Arıtan nehirler gibi gelen mübarek Ramazan

Selvigül Kandoğmuş Şahin

Ey yolcu, şimdi arıtan, duru, gümrah bir ırmak gibi durmaksızın akan Ramazan ırmağının tam kıyısındasın.

Sen suyu bilirsin, senin damarlarından akan, yaratılıştan muhatap olduğun, balçıktan bilirsin suyu. Sen yaratılmışların en mükemmeli ve mükerreri olarak, esfeli safilin duraklarından ahsan -i takvim duraklarına taşınmış yegâne varlık değil misin?

Dön ve kendine, ruhuna, damarlarında dolaşan kana ve suya bir bak. Sana can veren suya bir eğil. Senin yaratılış hamurunda su ve balçık vardır ve sen bunu tanıyorsun, aşinasın…

Yaşadığın hayat da bir ırmak coşkusunda akar oysa. Bir nehir coşkusu ve durgunluğunda akan sen sınanırsın, imtihan duraklarında soluklanırsın. Nehir kimisi için coşkuludur ey yolcu. Senin nehrin nasıl akar bilmiyorum. Ama hayat işte bir nehir gibi akıp durur.

Yudum yudum içeceğin hayat ırmağının seni tüketmemesi, seni çer çöp gibi sürüklememesi için bir duruşun olmalı ırmağın kıyısında. Belki ırmağın ortasında, içinde her türlü hal ile nefes alıp verdiğin dünya hayatında içtiğin miktar önemlidir. Sana nefes mi oluyor, yoksa sana ölüm mü oluyor içtiğin hayat suyu bunu düşündün mü hiç?

“…Biliniz ki Allah sizi bir nehirle imtihan edecek. Kim ondan içerse benden değildir. Eliyle bir avuç içen müstesna, kim ondan içmezse bendendir.’ Pek azı hariç ondan içtiler…” (Bakara – 249)

Şimdi sen işte dünya suyunu kana kana içmek istersin. Kimler içmedi ki bu akan coşkun sulardan, kana kana, patlayıncaya kadar, çatlayıncaya kadar. Hepsi çer çöp oldu dağılıp gittiler oysa suyun coşkun gümrah setleri yıkan akışında.

Şimdi sen tam da bu suyun başındasın. Nasıl içmen gerektiğini, ne şekilde içmen gerektiğini, hangi ahval ile bu içişi yapman gerekiyor bu sana bildiriliyor.

Şimdi bu akan suyun nehirleri vardır ya bu akan nehirlerden bir nehir olarak Ramazan gelir. Senin hayat karşısında duruşunu dengelemek içen gelir mübarek Ramazan. Seni terbiye etmek için, erdemler durağına taşımak için gelir. Onurlu bir yaşantının kıyılarında dünya olarak akan coşkun suya kapılıp gitmemen için seni arıtmak, seni temizlemek, tüm kirlerinden arındırmak için durmaksızın akar. İşte sen yüreğini, bedenini ve dahi yaşantını bu suyun altına tut. Tut ki arınsın bedenin ve ruhun. Güçlü ve kavi bir halde coşkun akan dünya ırmağı seni bir çer çöp gibi sürükleyip götürmesin.

Savaşların, kıyımların olduğu yaşlı dünyamızda oysa ne çok kir ve kin birikmiştir. Dertler ve kederler içinde soluklanırken bir inşirah gibi gelen Ramazan’dır. Bereket ile kuşatır, mevsim mevsim akar yaralarımıza.

Onulmaz yaralarımız vardır. Daha dün toprağa belediğimiz yiğit şehadet erlerimiz vardır. Etrafımız çepeçevre kuşatılmış da olsa bir kurtuluş adası gibi dimdik halk olarak güçlü ve soylu bir millet olarak verdiğimiz nice savaşlar vardı.

