Ashab-ı Kiram hakkında

Ashab-ı Kiram, insanlar için örnek bir nesildir. Onlar Allah (c.c.) tarafından Kur’an da övülmüş (fetih suresinin son ayetleri) insanlardır. Peygamberimiz ise onlar için "insanların en hayırlıları" kelimelerini kullanmış, eshabına karşı saygısızlık yapanları ise uyarmıştır. "Benim eshabım gökteki yıldızlar gibidir" buyuran Resul (a.s.) onları bizlere yol gösteren kılavuzlar olarak takdim etmiştir. Evet, her yerde ve her zeminde ifade edildiği gibi pratik uygulama, teorik bilgiye kıyasla daha üstündür ve bu üstünlük tartışılmazdır. 

Ashab-ı Kiram, kendilerine gelen bütün emirlere sorgulamadan teslim olmuş, böylece cahiliye karanlıklarından, Asrı Saadet aydınlıklarına yükselmiş, yalnızca kendi çağlarına değil, bütün insanlara numûne bir yaşam sürdürmüşlerdir. İslam'ın gerektirdiği yaşam tarzını pratiğe dökmüşlerdir. Elbette hataya düşenler, günah işleyenler olmuştur ama onlar da bizlere nasıl tövbe edileceği hususunda örnek olmuşlardır. Ve böylece toplum olarak İslam'ı en yüksek standartlarda yaşamışlar, imtihanı nesil olarak kazanmışlardır.

Günümüz insanları, bizler, pek çok alanda, belki de bizden başarı beklenen bütün alanlarda hüsrandayız. Her geçen gün, dünya üzerindeki bütün insanlar, ahlaki, ekonomik, kültürel ve dini alanlarda daha geriye gitmekte, her geçen gün, Asr-ı Saadette yakalanan zirveden uzaklaşmakta ve grafiğin dip noktalarına doğru ilerlemekte. Ülkemizde ise ekonomik alanda yaşanan krizden daha kötüleri, diğer alanlarda yüzlerce yıldan beri süregelmekte. "İki günü eşit olan aldanmıştır" buyuran Peygamber Efendimiz'in (a.s.) bu sözü bir yana, yüzlerce yıldır bütün İslam aleminde olduğu gibi ülkemizde de her alanda gerileme devam etmekte.

Din ilimlerinde alimlerimiz yok denecek kadar az, bilim ve teknoloji alanında orta çağa kıyasla yok gibiyiz, üretimimiz azalıyor, ahlakımız düşüyor, siyasetimiz eriyor ve ekonomimiz krizde. Millet olarak daha iyiye gitmemiz ise bireyler olarak ilerlememize bağlı. Bireyler kendini geliştirdikçe, insanlarımız uzaklaştıkları zirvelere yeniden yaklaşacaktır. İşte bu zirveleri yeniden hatırlamak için, "sahabe hayatından portreler" bize o güzel insanların yaşamlarından kesitler izlettirecek, bizlere zirveden ne kadar uzaklaştığımızı anımsatacak ve hepimizi daha çok gayrete sevkedecektir.

Ashab'dan İdareci Manzaraları

Ashab anlatıyor:

Urve b. Ruveym anlatıyor. "Ömer (r.a.) halkın nabzını yoklamak, memleketlerindeki ahvali sormak üzere hac mevsiminde aralarında dolaşmaya başladı. Derken Humusluların yanına vardı.

Onlara:

- Valiniz nasıl? Diye sordu

- İyi bir idareci! Ancak yüksek bir oda (eyvan) yaptırdı, orada kalıyor, dediler.

Bunun üzerine Ömer valiye bir mektup yazdı. Postacıya da oraya varır varmaz odayı yakmasını emretti. Postacı Humusa varınca odun toplayıp valinin evinin kapısını yaktı. Durumu valiye ilettiklerinde, "onu çağırın, o muhakkak elçidir. Dedi. Adam mektubu verdi. Vali mektubu elinden bırakmadan hayvanına binip yola çıktı (Medine'ye vardı). Ömer onu görünce "peşimden gel" diyerek zekat develerinin bulunduğu Hara(ahır) ya gitti. Valiye

- Elbiselerini çıkar, dedi.

