Öyle ki BAE, İsrail ile vizesiz rejime geçen ilk Arap ülkesi oldu. İran ve Müslüman Kardeşleri müşterek düşman olarak belirleyen BAE ve İsrail, ilişkilerini “düşmanımın düşmanı dostumdur” zemininde yeni bölgesel düzende aynı safta konumlandırdı. Peki, 1973’teki Arap-İsrail savaşında İsrail’i destekleyen ülkelere “Arap petrolü Arap kanından daha değerli değildir” ilkesiyle petrol satışını dahi durduran Şeyh Zayid bin Sultan Al Nahyan’ın BAE’sinden, henüz normalleşmenin üzerinden bir yıl bile geçmeden bu sefer İsrail’e direkt yatırım yapmak üzere 10 milyar dolarlık fon ayıran BAE’ye nasıl gelindi? Bu normalleşmenin iki ülkenin birbirleriyle ilişkisi dışında Filistin için de ciddi etkileri olacağı aşikâr. Filistin’i içeride daha da bölecek, dışarıda ise izole edecek olan bu normalleşmenin Filistinlilere ağır bir fatura çıkarması yüksek ihtimal.
BAE’nin İsrail politikasındaki değişimin başlangıcı olarak Şeyh Zayid’in 2004 yılındaki ölümü addedilse de bu süreçte ABD’nin Afganistan ve Irak işgaliyle bölgesel havanın değişmesi, güçlü bölge ülkelerinin ideolojik ve askerî açıdan güç kaybetmesi Körfez ülkelerinin yıldızını parlattı. Bu değişime paralel olarak varlığını bütün bölgeye kabul ettirerek pekiştiren BAE, kuruluş yıllarına nazaran kırılganlığını atlattığı gibi barışçıl, diplomatik ve uzlaşmacı dış politikasını daha müdahaleci ve agresif bir çerçeveye oturttu. Bu değişim İsrail ile ilişkilerindeki çekimserliği atmasını kolaylaştırdı. Özellikle 2010’lu yıllara kadar BAE’nin İsrail ile gizlice yürüttüğü ekonomik, teknolojik ve hatta istihbarat işbirlikleri eski ABD Başkanı Donald Trump’ın garantörlük yaptığı normalleşme anlaşmasıyla rahat bir nefes almış oldu. Trump’ın “Yüzyılın Projesi” şeklinde adlandırdığı ve Filistinlilere yalnızca sembolik olarak yer verilen anlaşmaya açık destek veren BAE’nin İsrail ile normalleşmeyi Bahreyn gibi ülkelere de dayatması, BAE-İsrail ilişkisini daha da pekiştirdi.
- Kapalı kapılardan açık diplomasiye
Herkesçe bilinen bir “sır” olan ve teknoloji/savunma alanlarına dayalı iki ülke arasındaki ilişkiler yüksek gizlilik seviyesinde yürütüldüğü için normalleşme öncesi ticaret hacmiyle ilgili net bir rakam vermek zor. Ancak 2011’de dahi iki ülke arasındaki yıllık ticaret hacminin 300 milyon doları aştığı sızdırılmış bilgiler arasında yer alıyor. Normalleşmeye kadar karşılıklı uçuşlar yapılmadığı için ihracat, ithalat ve yatırımlar diğer ülkeler üzerinden yapılıyordu. İsrail’le yapıldığı bilinen ancak resmiyette İsviçre merkezli AGT güvenlik firması ile yapılan 800 milyon dolarlık hüllevari anlaşma bu gizli ilişkiye sadece bir örnek.
İsrail’in ABD açısından ulusal güvenlik meselesi gibi görülmesi ve kendinden yana tavır almayan ülkelere cezalar verdirebilecek kadar güçlü olan Yahudi lobilerinin özellikle ABD Kongresi’ndeki etkinliği BAE’nin İsrail ile ilişkilerindeki normalleşmesini hızlandırdı. 2006’da ABD’deki altı liman ihalesine girmek isteyen Dubai Emirliğinin resmi şirketi Dubai Port World’ün Amerikan ulusal çıkarları gerekçesiyle engellenmesi gibi olaylar hatırlandığında, BAE, ABD’deki imajını düzeltmek için ciddi kamuoyu ve lobicilik kampanyaları yürüttüğü gibi Yahudi lobileri ile ilişkileri geliştirerek söz konusu normalleşmeye zemin hazırladı.