Şahit olursun ey yolcu. Meriç bir ırmaktır. Ama sen tam da Ramazan arifesinde şahit olursun. Meriç insan yer durmaksızın. Soysuz Batı’nın kapılarına yığılmış mültecilerin cansız, cılız bedenleri vurur durmaksızın yorgun ve yalnız kıyılara. İşte bu kıyılarda insanlık ölmüştür. Batı ölmüştür ey yolcu.

O zaman senin değerlerine, sahip olduğun kutlu ve mübarek değerlerine dönme zamanların gelmiştir bunu bilesin. Sen asırlardır kutlu topraklarda hami olmuş, mazlumu ve yetimi korumuş bir millet olarak destanlar yazdın. Davanı yüreğindeki imanın ile ilmek ilmek dokurken emperyalist güçlere, müstekbirlere, hainlere başkaldırdın…

Şimdi zor zamanlarda geldi Ramazan. Zor ve karanlık zamanların üzerine doğan hilal, kurtuluş sakası gibi akıp duran mübarek vakitler. Teraviler, sahurlar, iftarlar hep olacak.

Ey yolcu senin umudun hiç sönmesin. Sen hep coşkun ve deli akan hayat ırmağının tam ortasında yıkılmadan, yorulmadan, yıpranmadan dimdik durmalısın. Durmalısın ki senden sonra kuşak kuşak bu kutlu Anadolu topraklarında yaşayacak olan neslin yürüyüp aksın…

Meriç şimdi tam da insan yerken oluyor her şey. Şimdi, Ortadoğu kan gölü, şimdi insanlık ölüyor canhıraş feryatlarla. Kirli ve kahpe oyunlarla savaşa sürüklenen ülkem bir kurtuluş adası gibi veriyor mücadelesini. Her daim haklının yanında, her daim müstekbirlere karşı bir duruş bu.

Zaman akıp geçer ve bizler yaşadığımız dönemde şimdi bu zamanın imtihanını veriyoruz. Acı, yaralı türküler gibi akıyor yalnız ve örselenmiş yanlarımıza. Yetim çığlıkları yakıyor yüreklerimizi. Sonra taze tomurcuk gibi açmış yiğit erlerimiz yakışmasalar da topraklara beleniyorlar. Mayalanıyor çiçekler bağrında yiğitlerin. Çünkü bu kutlu bir davadır. Asırlardır tahakkümleri, mandayı, esareti kabul etmemiş soylu bir halkın, kutlu bir milletin davasına nasıl sadık kaldığının onurlu mücadelesidir.

Ey yolcu işte şimdi seherlerde tam da sahur vakti aç ellerini Yaratanına. Aç yüreğini, düşlerini, rüyalarını iftar sofralarında, teravih dualarında… Şimdi tam zamanı. Duanın yıkayan arıtan ırmaklarına sal gözyaşlarını.

Şimdi dua zamanı ey yolcu. Çaresiz kalan mazlumlar için, yetim kalan yavrular için, her daim bozguna uğratılan İslam Coğrafyası için aç ellerini ve yüreğine akıt gözyaşı ırmaklarını… Şimdi duaya tam da durma zamanlarındayız. Ramazanın kutlu zamanlarını, arıtan nehirler gibi, yaralarımıza akıtma zamanlarındayız.

Şimdi şehit evlerinin göz göz olmuş yürek yaralarına merhem olan inşirahlar ile gelen Ramazan var şükür…

Yaralar kolay sarılmaz elbet. Yokluklar, hele ki civan delikanlıların yoklukları hepimizin yüreğini dağlar… En çok da anaların, babaların, yârin yüreğini dağlar, evlatlar mı onları hiç sorma ey yolcu…

Hakikate yürüyen Musa Peygamber vardır. Bilirsin… İşte bir zamanlar nehre bırakılmış bir peygamber… Binlerce yaşayacak halk için nehre bırakılan bir kurban. Şimdi bizim şehitlerimiz de şehit sandukalarının içinde hayat nehrine bıraktığımız yiğitlerimizdir mübarek mevsimlerde.

