Atlantik okyanusunun kuzeyinde yer alan Grönland yüz ölçümü bakımından dünyanın en büyük adası ve Kuzey Kutbu’nun yüzeyi en fazla buz kütlesiyle kaplı bölgesi. Günümüzde İskandinav Konseyi üyesi olan Grönland uzun süre Norveç toprağı olduktan sonra 1721 senesinde Danimarka’ya bağlandı. O dönemde Danimarka’nın kolonisi olan Grönland önce 1953’te eyalet statüsü kazandı, sonra da 1979 yılında özerk bir yönetim hakkı elde etti. Ayrıca Grönland 1973 senesinde Danimarka ile beraber o dönemki ismiyle Avrupa Ekonomik Topluluğu’na (AET) üye olmasına karşın, 1979 yılında elde ettiği özerkliğin ardından 1983 yılında referandumla üyelikten ayrıldı. Bunun en önemli gerekçesi olarak ise Grönland ekonomisinde büyük paya sahip olan balıkçılık konusunda topluluğun kısıtlamalarının kabul edilmemesi gösterildi. Bu aşamadan itibaren Grönland Avrupa Birliği (AB) üyesi olan Danimarka’nın AB üyesi olmayan bir toprağı haline dönüştü.
Buna mukabil, özellikle balıkçılık konusunda AB ile Grönland arasında kapsamlı ilişkiler var: Grönland toplam balıkçılık ihracatının yüzde 95’ini Danimarka ve AB’ye yapıyor. Bunun dışında, yüzde 81’i tamamen buzullarla kaplı ada, ekonomik olarak bakıldığında, Danimarka’dan ciddi sübvansiyonlar alıyor ve balıkçılıktan sonra ülke ekonomisine katkı sağlayan sektörler arasında turizm ve özel tüketim malları geliyor.
Uranyum ve demir gibi nadir elementlerin dünya rezervinin yüzde 35’ine sahip olan ülkede, bu cevherler yatırıma açık alanlar olmak itibarıyla Grönland’ın stratejik önemini artıran unsurlar arasında. Grönland’ın ekonomisiyle alakalı değinilmesi gereken en temel konulardan biri de (özellikle iklim değişikliğinin etkileri sonucu ortaya çıkan) enerji kaynakları potansiyeli. ABD Jeolojik Araştırma Kurumu’nun araştırmalarına göre Grönland’ın petrol rezervleri Suudi Arabistan’ın rezervlerinin takriben yarısı kadar. Batı Grönland-Doğu Kanada’daki keşfedilmemiş kaynaklar, kurumun tahmini ortalamalarına göre 10,7 milyar varil petrol, 75 trilyon metreküp gaz ve 1,7 milyar varil doğal gaz ihtiva ediyor.
Başta pek de ciddiye alınmayan ve Trump’ın “olağan dışı” taleplerinden biri olarak değerlendirilen bu açıklama, ABD Başkanı’nın adayı gerçekten satın almak istediğinin anlaşılmasıyla ciddiyet kazandı. Trump’ın Grönland ilgisi
ABD Başkanı Donald Trump’ın buzullarla kaplı adayı satın almak istediğine dair haberlerle Grönland bir anda uluslararası gündemin ilk sırasına yerleşti. Başta pek de ciddiye alınmayan ve Trump’ın “olağan dışı” taleplerinden biri olarak değerlendirilen bu açıklama, ABD Başkanı’nın adayı gerçekten satın almak istediğinin anlaşılmasıyla ciddiyet kazandı. Olay “Grönland satılık değil” cevabını alan Trump’ın planlı Danimarka ziyaretini iptal etmesiyle diplomatik gerilime de yol açtı. Her ne kadar ABD Başkanı Trump adaya ilgisini “bir tür gayrimenkul anlaşması” olarak nitelendirse de, konu farklı boyutlarıyla analiz edilmesi gereken stratejik önemi haiz. Bu boyutlar ise Arktik bölgesi jeopolitik mücadelesinde Grönland’ın konumu, adanın ABD için önemi ve son olarak ABD-Çin rekabetinde Grönland’ın önemi olarak sıralanabilir.
