Gençlerimizin içinde bulunduğu bunalımların biri biterken bir ötekisi devreye giriyor ve onları bazı eylemlere iten sebeplerin en önemlisi, yaşadıkları hayatın mutsuzluğu, yaptıkları eylemlerden anlaşılıyor.
Okulların birer mutluluk alanı olması lazım gelirken, çocuklarımız okula başlar başlamaz, onların o minnacık fıtratlarına uygun olmayan bir eğitim sistemi ile karşılaşıyorlar,
Henüz beş altı yaşlarındaki çocukları altı saat gibi uzun bir zaman okulda bir disiplin altında tutmak, aşk, şevk ve heyecan yerine, çocuklarımız kendilerini son derece sıkıcı bir alanda buluyorlar.
Bilhassa doğu ve güneydoğu bölgemizde hayatın gerçekleri okullara yansımıyor. Okulla aile arasında derin uçurum ve uyumsuzluk çocuklarımızın eğitimini can evinden vuruyor.
Büyük çoğunlukla çocuklarımız evlerinde Kürtçe, Zazaca ve Arapça konuşurlarken, birden bire anlamadıkları veya çok az anladıkları Türkçe ile eğitime başlıyorlar. Bu çocuklar Türkçe tedrisat yapan okullara gittiklerinde o yaşlarda, kendilerine göre adeta yabancı bir dil gibi olan Türkçeyi öğrenmek veya azda olsa bildiklerini daha ileriye götürmek için ilk olarak sıkıcı ve can alıcı darbeyi, öğretmenlerle olan diyaloğu kuramamak ve koltuklarına verilen kitapları anlamamaktan dolayı o ufacık kalplerinde ve incecik ruhlarında derin yaralar açılıyor.
Çocuklarımızın ana diliyle eğitim yapmaları yerine, böylesine çarpık bir eğitim alanına zorlanmaları acaba başarının kaçta kaçını silip süpürüyor.
Malum olduğu üzere ilk öğretimin son sınıflarından başlayan, orta öğretimde devam eden ve Üniversitede doruğa çıkması lazım gelen yabancı dil eğitiminin ne kadar verimsiz bir sonuç verdiğini yetkililerde ifade ediyorlar. On beş yıl kadar uzun süreli yabancı dil eğitimi yapıldığı halde, Üniversiteden mezun olanların büyük çoğunluğu ya yabancı dil bilmiyor veya çok az biliyor. Bu durum açıkça gösteriyor ki, bu kadar zaman, bu kadar masraf ve öğretmen ve talebelerin mesaisi adeta boşa gidiyor. Diğer dersleri de bununla kıyas edebiliriz.
On beş yıl gibi uzun bir süre yapılan yabancı dil eğitimleri böyle sonuçsuz kalırsa, acaba yeni okula başlayan ve Türkçe bilmeyen yavrularımızın içinde bulunduğu vahim durumu anlayabiliyor mu yuz.
Farzı muhal Türk kardeşlerimizin çocukları, Kürtçe tedrisat yapan bir okulda okusalar, önlerine çıkan koca bir hayatta ne kadar başarılı olabilirler..Velileri böyle bir eğitimi kabul eder miydi.
Diyelim ki iki kişiyi yarıştırmak üzere tabir biraz kaba olsa da; birini ata, ötekini eşeğe bindiriyoruz. Böyle bir durumda eşeğe binen ta baştan beri bu yarışı kaybetmeye mahkumdur. Çünkü yarışlar eşit şartlarda ve emsaliyle yapılmalıdır.
Hiçbir okul annenin verdiği eğitim kadar derin ve etkili olamaz. Binlerce insandan ders alsak bile, annenin verdiği ders en temel dersimizdir. Onun için ana dil hafife alınacak bir konu değildir. Bir insanın anadili aynı zamanda onun eğitim dilidir.