Musa’nın anasına, onu emzir, kendisine zarar geleceğinden endişelendiğinde onu denize (Nil Nehrine) bırakıver, hiç korkup üzülme, çünkü biz onu sana geri vereceğiz ve onu peygamberlerden biri yapacağız, diye bildirdik.” (Kasas – 7)

Bir anne için ne ağır ne zorlu bir imtihandır evladı bir sanduka içinde Nil Nehri’ne bırakmak… Ama teslim olmak bunu gerektiriyor. İman etmek, inanmak, gönülden bağlanmak kayıtsız şartsız bir ilticayı ve teslimiyeti gerektiriyor. Musa Peygamber’in annesi de bu teslimiyeti göstermiş yüce gönüllülükle coşkun akan Nil sularına körpe yavrusunu bırakmıştır. Bulmak için kaybetmek gerekli. Yıllarca tevhidi bir mücadelenin eşsiz sembolü oldu Musa Peygamber. Bu mücadele ile Kızıldeniz’e kadar geldi. İşte o zaman onu koruyan kollayan, ona yaşam olan sular bu sefer yol oldu. Hakikat yürüyüşünde Musa Peygambere denizler yol oldu Rabbinin emri ile. İşte yine inandığın Rabbi onu mahcup etmemişti. Bir körpe bebek iken koruyup kolladığı azgın sularda şimdi Rabbi onun için yollar açıyordu. Arkadan gelen azgın Firavun ’un ne kadar hızlı olsa da, askerleri kat kat üstün olsa da Musa Peygamber’in Rabbi vardı. Değil mi ki senin Rabbin varsa neye ihtiyacın vardır ki… Rabbim yoksa ya… İnandığın, sığındığın bir Rabbin yoksa neyin vardır ey yolcu hiç düşündün mü?

Kızıldeniz’in kıyılarına gelen Musa Peygamber’e açılan yollar vardı işte…

“And olsun ki biz Musa’ya: ‘Kullarımla birlikte geceleyin yola çık da (size) yetişilmesinden korkmaksızın ve (boğulmaktan) endişe etmeksizin onlara denizde kuru bir yol aç’, diye vahyetmiştik. Bunun üzerine o (Firavun) askerleri ile birlikte onların peşine düştü. Deniz onları gömüp boğuverdi.” (Taha -77- 78)

Denizlerin ortasında kuru yollar açan Rabbimiz vardır bizim. İşte hayat nehri akarken bu kuru yolları aramaya çıkmalıyız. Hakikat eri olarak doğrunun, hakkın yanında her daim nefeslenirken, Efendimizin izinden ve nice kutlu peygamberin izinden yürüyerek hakikate râm olmaya çalışmalıyız.

Kutlu mevsimler yaralarımızı sarmak için gelir ya ey Yolcu, sen bunu böyle bil ve yaşa… Şimdi kutlu bir ırmağın kıyısındasın. Terin, kirin, hıncın, hayatın tam ortasında. Şehir kargaşası sarıp kuşatmıştır her yanını, insan yığınları üzerine üzerine gelir. Araba farları akşamları gözlerini kamaştırır apansız. Sen işte tüm bu kinin, kirin, hıncın ve kalabalığın arasından sıyrılıp bir yayla serinliği arar gibi göğe bakarsın. Gümrah bir ırmak çağıltısı ararsın. Gözlerin dolar, yüreğin ipil ipil akar bulutların beyaz köpüklü gölgeliklerine.