Ona deve tüylerinden mamul, Arapların, çizgileri kalın esvaplarından bir aba verdi ve:

- Kuyudan su çek, develeri sula, dedi.

Vali su çeke çeke yoruldu.

Ömer (r.a.):

- Ne zamandan beri Humus valisisin? diye sordu.

- Ya Emirel Mü'minin daha yeniyim, dedi.

- Bunun için mi yüksekçe bir oda yaptırıp oradan yoksulların, dulların ve yetimlerin tepelerine çıktın? Haydi vazifene dön, bir daha da böyle şeyler yapma! "

Hz.Ömer'in Valilere Koştuğu Şartlar :

Asım bin Ebi'n-Nücud anlatıyor: "Ömer (r.a.) valilerini atadığında gösterişli atlara binmemelerini, has ekmek yememelerini, ince alımlı giysiler giymemelerini, kapılarını ihtiyaç sahiplerine kapamamalarını şart koşar ve "Eğer bunlardan birini yaparsanız, cezayı hak etmiş olursunuz" derdi."

Esved bin Yezid anlatıyor: " Ömer (r.a.) huzuruna gelen heyetlere idarecilerini sorarak: "Hastaları ziyaret ediyor mu, kölelerin davetine gidiyor mu? Davranışı nasıldır? Kapısında bekleyen var mı?" derdi. Bu sorulardan birine menfi cevap verdiklerinde idareciyi görevinden azlederdi."

Ebu Osman (r.a.) anlatıyor: "Biz Azerbaycan'da iken Ömer'den bir mektup aldık, şunları yazıyordu: "Ey Utbe bin Ebi Farkad! Bu imkanlar ne senin, ne babanın, ne de ananın üstün çabasının eseridir. Kendi ocağında ne ile doyuyorsan, Müslümanları da ocaklarında onunla doyur. Aman israfa kaçmayın! Müşriklerin kıyafetlerine bürünmekten ve ipek giyinmekten kaçının!"

Ebu Bekir b. Hafsa b. Ömer anlatıyor: "Aişe (r.anha), can çekişmekte, son demlerini yaşamakta olan Ebu Bekir'in yanına gelerek babasının o andaki durumunu şu beyitlerle aksettirdi:

"Hayatına yemin ederim ki canı boğazına gelip göğsü sıkışınca kişiye serveti fayda vermez."

Hz. Ebu Bekir (r.a.) öfkeli öfkeli kızına baktı ve:

- Ey müminlerin anası, hakikat senin söylediğin gibi değil, dedi ve Kaf suresinin:

وَجَاءتْ سَكْرَةُ الْمَوْتِ بِالْحَقِّ ذَلِكَ مَا كُنتَ مِنْهُ تَحِيدُ

"Ölüm sarhoşluğu gerçekten gelir. Ey insan, işte bu, senin öteden beri korkup kaçtığın şeydir." 19. ayetini okuduktan sonra: "Ey Aişe, Ben sana falan hurmalığı vermiştim. İçimde bir kuşku var. Onu miras, malları arasına kat" dedi. Aişe de öyle yaptı. Ebu Bekir devamla: "Ey kızım, müslümanların işlerini uhdemize aldığımızdan beri, onların ne dirhemlerini, ne de dinarlarını yedik. Onların yediklerinin bayağılarını yedik, giydiklerinin sert ve kabalarını giydik. Yanımda müslümanların mallarından az veya çok hiçbir şey yoktur. Yalnız Habeşli şu köle ile su taşıdığımız şu deve, bir de şu eski kadife parçası Beytü'l-Mal'e aittir. Öldüğümde bunları Ömere gönder, beni onların zimmetinden kurtar," dedi.

Âişe (r.anha) babasının vasiyetlerini yerine getirmek üzere Ömer'e (r.a.) adam gönderdi. Giden zat keyfiyeti Ömer'e iletince Müslümanların halifesi gözyaşlarını tutamadı ve "Allah, Ebu Bekir'e rahmet etsin, kendinden sonraki idarecileri çok güç durumlara soktu."