Arktik bölgesi hem daha kısa deniz ticareti yollarıyla hem balıkçılık potansiyeliyle hem de varlığı ortaya konulan maden ve hidrokarbon enerji kaynaklarıyla yeni bir rekabet alanına ve yoğunluğu her geçen gün artan bir ilginin odağına dönüşüyor. Arktik’teki rekabet
ABD’nin Grönland’a yönelik artan ilgisi konusunda ilk analiz edilmesi gereken husus, Arktik bölgesinde sürmekte olan jeopolitik hakimiyet mücadelesi. İklim değişikliğinin yol açtığı küresel ısınma, Arktik bölgesindeki buzulları eriterek “Kutup Çağı” olarak nitelenen yeni bir dönemin başlamasına, dolayısıyla bölgenin jeopolitik öneminin artmasına yol açtı. Arktik bölgesi hem daha kısa deniz ticareti yollarıyla hem balıkçılık potansiyeliyle hem de varlığı ortaya konulan maden ve hidrokarbon enerji kaynaklarıyla yeni bir rekabet alanına ve yoğunluğu her geçen gün artan bir ilginin odağına dönüşüyor. Dolayısıyla bu durum Arktik bölgesinde bir hakimiyet mücadelesinin yaşanmasına neden oluyor. Arktik bölgesi sekiz devleti (Rusya, Amerika Birleşik Devletleri, Kanada, Danimarka, İzlanda, Norveç, İsveç ve Finlandiya) kapsamasına rağmen, doğrudan Arktik okyanusuna (Kuzey Buz Denizi) kıyıdaş olan ülkeler Rusya, ABD, Kanada, Norveç ve Danimarka’dır (Grönland). Bu ülkeler “Arktik beşlisi” olarak adlandırılıyor.
Bölgedeki enerji kaynakları ve yeni ticaret yolları üzerinde daha fazla söze sahip olabilmek için, ABD Grönland’ı satın almak istiyor. Çünkü kıyıdaş devletler bölgedeki egemenlik alanlarını azami hale getirme çabasındalar.
Arktik’te kendisine daha büyük bir egemenlik alanı açacak, ayrıca bölgedeki enerji kaynakları ve ticaret yollarında daha fazla söz hakkına sahip olmasına imkân sağlayacak Grönland’ı satın almak istemesi, ABD’nin küresel öncelikleri ve kendi dış politikası açısından bakıldığında da oldukça anlamlı görünüyor.
“Ne kadar toprak, o kadar egemenlik”Okyanus kıyılarının yüzde 65’ine sahip olan Rusya açısından Arktik bölgesi hayati önem arz ediyor. Buna karşılık ABD ise 1867 yılında satın aldığı Alaska sayesinde Arktik bölgesine kıyıdaş olmuştu. Dolayısıyla bölgedeki enerji kaynakları ve yeni ticaret yolları üzerinde daha fazla söze sahip olabilmek için, ABD Grönland’ı satın almak istiyor. Çünkü kıyıdaş devletler bölgedeki egemenlik alanlarını azami hale getirme çabasındalar; bu çabaları dahilinde Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) ve Kıta Sahanlığı (KS) belirlemek için ise 1982 Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne dayanmaktalar. Bu sözleşmeye göre, bir ülkenin bölgedeki egemenlik hakkı iddiası oradaki toprağıyla doğru orantılı olabilecektir. Bu yüzden toprağı büyük olan bir ülke, özellikle enerji kaynaklarına hakimiyet konusunda avantaj sağlayacaktır. Aynı zamanda, ne kadar büyük bir egemenlik alanına sahip olunursa, yeni ticaret yolları üzerindeki etkinlik de o derecede olacaktır. Bu gerçekler ışığında bakıldığında, Arktik bölgesinde daha fazla söz hakkına sahip olabilmek ve bu hakimiyet mücadelesinde öne çıkabilmek isteyen ABD, Alaska’nın (MEB ve KS kapsamında) kendisine sağlayacağı egemenlik alanını yeterli bulmamaktadır. Bu nedenle Arktik’te kendisine daha büyük bir egemenlik alanı açacak, ayrıca bölgedeki enerji kaynakları ve ticaret yollarında daha fazla söz hakkına sahip olmasına imkân sağlayacak Grönland’ı satın almak istemesi, ABD’nin küresel öncelikleri ve kendi dış politikası açısından bakıldığında da oldukça anlamlı görünüyor.