İşte aylardan Nisan’dır, bahardır, çiçek çiçek açmış rengârenk mevsimlerle gelen kutlu aylar vardır. Recep’tir, Şaban’dır ve dâhi Ramazan’dır gelen... Mayıs gelir arıtan dua ırmağıyla ılık rüzgârlar eşliğinde sığındığın kutlu ay gelir ey yolcu…

Sen şimdi uçsuz bucaksız ovalara yürür gibi, yanık bağrını engin rüzgârlara açar gibi dualara dur ey yolcu. Kurtuluş için Kur’an’ın mübarek ayetlerine sığın. Kendini oku, bulunduğun kutlu ayı oku sonra sana kurtuluş reçetesi gibi gelen Kutlu mübarek Kitabı Kur’an’ı Kerim’i oku ey yolcu. Oku ama öyle üstünden değil, özünden oku… Irmak ırmak aksın hayat damarlarına her bir ayet kurtuluş reçetesi gibi şifa olsun, merhem olsun yaralarına.

Şimdi gönlümüz kırık ey yolcu, şimdi hüzünlüyüz, yastayız…

Aziz bir millet olarak, kurtuluş adası gibi direndiğimiz günlerde her zamankinden daha çok muhtacız mübarek zamanların kurtuluş duraklarına…

İşte şimdi ey yolcu İnşirah diyerek aç ellerini ve yalvar Rabbine, Meriç’te boğulan yetimler için aç ellerini, bombalar altında kalmış bir millet için aç ellerini, ahir zamanda paramparça olmuş ümmetin birliği için aç ellerini… Şimdi dua zamanı… Şimdi müstekbirler için, kan emiciler için, bencil ve acımasız tüm şeytani güçler için beddua zamanı…

Rabbim zor günlerimizde, mübarek ayların sürur ve huzur kuşanmış zamanlarına taşısın tüm yürekleri. Rabbim zor zamanlarda ümmete kurtuluş ve salah versin, birlik ve esenlik versin.

Rabbim zor zamanlarda mübarek ayların gölgesinde bizleri muzaffer eylesin, yetimlere hami eylesin, yolda kalmışa çare eylesin, her daim kurtuluş ve adalet üzere yaşamayı bu aziz millete nasip eylesin…

Bu Ramazan mahzunuz dostlar… Ahir zaman ümmeti olarak bambaşka bir Ramazan ayını karşıladık. Camilerde cemaat cem olmuyor. Kâbe tavaflar, saylar yapılmıyor, Efendimizi kimseyi huzuruna kabil etmiyor…

Şimdi dünya yanıyor dostlar. Bir kaos çöktü dünyanın üzerine öyle bir kaos ki, zengin fakir ayırmıyor. Müslüman gâvur demiyor. Herkesi eşitleyen bir yangının tam ortasındayız.

Mehmet Görmez Hoca’nın deyimiyle bu virüs belasını “ilahi bir ayet” olarak okuduğumuzda rahmetlere gebe olduğunu da anlarız.

Anlarız ahı olanların nelerde hakkı olduğunu. Anlarız o vakit sönen ocakların müsebbibi olanların da hesap vereceklerini. Yanmış yıkılmış Ortadoğu’nun hesap sorucu olarak yetim çocuklarının gözlerimizin içine bakıp oraya bir dinmemiş ah bırakacaklarını anlarız neden sonra.

Bizler rahat rehavet kuşanmış evlerimizde envai çeşit belenirken, açlıktan ölen iskelet haline dönmüş Arakan’lı çocukların bakışları düşer sofralarımıza… Hesap sorucu olarak yeter… Okulsuz kalan Suriyeli çocuklar kıyın kıyın bakarlar kırgın ve kederli gözleri ile… Hesap sorucu olarak tüm mazlumlar karşımızda dostlar. Dünyaya hesap sorucu olarak kan gölüne dönen Ortadoğu’nun yetimleri var, onlar Akdeniz’in kıyılarına vuran yetimler…

Hesap sorucu olarak daha neler neler var ey dostlar…

Kâbe-i Mükerrem’e var, Mescid-i Nebevi var, Kubbe tül Sahra var… Gitmediğimiz, dolduramadığımız, boş bıraktığımız, mescitlerimiz var. Kadim camilerimiz, Sultan Ahmet, Süleymaniye, Selimiye, Bursa, Diyarbakır Ulu Cami, Yavuz Sultan Selim, Fatih Camii ve dahi mahallemizin camisi var dostlar…

Hesap sorucu olarak cem olarak kılamadığımız namazlarımız var…

Yürekten yüreğe akmayan ikiyüzlü dostluklarımız, riyakâr akrabalıklarımız var.