Böylece ekonomik ilişkilerin yanında BAE-İsrail ilişkileri diplomatik, spor ve diğer alanlarda da meyvelerini vermeye başladı. Nitekim İsrail, Uluslararası Yenilenebilir Enerji Ajansı (IRENA) için 2015’te Abu Dabi’de bir temsilci atadı. İlk atama sürecinde BAE her ne kadar bu diplomatik misyonun sadece örgütün işleriyle ilgili olduğunu iddia ettiyse de bu durumun uzun vadede öyle olmadığı görüldü. Zira İsrail’in 2009’da bu örgütün merkezinin nerede olması gerektiğiyle ilgili toplantılarda Almanya yerine BAE’yi desteklediği ortaya çıktı. Yine İsrail bisiklet takımının Dubai’de yapılan şampiyonada yer alması ve 2020’de yapılması planlanan ancak yeni tip koronavirüs (Kovid-19) nedeniyle 2021’e ertelenen Dubai EXPO’suna İsrail’in de davet edilmesi, iki ülke ilişkilerinin artık aşikâr olduğunun göstergelerinden.
BAE’nin İsrail’le normalleşmesinin ilk kazanımı, şimdiye kadar gizliden yaptığı ticaretin artık aleni hale gelmesi. Nitekim yedi emirlikten sadece biri olan Dubai’nin İsrail ile ekonomik ilişkisi sadece beş ayda 270 milyon doları aşan bir konuma geldi. Taraflar arasındaki yıllık ticaret ve yatırım hacminin kısa sürede 5 milyar dolara ulaşılmasının hedeflenmesi ile ulaşım, turizm ve inşaat sektörlerinde de verilen karşılıklı destek vaatleri diğer kazanımlar olarak sıralanabilir. Salgına rağmen sadece 2020 Aralık’ta sayıları 40 bini aşan İsraillinin BAE’ye seyahat etmesi iki ülke arasındaki turizm hacminin yükseliş eğrisine işaret ediyor. Yine İsrail’de özelleştirilecek Hayfa limanı ihalesine liman işletmeciliğinde güçlü olduğu bilinen iki ülkenin ortak dahil olma girişimi başlattığı düşünüldüğünde ticari ilişkilerin geleceği parlak görünüyor. BAE’nin diğer önemli bir kazanımı ise ABD’den alınacak F-35’lere İsrail’in destek vermesi ve karşı çıkmama yönündeki sözü.
BAE’nin bu normalleşme ile ekonomi ve siyasetten öte bir kazanımı olarak yıllardan beri yürüttüğü halkla ilişkiler faaliyetleri de sayılabilir. Bu faaliyetler BAE açısından kimlik inşası, ekonomik, siyasi ve diplomatik çıkarlar kadar önemli. Zira Papa Franciscus’un 2019’daki BAE ziyaretiyle bir papanın ilk kez Arap yarımadasını ziyaret etmesi, Yahudi bir ülke olan İsrail’le normalleşme ve “iki yüzden fazla milletten insanın barış içinde yaşadığı ülke” algısı uluslararası alanda reklam malzemesi olarak kullanılıyor. BAE’nin kendisini bölgenin “barış merkezi” ilan ederek “aşırıcılığa karşı toleransın ve dinler arası diyaloğun” hâkim olduğu ülke algısıyla uluslararası odakları kendi iç kamuoyunda yaptığı insan hakları ihlallerinden uzaklaştırmaya çalışıyor.
- Peki ya Filistin?
