gücünün zayıflayacağı öngörülüyor.
Aachen sözleşmesi ile Fransa ve Almanya arasındaki ilişkilerde ve devamında AB içerisinde bir hareketlenme yaşanmasına rağmen, sonradan iki ülke arasındaki çekişme ile bu ülkeler arasında yaşanan kısa süreli bahar havasının sonuna gelindi. Fransa Cumhurbaşkanı Macron, partisinin de içinde bulunduğu AB parlamentosu içerisindeki liberal grup olan ALDE ile kendi komisyon başkanı adayını parlamentoya önerecek ve bunun için diğer ülkeler nezdinde kulis yapacak görünüyor. Seçimlerden sonra, AB kurullarındaki seçimler ve atamalar ilk etapta Almanya ve Fransa arasındaki ilişkileri olumsuz yönde etkileyecek gibi görünüyor. Ancak daha önemlisi, aşırı sağcı grup ENF’in tahmin edilenlerin ötesinde bir başarı sağlayıp, diğer AB karşıtlarını da bünyesinde toplaması halinde, AB komisyonunun ve AB bakanlar konseyinin yapısında da etkin rol oynayacak ve AB kurumları içerisinde dengeleri temelden sarsacaktır. Bu durum, AB içerisinde ve üye ülkeler arasında sonucu önceden kestirilemeyen büyük kavgaların yaşanacağı anlamına geliyor.
Türk kökenli adaylarGeçmiş dönemlerde olduğu gibi, bu dönemde de farklı siyasi hareketlerin içerisinde seçilebilecek yerlerden Türk kökenli adaylar da var. Almanya’da SPD, Freie Waehler ve Die Linke’den seçilebilecek yerlerden Türk kökenli adaylar yer alırken, Almanya’da göçmen partisi BIG ve Hollanda’da da DENK partisi kendi adaylarıyla ayrı bir parti olarak AB parlamento seçimlerinde yarışacak. DENK partisinin bir ya da iki adayı, Hollanda’dan AB parlamentosuna gönderebilme ihtimali bulunuyor. Almanya’dan çoğunluğu Türk kökenli siyasetçilerden oluşan BIG partisi ise temsilci gönderebilmek için en az 150 bin oya ihtiyaç duyuyor. Bu gerçekleşirse, Almanya’da büyük bir sürpriz yaşanacak. Ancak, Almanya’daki Türk kökenlilerin dağınıklığı ve organize olamayışları yüzünden umutların şimdiden gelecek seçimlere ertelendiğini söylemek yanlış olmayacak.
Türk kökenli adaylar açısından ilginç bir aday ise, Güney Kıbrıs Rum Kesimi’ndeki Emekçi Halkın İlerici Partisi (AKEL) listesinden AB Parlamentosu için aday gösterilen Niyazi Kızılyürek. KKTC içerisinde 100 bin civarında AB vatandaşının olduğu tahmin ediliyor ve bunların büyük çoğunluğu da seçmen. Kıbrıs’ta adayı baştan başa ayıran hattın hemen arkasında kurulacak sandıklarda KKTC’li AB vatandaşları oy kullanacaklar. Rum kesiminden AKEL’in adayı Kızılyürek’in seçilmesi için en az 17 bin oy gerekiyor.
Halen Türkiye’nin tam üyelik başvurusunun bulunması ve AB ile uzun yıllardan beri süren ilişkileri, seçimlerin sonuçları itibarıyla Türkiye’ye de etkilerinin olacağı gerçeğinden bizi uzaklaştırmıyor. Seçim sonuçlarına göre Türkiye AB ile bir yol ayrımına gelebilir. Aynı şekilde, Kıbrıs Rum Kesimi’nden AKEL’den aday olan Kızılyürek’in seçilmesi durumunda Kıbrıs’taki çözüm süreci sürekli AB parlamentosunun gündemini işgal edip, buradan Türkiye’yi zorlayıcı kararların çıkması da ihtimal dahilinde.
Reformlar tozlu raflardan indirilmeyi bekliyorAB içerisinde uzun süredir tartışılan reformlar artık gerçekleştirilmeyi bekliyor. Dış ilişkilerde ortak hareket edebilmeyi sağlayacak bir mekanizma çok konuşulmasına rağmen halen hayata geçirilebilmiş değil. Avro bölgesinin sorunları, İtalya’nın ekonomik durumu sebebiyle yeni bir krize doğru evriliyor. Yunanistan krizinde oluşturulan avro koruma şemsiyesinin, İtalya’yla ilgili olarak ne kadar ve nasıl uygulanacağı bilinmiyor. Göç sorunundan işsizliğe ve AB içerisindeki sosyal yardım göçlerine, ortak tarım politikasından dijital yeniliklere kadar her alanda yeni kararlar gerektiren konular, uzun zamandır bekliyor. Karar alma mekanizmasında 2009 Lizbon sözleşmesinden bu tarafa ciddi bir gelişme kaydedilemedi. Üye ülkeler arasında bölgesel gruplaşmalar, ikinci sınıf ülkeler oluşmaya başladı. Reformlar gerçekleşmeyince, AB kendi değerlerinden uzaklaştı.
Vatandaşlarına yeterince değer vermeyen, sosyal alanlarda politika üretemeyen 28 üye ülkeden oluşan AB, 23-26 Mayıs tarihlerinde AB Parlamentosu için seçime gidiyor. Çeşitli senaryolar öngörülüyor. Bu senaryoların hepsinde AB karşıtları ve aşırı sağ gruplar yer alıyor. Senaryolardan en korkulanı, AB karşıtları ile aşırı sağın güçlü bir şekilde parlamentoda yer alması ve Avrupa’nın entegrasyonun, reformlarının önünün kesilmesi. Bu durumda, geçmişte çok umutlanılan ve reformların öncüsü durumunda görülen AB parlamentosunun işlevi de sorgulanır hale gelecek. Aynı şekilde, aşırı sağın ve AB karşıtlarının güçlenmesi, AB’nin temel kuruluş değerlerinden ödün verilmesi anlamına geliyor. Hatta, yeni Avrupa değerler sisteminin 27 Mayıs sabahı oluşacak duruma göre şekilleneceğini söylemek, bir öngörüden ziyade, kılavuza dahi gerek duyulmayan bir gerçeklik olarak karşımızda. Bu seçimlerden sonra Avrupa, ya yeni kozmopolit yapıya ayak uydurup her ne pahasına olursa olsun reformlara devam edecek, ya da aşırı sağın ve AB karşıtlarının elinde kendi kuruluş değerlerinden uzaklaşarak, kendini izole etmeye devam edecektir.
Muhterem Dilbirliği