Sonuç olarak iç sorunlarından kurtulmanın en iyi yolunu bölgede kriz yaratmakta görmektedir. İsrail'e hâkim olan parti, halkının protestolarını aşmak için çözümü krizin devamında görüyor. Dolayısıyla yaklaşık altı ayda çoğu kadın ve çocuk olmak üzere 40 bin masum insan katledilmiştir.
Bu dönemde genellikle insan haklarını yanıltma kisvesi altında tüm ülkelerin iç işlerine karışan Batılı hükümetler ve bu rejimin destekçileri, sessiz kalmayı ve Siyonist rejime karşı yalnızca bir kez protesto yapmayı tercih etmiştir. O da Batılı ülkelerin vatandaşlığına sahip bir kaç yardım görevlisinin öldürülmesinde. Bu ülkeler İsrail rejimini sadece o kadar protesto ediyor ki, rejim iki subayını işten atmak zorunda kalıyor. Bu, bir kaç Batılı yardım görevlisinin kanının Gazze'deki 40 bin masum insanın kanından daha değerli olduğu anlamına gelmektedir!
Birleşmiş Milletler ve Güvenlik Konseyi de, bu birkaç ayda ilerleme kaydedemedi ve açıklamalarını yaparken, bu konsey, uluslararası barış ve güvenliği sağlamak olan varoluş felsefesini düşünmek yerine, bu işgalcı rejimin çıkarlarını güvence altına almaya çalışmaktadır. Bu etkisizliğin sonucunda Siyonist rejimin küstahlığı artarak İran İslam Cumhuriyeti'nin Şam'daki diplomatik mekânlarını hedef alarak, Suriye hükümetinin daveti üzerine o ülkede bulunan bir grup İranlı askeri danışmanı şehit etmiştir.
Uluslararası kurallara ve konvansiyonel sözleşmelere tamamen aykırı olan bu facianın ardından bu rejimi destekleyen hükümetler, asgari düzeyde olan bir kınamayı bile yapmamışlardır. Batılı ülkelerin Siyonist rejimi desteklemesi ve kınamaması elbette ilk kez yaşanan bir durum değildir. Siyonist rejim daha önce de bazı destekçilerinin yeşil ışığıyla, İran İslam Cumhuriyeti'nin çıkarlarına ve güvenliğine karşı terör operasyonları gerçekleştirmiştir. Çok sayıda bilim insanına ve üniversite profesörüne suikast düzenlenmesi, İran'daki bazı grupları bombalamaları ve terör eylemlerine destek verilmesi, İran İslam Cumhuriyeti'ne karşı casus ağının örgütlenmesi ve son zamanlarda davet üzerine Suriye'de bulunan İranlı askeri danışmanlara yönelik birçok suikast girişimi, bu şer odaklı işlemlerden bazılarıdır.
Birleşmiş Milletler'in, haydut İsrail hükümetini sorumlu tutamaması ve Güvenlik Konseyi'nin etkisizliği göz önüne alındığında, İran İslam Cumhuriyeti kaçınılmaz olarak meşru savunma hakkını kullanma ve Anayasa'da belirtilen doğuştan gelen hak ve meşru savunma hakkını kullanma yoluna gitmiştir. Birleşmiş Milletler Bildirisinin 51. maddesine dayanarak, bu isyancı rejime karşı bir savunma harekâtıyla onu hedef alarak, cezalandırmıştır.
Farklı ülkelerdeki bağımsız medya kuruluşları ve analistler, İran İslam Cumhuriyeti'nin bu kararlı ve haklı eylemini övdüğünü ve bunu her ülkenin doğal hakkı olarak gördüğü için, İran ordusunun bu sahte rejimin savunma sistemlerine nüfuz etmesi ve üstünlüğü takdire şayan , tarihi bir savunma operasyonu olduğunu değerlendirmişlerdir.
İran'ın askeri ve siyasi yetkilileri, Siyonist rejime karşı bu aşamayı yeterli görmüş ve verdikleri beyanatlarda, Amerika ve İsrail'in İran İslam Cumhuriyeti'ne karşı askeri harekât yapmak istemeleri halinde daha ağır bir karşılıkla cevap vereceklerini ifade etmişlerdir.
Bölgede son dönemde yaşanan gelişmelere bakıldığında, uluslararası kuruluşların barış ve güvenliğin sağlanmasında etkisiz kalması ve bazı ülkelerin ikili politikaları, bu rejimin isyankarlığına meydan vererek uluslararası kuralları tanımamaya meydan vermektedir. Barış yanlısı ve istikrarı savunan ülkelerin, hiç bir uluslararası kurala bağlı olmayan bu rejimin, yaptıklarının hesabını verebilme sorumluğunu yerine getirebilmesi için daha ciddi çaba göstermelidirler.
Ahmad Mohammadi
İran İslam Cumhuriyeti İstanbul Başkonsolosu