Şimdi yığalım bakalım, yığalım malı, parayı, eşyayı, tam zamanı…

Şimdi yığdığımız tüm varsıllar hesap sorucu olarak karşımızda…

Şimdi dostlar, “ilahi bir ayet” gibi inen virüs vakası bize neler söyler. Neler düşündürür, hangi hikmetleri barındırır içinde dönüp ona bakma zamanlarındayız.

Şimdi terk ettiğimiz kendimize, ailemize, eşimize, çocuklarımıza, akrabalarımıza, dostlarımıza, büyüklerimize, camilerimize, Mekke’ye, Medine’ye, Kudüs’e, İstanbul’a, Diyarbakır’a, Bursa’ya başka bambaşka duyarlılıkla bakma, dönme zamanlarındayız.

Kendimize yürüyelim dostlar, malayani tüm ayartanlarla doldurduğumuz sadrımızı, açalım Rabbimize. O bilir, o her şeyi bilir… Mazlumları da bilir zalimleri de bilir.

Bizler merhamet toplumuyuz, iyilik erleri olarak var olacağız inşallah. İyilik bizim ellerimizden, yüreğimizden bir dua sıcaklığında akacak her daim mazlum coğrafyalara, bunu da aşacağız.

Şimdi başımıza belaların yağdığı, baharın fışkırdığı şu ahir zaman dünyasında açalım ellerimizi.

Ey Rabbimiz ellerimizi, bedenimizi, tüm azalarımızı suyla sabunla arıtıyoruz da yüreğimizin kirlerini arıtmak için senden yardım istiyoruz. Ey Rabbimiz bizlere yardım et. Arındır bizleri, temizle yüreklerimizi…

Kuşatmalar yaşadığımız zamanlardayız Rabbimiz, evlatların, eşin, ana babanın birbirine faydası olmadığı zamanlardayız Rabbimiz bizlere huzur ver bereket ver. İnşirah ve kurtuluş ver…

Ey Rabbimiz mazlumlara hâmi olan ülkem insanına kurtuluş ver, sağlık, afiyet ver… Nuh Peygamber, İbrahim Peygamber, Musa Peygamber, Yunus Peygamber, Yusuf Peygamber ve Efendimiz Muhammed Aleyhiselama’a verdiğin müjdeleri bizlere de ver. Onları afetlerden, tufanlardan, istilalardan, kuyulardan, ambargolardan nasıl kurtardınsa bizlere de öyle kurtuluşlar nasip eyle.

Ey Rabbimiz biliriz ki yaşadığımız bir sünnetullahtır. Ve sen buyuruyorsun ; “Allah kişiye ancak gücünün yeteceği kadar yükler; kazandığı iyilik lehine, ettiği kötülük de aleyhinedir.” (Bakara – 286) Yaşadığımız bir ahir zaman vebasıdır. Sen ki bizleri muhafaza eyle… Ve Senin öğrettiğin o muhteşem duan ile Sana yalvarıyoruz Rabbim:

“Rabbimiz! Eğer unutacak veya yanılacak olursak bizi sorumlu tutma. Rabbimiz bizden öncekilere yüklediğin gibi, bize de ağır yük yükleme. Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmeyeceği şeyi taşıtma, bizi affet, bizi bağışla, bize acı. Sen Mevlamızsın, kâfirlere karşı bize yardım et.” (Bakara – 286)

Amin… Amin… Amin…

*Diyanet Aile Dergisi Nisan 2020 sayısından alıntılanmıştır.