ABD açısından GrönlandGrönland’a olan ilginin son dönemlerdeki bu ani yükselişinin ikinci muhtemel sebebini anlayabilmek için, adanın ABD açısından taşıdığı önemin analiz edilmesi gerekiyor. Tarihsel olarak bakıldığında, ada İkinci Dünya Savaşı’ndan beri ABD’nin güvenliği açısından önemli bir konuma sahip. O dönemde Grönland Nazi gemilerinin ve denizaltılarının Arktik bölgesine geçişinin takip edildiği stratejik bir alandı. ABD 1943 yılında Grönland Thule’de en uzak noktada bulunan Kuzey Hava Üssü’nü kurmuştu. Bu da yine ABD güvenliği için adanın önemini gösteren işaretlerden biri olarak değerlendirilebilir. 1946 yılında dönemin ABD başkanı Harry Truman Grönland’ı Danimarka’dan satın almak için 100 milyon dolar değerinde altın teklif etmiş, ancak bu teklif kabul görmemişti.
Yine Grönland ve bahsi geçen hava üssü Soğuk Savaş döneminde de ABD güvenliğinde önemli bir yer işgal etmişti. Soğuk Savaş boyunca Thule Hava Üssü potansiyel Sovyet saldırılarına karşı ilk gözlem noktası olmuştu. Grönland’ın Soğuk Savaş sonrası dönemde ABD güvenliği açısından önemi değerlendirildiğinde de pek bir şey değişmemiş görünüyor. Genel kanı Grönland’ın hem Kuzey Amerika’nın güvenliğinde hem de spesifik olarak ABD’nin ulusal güvenliğinde kilit rol oynadığı yönündedir. Bu iddiayı destekleyen şey ise adanın balistik füze savunması için erken uyarı sağlayan bir konumda olduğu gerçeğidir.
Tüm bunların ötesinde, iklim değişikliği nedeniyle Grönland ve etrafında varlığı bilinir hale gelen enerji kaynakları ABD’nin enerji güvenliğinin sağlanması açısından da önem arz etmektedir. Grönland’ı güvenlik açısından önemli hale getiren bir başka husus ise bölgede tarih boyunca kullanılmak için sık sık denemelerin yapıldığı, ancak buzullar yüzünden hep ötelenen yeni ticaret yollarının, artık iklim değişikliği nedeniyle sene boyunca kullanıma daha uzun süre açık kalmasıdır. Başka bir değişle, buzulların erimesi ticaret yollarını geçmişe kıyasla daha kullanılabilir hale getiriyor. Bu durum, yani Avrupa-Asya arasında yeni oluşan deniz yolları ve bu yolların hakimiyeti konusu da ABD’nin Grönland’a olan ilgisini artırıyor ve adayı ABD’nin ekonomik güvenliği açısından da önemli bir konuma getiriyor. Netice olarak, Grönland’ı uzun bir zamandır bir güvenlik unsuru olarak gören ABD’nin şu anki konjonktürde de adaya olan ilgisi yadsınacak bir durum teşkil etmiyor.
ABD büyük bir rekabet içinde bulunduğu Çin’in genel olarak Arktik, özelde de Grönland dahilinde geliştirdiği ilişkilerden hiç memnun değil. Bu anlamda, ABD’nin Grönland’ı satın almak istemesinin Çin’in etkinliğini azaltmak ya da adadaki mevcudiyetini sonlandırmak için geliştirilen bir dış politika formülünün bir parçası olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. ABD-Çin rekabeti bağlamında Grönland
Trump’ın Grönland’ı satın almak istemesinin muhtemel nedenlerinden biri de ABD-Çin rekabetinde aranmalıdır. ABD-Çin rekabeti sadece iki ülke arasındaki ilişkileri etkilememekte, bu rekabetin küresel sonuçları da olmaktadır. Dünya ekonomi-politiğinin merkezinin Atlantik’ten Pasifik’e kayma tartışmalarının yaşanmasının temelinde, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Japonya’nın, ardından 1970’lerin son dönemlerinden itibaren Deng Şiaoping yönetimindeki Çin’in, “Asya Kaplanları” ve “Asya’nın dört küçük ejderhası” olarak tanımlanan ülkelerin (Tayvan, Hong Kong, Singapur, Güney Kore) ve Hindistan’ın ekonomik kalkınmaları yatmaktadır. Asya’nın dünyanın en kalabalık kıtası olması da bölgeyi önemli bir pazar haline getirmiştir. Bu durum, başta ABD olmak üzere birçok ülkenin kıtaya ilgilerinin artmasına neden olmuştur.