Yunanistan. Bulgaristan ve daha bir çok ülkelerde Türk çocuklarının Türkçe eğitim yapması için siyasiler çalışma yapıyorlar. Elbette ki doğru olanı da budur. Aynı doğruyu Doğu ve Güneydoğu Anadolu da uygulamamak, ne kadar doğrudur.
Tek tip insan, tek bir lisan formülü çoktan iflas etmiştir. Zaten böyle bir uygulama fıtrata da aykırıdır. Fıtrat ise, fıtri olmayanı asla kabul etmez.
Birbirimizi anlamak yerine birbirimizi hep suçlayıp durduk. Haklı talepleri göz ardı etmekle, her kesin zarar gördüğü bir ortam hazırladık. Doğru olan yapılmazsa, doğru bir sonuca varmak asla mümkün olamaz.
Asrımızın allamesi Bediüzzaman Said Nursi (Kürdi) İslama göre asrın yorumunu yaptığından, hakkın verdiği haktan ayrılmayarak, ana dilde eğitimle birlikte, bölgeye tayin edilen memurların halkın dilini bilmeleri gerektiğini vurgulamıştır.
Adliyenin binlerce dava dosyasında Türkçe bilmeyen insanları dinlemek için hakimler tercüman tayin ederler. Tercümanların çoğu mahkeme mübaşırlarıdır. Hukuk bilgisi mükemmel olmayan biri ters sual sorup yanlış cevap verebilir. Bazı insanların dil bilmemesi sebebiyle telafisi imkansız mağduriyetler yaşadığını bizzat yaşayanlardanım,. Hukuk kaybı asla telafi edilemez.
Bölgemizde bilhassa geçmişte hastalar doktora derdini anlatamamakta, doktorlar hastanın halini bilmediğinden tıbbi alanda yapılan hatalar sebebiyle bir çok insanın dünyası kararmıştır.
Geçmiş geride kaldı, gelecek ise önümüzde. Geçmişi karartan anlayışa fırsat vermeden geleceğimizi aydınlık yapmamız lazım, Onun için Evvela insan, sonra da Müslüman olalım. Her ikisini birleştirirsek, mutluluğu yakalar, düşmanlık, kin nefret ve birilerini inkar ve aşağılama yerine, hakkaniyet, birlik ve dirliği elde etmiş oluruz.
El ele tutuşup birlikte gül ve çiçekler koklayarak yürümek dururken, neden bir çok insanın hayatına son vermek için ölüm ve felaket kusan silahları birbirimize doğrultalım.
Evet hak ve adalet üzerine yürüyenler insanlığa büyük hizmette bulunurlar.
Seçimi yapmak bizim elimizde, bir yanda hak ve adalet için canlarını ortaya koyan başta Peygamberler olmak üzere onların yolundan gidenler, bir yanda da şeytanın felsefesini rehber edinerek , insanlığı mahvetmeye çalışanlar.
Şu kısacık ömürde bize verilen hayatı cehenneme çevirip atmadan, onu sonsuz ve harika değerlerle değerlendirmek elimizdedir.Onun için çocuklarımızı ana okullara gönderirken siyasiler onları ana okulda, ana dillerinden mahrum bırakmasınlar. Bu durum insanlarımızı büyük ölçüde huzursuz ettiğinden, bu yanlışa bir son vermek gerekiyor.
Bazı ülkeler bitmek üzere olan bazı dilleri tekrar yaşatmak için büyük bir çaba gösteriyorlar.
Ülkemizde ise milyonlarca efradı bulunan Kürtlerin dilini yok etmek için bazıları elinden geleni yaptı, elli bin insanımızın hayatına kaybetmesine bir çok insanımızın zarar görmesine sebebiyet verdi. Sonuç meydan da, bu yanlışı da barış tedavi edecek.
İslamsız bir hayat; bu felaket ve rezaletti yaşattı bize. Aklımız önümüzde, hissimiz arkamızda olmalı.
Abdulkadir İkbal