Filistin konusu bir zamanlar Arap milliyetçiliğinin en sıcak meselesi olup tüm Arap ülkelerin gündemindeki en sıcak konuydu. Ancak ulus-devletlerin göreceli olarak önem kazanması, değişen küresel ve bölgesel konjonktür, karizmatik Arap liderlerin ölmesi ve ideolojilerin popülaritesini yitirmesiyle Filistin meselesi eylemden çok söylem temelli bir kardeşlik hikayesine döndü. Nitekim Filistin ne Yüzyılın Anlaşması’nda ne de söz konusu normalleşme adımlarında dikkate alındı. Özellikle BAE, Filistin’i göz ardı edip bu anlaşmalara ön ayak olduğu gibi Filistin’deki siyasi parçalanmayı da derinleştirdi. Nitekim BAE’nin gerek Yüzyılın Anlaşması’nda gerekse de normalleşme sürecinde aktif olması için destek verdiği Filistinli Muhammed Dahlan’ı, Mahmud Abbas’a alternatif bir lider olarak düşündüğü biliniyor. Şu sıralar BAE’de sürgün hayatı yaşayan ve geçmişte eski Fetih kadrolarında yer alan Dahlan, BAE’nin Filistin politikalarının arkasındaki isim. BAE, Dahlan’ın bazı adımlara ön ayak olarak Abbas’ın meşruiyetini kaybetmesi için çabalamasından memnun. Hatırlanırsa, Kovid-19 ile mücadele için BAE tarafından Filistin’e farklı zamanlarda yollanan iki yardım uçağı Filistinli yetkilileri göz ardı ederek İsrail’in Ben Gurion Havaalanına yollanmıştı. BAE’nin bu hamlesi Abbas’ın yardımları reddetmek zorunda kalmasına yol açmıştı. Böylece Abbas’ın Filistin halkı nezdindeki imajı tahrip edilmek istenmişti.
BAE’nin İsrail’le varılan normalleşme anlaşması çerçevesinde İsrail’in Filistin toprağı sayılan ancak İsrail tarafından ilhak edilmesi düşünülen Batı Şeria’nın ilhakı konusunda Filistin yanlısı attığı göstermelik adımlar gerçekçi değil. BAE ilhaktan vazgeçildiğini dile getirse de Tel Aviv ilhakın sadece askıya alındığını ve bu ilhakın gelecekte yapılacağını dile getiriyor. Nitekim Arapça ve İngilizce metinlerde de BAE’nin bu durumu örtbas etmesi bu samimiyetsizliğin göstergesi. Zira İngilizce metinlerde Batı Şeria planı için “İsrail’in egemenliğini genişletme planlarının askıya alınmasına yol açtı” ibaresi geçerken Arapça metinde “İsrail’in Filistin topraklarını ilhak etme planlarının durdurulmasına yol açtı” şeklinde geçen farklı ifadeler BAE’nin sergilediği ikircikli tutuma örnek olarak gösterilebilir.
Filistin’in mağduriyeti sadece kendi içinde bölünmüşlüğü ve Batı Şeria’nın ilhakının durdurulması konusunda İsrail’in samimiyetsizliğiyle sınırlı değil. BAE’nin başlattığı ve kısa sürede Bahreyn, Fas ve Sudan gibi ülkelerin takip ettiği İsrail normalleşmesiyle Filistinlilerin İsrail’e karşı son kozu olan Arap ülkelerinin İsrail’i tanımaması ve bölgede izole etme ihtimali tamamen tarihin tozlu raflarına kalktı. Bu normalleşme dalgası İsrail ile gizli ilişkilere sahip olan diğer ülkelere cesaret verip onların da aynı yolu izlemesine ön ayak olabilir. Bu bağlamda İsrail’in ezeli düşmanları olarak bilinen Araplar tarafından bile tanınması 1967 sınırlarının veya adil iki devletli çözümün imkânsızlığını daha da artıracak ve Filistin tarafının elini daha da güçsüzleştirecektir.
[Hamdullah Baycar Exeter Üniversitesi Arap ve İslam Araştırmaları Enstitüsü’nde Körfez Çalışmalarında doktora yapmaktadır]