Buna ek olarak, ABD ve Çin’in sırasıyla dünyanın birinci ve ikinci ekonomileri olmaları, ayrıca iki ülkenin birbirleri için önemli ticaret ortakları olmaları, bu iki ülke arasındaki rekabetin küresel sonuçlar doğurmasına neden olmuştur. Bu bağlamda, ABD hegemonik pozisyonunu korumak için gerek Asya’daki bölgesel örgütlenmelerle ilişkiler geliştirmiş gerekse de Çin’i dengeleme ve çevreleme politikaları takip etmiştir. Çin ise hem kendi bölgesinde hem de küresel manada, ilişkilerini ekonomi ve ticaret temelli inşa etmiş, dış politikasını yumuşak güç ve yatırımlar üzerine kurmuştur. Bu rekabet öyle bir boyuta ulaşmıştır ki son dönemde bir ABD-Çin ticaret savaşına evrilmiştir. Bu çerçevede, ABD öncelikle kendi ekonomisini korumak için Çin ürünlerine ek vergi getirdi, sonra Huawei yaptırımları gündeme geldi. ABD-Çin ilişkileri, özellikle de ekonomi alanında inişli çıkışlı bir seyir izlerken, Çin’in halihazırda devam eden Hong Kong olaylarından ABD’yi sorumlu tutması, iki ülke arasındaki ilişkinin durumunu da ortaya koyuyor. ABD Başkanı Trump’ın 1 Eylül 2019 itibariyle daha önce vergi getirilmemiş Çin mallarına yaklaşık 300 milyar dolarlık vergi koyacağını açıklaması ABD ve Çin arasındaki ticaret savaşını daha da kızıştıracaktır.
“Kutup İpek Yolu”Bu çerçevede ilerleyen iki ülke arasındaki rekabetin bir başka yansıma alanı ise genelde Arktik bölgesi, özelde ise Grönland. Bölgeyle alakalı herhangi bir toprak ya da deniz egemenlik alanı iddiası olmamasına rağmen Çin, buzulların erimesiyle ortaya çıkan yeni ticaret rotalarından faydalanmak için, bölgede dengeleri değiştirecek bir varlık göstermekte. Çin 2004 yılında bilimsel çalışmalar yapmak üzere bölgeye misyonlar göndermişti. Bunun dışında, son birkaç yılda Çinli bir firma Grönland’da madencilikle alakalı haklar kazanmış ve yatırım yapmıştı. 2016 yılında diğer bir Çinli firma Grönland’daki eski bir ABD üssünü satın almak için çabaladıysa da Danimarka’nın onaylamamasıyla bu girişim sonucuz kalmıştı. Aslında bu girişim, Çin’in bölgeyle sadece ekonomik değil, aynı zamanda askeri amaçlarla da ilgilendiğini gösteriyor. Ocak 2018’de ise Çin bölgedeki deniz yollarında etkinliğini arttırmak için ¨Kutup İpek Yolu¨ stratejisini açıkladı. Çin aynı zamanda Rusya ile özellikle Arktik bölgesindeki enerji sektöründe geliştirdiği işbirliği ve ortaklıklarla da etkinliğini arttırmaya ve bir Arktik aktörü olmaya çalışıyor. ABD büyük bir rekabet içinde bulunduğu Çin’in genel olarak Arktik, özelde de Grönland dahilinde geliştirdiği ilişkilerden hiç memnun değil. Bu anlamda, ABD’nin Grönland’ı satın almak istemesinin Çin’in etkinliğini azaltmak ya da adadaki mevcudiyetini sonlandırmak için geliştirilen bir dış politika formülünün bir parçası olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
[Bolu Abant İzzet Baysal Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi olan Dr. İlhan Sağsen enerji ve enerji jeopolitiği alanlarında çalışmaktadır]